Geçen yıl Anneler Günü’nde, yatağımda oturmuş, çocuklarımdan gelecek sürpriz hediyeleri bekliyordum. Kızım o gün bana, üzerinde çiçeklerin bulunduğu harika bir seramik armağan etti. Nefesimi tutmuş altı yaşındaki oğlum Michael’ın hediyesini bekliyordum. Okulda öğretmeni ile yaptığı bir elişi ve Sevimli Canavarlar Üniversitesi filmine ait afişler ve üzerine iliştirdiği bir not ile karşıladı beni: “Anneler günün kutlu olsun: Senin küçük canavarın.” Eşim oğlumun bu afişleri aylar öncesinden beni mutlu edeceğini düşünerek seçtiğini anlattı. Çocuklarımı kucaklarken göz yaşlarına boğuldum ve düşünceli hediyelerini ne kadar çok sevdiğimi söylemeyi ihmal etmedim. Bir hafta sonra oğlum hayatını kaybetti.
Vefatından önceki sekiz ay boyunca, Michael DIPG olarak bilinen çocukluk dönemine ait bir beyinsapı tümörü ile mücadele etmişti. ABD’de genellikle yaşları dört ila on arasında değişen 200 ile 400 çocuğu etkileyen bu hastalıktan kurtulmak mümkün değildi; tanıdan sonra belirtilen ortalama sağkalım süresi ise 9 aydı.
Michael her zaman sağlıklı ve aktif bir çocuk olmuştu; basketbol, futbol ve özellikle beyzbol oynamayı çok severdi. Ayaklarımızın üzerinde durmamızı sağladı; inanılmaz belleğe sahip hevesli bir öğrenciydi. Gülümsemesi dünyayı aydınlatırdı. Altıncı yaşından bir hafta sonra DIPG olduğunu öğrendik ve dünyamız paramparça oldu: etkili tedavi diye bir şey yoktu. Sonuç belliydi.
Michael doğumundan itibaren konuşmadan bile ihtiyaçlarını ifade edebilen ve empati yeteneği gelişmiş neşeli bir çocuktu. Acemi bir anne olarak, bunalmıştım ve diğer annelerin bütün bir gün çocuk bakmanın ne kadar zor olduğu konusundaki uyarılarına inanmamıştım. Üç buçuk yıl sonra kız kardeşi Lila’ya merhaba dedik birlikte. Eşim ve ben, ikimiz de avukattık, uzun saatler süren stresli işlerimize rağmen çocuklarımızın ihtiyaçları ile kariyerimiz arasında bir denge sağlamak için mücadele ettik.
Michael beni tam anlamıyla bir anne yaptı. Bunu yaparken, bana hayatımda yaşamış olduğum en büyük sevinci ve en büyük meydan okumayı da armağan etti. Her şeyin ne kadar zor olduğu konusunda sık sık yakınırdım. Ebeveynliğin sabrımın, enerjimin ve özverimin sınırlarını zorlayan ve genişleten bir deneyim olduğunu söylemekten hiçbir zaman çekinmezdim. Ama şimdi biliyorum ki, hiçbir şey kaybettiğiniz çocuğunuza anne-babalık yapma şansına sahip olmak ile mukayese bile edilemez.
Çocuğunuz öldüğünde, ebeveynlik bitmiyor. Onlar için endişelenmeye devam ediyorsunuz ve burada olmasalar bile onları korumak istiyorsunuz. Bazen geçmişte kalıyorsunuz ve sürekli eski günler üzerine düşünüyorsunuz. Michael’ın çektiği acıyı düşünüyorum ve onun harika beynini ve hastalığın bütün vücudunu yavaş yavaş nasıl etkilediğini, görme, yürüme, çiğneme, konuşma ve son olarak da nefes alma becerilerini nasıl ondan çaldığını düşünerek harab oluyorum.
Yağmur veya kar yağdığında Michael üşüyor mu diye endişeleniyorum. Onun burada olmadığı gerçeğini unutmuşken markette sevdiği yiyeceği gördüğümde başkası almadan onu kapmaya çalışıyorum. Genellikle, kaybettiğiniz çocuğunuz için endişelerinizin çoğu ise gelecek ile ilgili oluyor. Çocuğunuzun unutulacağı duygusu en baskın korkunuz haline geliyor. Michael’ın unutulmadığından emin olmak için her şeyi yapıyorum. Bazen fotoğraflarını paylaşıyorum, bazen onun hakkında hikayeler anlatıyorum. Zamanın çoğu ise onu bizden çalan ve her gün çok sayıda aileyi tahrip etmeye devam eden DIPG ile mücadele etmeye çalışmakla geçiyor. Anne olmanın aynı kaderi paylaşan diğer çocukları kurtarmak için çaba sarf ederek oğlumu onurlandırmak olduğunu düşünüyorum.
Anne olmak hakkında öğrendiğim çoğu şeyi ironik bir şekilde dünyaya bir çocuk getirmekle değil, dünyaya getirdiğim çocuğumun çektiği acıları izlerken kazandım. Acı çeken anne ve babaların aynı şeyleri yaşamış diğer ebeveynlere verebileceği en büyük hediye belki de bir yanı her zaman kırgın ve üzgün olmasına rağmen hayata tutunup mutlu olabileceklerini göstermeleridir.
Huzurlu değilim, ama her gün yataktan bir şekilde kalkıyorum ve küçük kızımın büyüdüğü her ana şahit olabildiğim için mutlu oluyorum. Yaptığımız her şeyde, Michael’ı hatırlıyoruz.
Lila’ya model olabilmeyi dilerdim, fakat şimdilik bu mümkün değil. Hayatın en kırıcı anlarından belki de daha fazlasına şahit oldum. Michael’ın ölümü bana ebeveynliğin gün içerisinde sayısız sarılmanın, öpücüğün, kahkahaların ve “seni seviyorum” cümlesinin sarf edildiği bir deneyim olması gerektiği düşüncesini kazandırdı.
Oğlum olmadan geçireceğim ilk anneler gününe içimde dayanılmaz bir özlemle ve kırgın bir kalple yaklaşıyorum. Birlikte geçiremediğimiz bir yıl gelecek hafta dolacak. Yine de birbirimizi tekrar görmek için ne kadar bekleyeceksek bekleyelim her zaman onun annesi olacağımı bilmenin mutluluğu ve gururu benimle baki kalacak.
***
huffingtonpost.com