Şöyle bir sahne var aklımda epeydir: İşten çıkmışım yorgun argın, evdeki işleri, yapılacak yemekleri ve ertesi günün planını düşünerek yürüyorum. Uzun süredir arayamadığım eşimi dostumu hatırlayıp içerisinde bolca “hay aksi” geçen cümle kuruyor, hemen akabinde şık bir “kentte yaşam” meşrulaştırmasıyla konuyu kapatıyorum. Bir adım bir adımı kovalıyor, günlük egzoz limitimi tamamlayıp evime varıyorum. Ayıltma, yorgunluğu alma, çarpıntı yapma gibi bir dizi tuhaf etkiye sahip olduğu salık verilen kahveden bir bardak hazırlıyorum.
Yemek hazırlama seramonisinden önce şöyle bir kendime gelme niyetindeyim.
Uzanıyorum üçlü koltuğa ve kahvemden büyük bir yudum alıyorum.
Her şey yolunda.
Derken dışarıdan bir bağrış çağrış geliyor. Gülüşmeler, koşturma sesleri falan.
Merak ediyorum. Çocukluğumun “pervaz memuru” teyzeleri gibi pencereye dayanıp, “şşşt çocuklar oynamayın artık, çok ses oluyor ama aa” demek için cama doğru yürüyorum. Sesin nedeni konusunda haklı çıkıyorum; oyun. Ama oynayan çocuklar değil, yan komşum Kezban Abla, apartman görevlimiz Mehmet Efendi ve B bloktan Süheyla.
Saklambaç oynuyorlar. Pencerede suretimi görünce ısrara başlıyorlar hemen “sen de gel” diye. “Valla çok yorgunun be abla” diyecek oluyorum, Mehmet Efendi topu çıkarıyor. Hep bir ağızdan bağırıyorlar: “istop”. Tamam zayıf noktamdan yakaladınız, pes ediyorum. Kan ter içinde eve varıyorum oyundan sonra. Duşumu alıp kuruluyorum tekrar koltuğuma…
——————
Bilmiyorum okurken neler hissettiniz ama ben yazarken dahi çok heyecanlandım. Belki içinizden “çocuk muyuz biz yahu?” diye geçirmişsinizdir.
Doğrudur, değiliz. Ama bu artık oyun oynamadığımız anlamına gelmiyor.
Gün içerisinde türlü türlü oyunlar oynuyoruz. İş ve ev yaşamının idamesi için bu şart. Mesela daha bugün yaptığınız “mış gibi”lerden bahsedelim. Buna oyun jargonunda “Roll Play” deniyor. Ya da sevgililik hallerimize bir bakın. Rekabet de dahil, hedef-sonuç düzleminde akan tüm oyunların kurgusuyla aynı. Üstelik bu oyunlar çocukların oynadıkları kadar eğlenceli de değil.
İş çocuklarla birlikte oyun oynamaya gelince tipik ebeveyn tavrı devreye giriyor. Ebeveynlerin oyuna katılım motivasyonları ya “eşlik etme” oluyor ya da “idare etme”. Oyun, keyif alınabilecek ortak bir etkinlik olarak görülmüyor çoğu zaman. Talep eden, dikilecek mumlara avcunu açan, yeni oyun öneren ve hatta “yaa hadi ama” diye ısrar eden değil de, başka bir çocuğun yerine vekâleten bakan yetişkinler…
Çünkü oyunun hayatımızdan çıktığını düşünüyoruz.
Ama inanın bu kurguda büyük bir yanlışlık var.
Çünkü oyun hayatınızdan hiç çıkmadı.
Hep vardı ve var olmaya devam edecek.
Çocuklarınızla oyun oynama etkinliğini “yapılması gerekenler” listesinden alıp “yapmaktan zevk aldıklarım” listesine eklemek için birçok neden ve fırsat var. Zaten size yabancı olmayan bu keyfi yeniden keşfedin, çocuklarınızın oyunlarına katılmak yerine onlarla gerçekten oyun oynayın.
Son olarak önemli oyun kuramlarından birinin yaratıcısına kulak verelim:
“İnsan kelimenin tam anlamıyla söylemek gerekirse ancak insan olduğu zaman oynar ve oyun oynadığı zaman tam insan olur“ – Friedrich Schiller