Sevdiğim bir arkadaşımın gayrı safi millî hasıla üzerinden verdiği bir örnek vardır.
Eğer bu miktar bin dolardan aşağıda ise, sokakta çöpçü de, geri dönüşümde kullanılacak çöp de olmaz. Etraf pistir ama çöp de organiktir.
Bu miktar iki bin dolara çıktı mı? Bir çalı süpürge ve verevine kesilmiş bir teneke devreye girer. Zira ekonomi, toptan gıda sirkülasyonuna imkan verecek kapitali biriktirebilmiştir. Çöpçüler, yeni yeni asfaltlanmış sokak ve kaldırımların kaba tozunu toplayıp, teneke varillere boca ederler.
Miktar, dört binlere çıktığında, belediyenin işçilerine verecek bir üniforması bile vardır artık.
Beş binleri aştığında üniformaya fosforlu şeritler eklenir, sokaklarda çöplerin biriktirildiği yığınların yerini de plastik konteynerlar da almaya başlar. Çöpler de eskisi gibi sadece yemek artığı vs. değil, naylon, plastik, pil gibi artıkları ihtiva eder.
Yedi bin dolar civarında, arkasından pis sular akıtan, hidrolik presli çöp kamyonlarının belli saatlerde dolaştığını görmeye başlarız. Sembolik de olsa, geri dönüşüm için tedbirler telaffuz edilmeye başlanmış ve hatta tüketimin artması ile birlikte market poşetleri de çöp poşeti yerine kullanılmaya başlanmıştır.
On bin dolar civarında yol süpürme araçları da yol kenarlarındaki tozların bir kısmını haznesine toplamaya, bir kısmını da tozutmaya başlamıştır!
On iki bin doların üstünde bu makinalara toz filtresi de takılır! Geri dönüşüm noktaları yaygınlaşır ve bir sisteme oturur. Sistem toz, kir üretecek süreçlerin önüne geçmiştir. Öyle ki, on iki bin doların üstündeki ekonomilerde devletler sanayilerini bile fakir ülkelere taşımış; havasını temizlemenin derdine düşmüştür. Sokaklarda çöplerle temasınız olmaz! Ayrıştırılmış çöpler, paketlenmiş kolilerde taşınır!
Rakamlar ve verilen hizmetin niteliğinde sapmalar olabilir. Ama sanıyorum meramımı anlatabildim!
Okumuşsunuzdur, en bilinen ismi ile “kağıt toplayıcıları”nın koca çuvallar içinde istifledikleri kağıtları, toptancılarına satarak yevmiyelerini kazanmalarına mani olundu! Çok da fiyakalı bir gerekçesi var:
“Çevresel görüntü kirliliği, sağlık, çocuk işçiliği vb. sorunların önüne geçmek için yeni düzenlemeler…”
Yılda bir milyon liradan fazla hacmi olan bu sektörün yarattığı iştaha, Avrupa Birliği Uyum Yasası bahanesi ile Kabahatler Kanunu alet edilmiş.
Yukarıda verdiğim örneğe dönelim! Daha asfalt yol yapılmamış, kaldırımdan mahrum, sanayisi olmayan bir ekonomide, insanların çöplerini ayrıştırmasını beklemek manasızdır!
Avrupa Birliği “çevresel görüntü kirliliği, sağlık ve çocuk işçi” hususunda tedbir almamızı dayatıyor olabilir ama sosyal meseleler de bileşik kaplar kanununa tabidir. Yani, Sosyal devletin hiçbir gerekliliğini yerine getirmeyip, taşeron işçi rezaletine göz yumup, maden ocaklarında gayri insani şartları görmezden gelip, atanmaktan ümidi kesip devasa bir çuval ile çöp karıştıran öğretmenden[1] utanmayıp, Suriyeli mültecilerin köle gibi çalıştırılması ve hatta öldürülmesine bile mani olamayan[2] sistemde; kağıt toplayıcıların “üniforma” giymemesinden şekvâcı olmak şımarıklıktır. Yevmiyelerine göz dikmek ise -en hafif tabirle- açgözlülüktür! İlber Ortaylı bu konuda çok isabetli bir yazı yazdı[3]. Açgözlülüler de teşhir edildi![4]
Can Altay, seneler önce kağıt toplayıcıları üzerine düşünmüş, merkezine kağıt toplayıcılarını aldığı işler üretmiş bir sanatçı. Olanlar onu da üzmüş:
“Özellikle büyükşehirlerde geri dönüşüm oranlarının bu kadar yüksek olmasının yegane yüklenicisi olan kağıtçılar bu şekilde illegalleştirilmeyi hak etmiyor. Kendilerinden öğrenecek çok şeyimiz var, emek ve bilgi birikimlerine kıymet vermek, sistemin dışına itmemek gerekir. Kendileriyle konuşulduğunda “ya çöp, ya suç” noktasında bu işe başlayanları, kente adaptasyonu atık üzerinden gerçekleşen zorunlu göçmenleri bulursunuz. Her şey bir kenara toplumsal işlevini göz ardı edemeyeceğiniz bir sektör, kentlerimiz için önemli bir kesim daha marjinalize ediliyor. Kağıt, atık ve geri dönüşüm emekçilerinin entegrasyonunu, temel haklar dahilinde konuşacağımız yerde, kriminalize ederek kenti yine sakinlerine ve paydaşlarına değil de şirkete teslim ediyorsunuz.” diyor
İnsan olanın da nerede saf tutacağı belli! Ne oluşmasında, ne de yürütülmesinde hiç bir katkısı olmayan ve muhtaçların ekmeğine göz diken “girişimcilerin” karşısında durmak gerek. Zira, kazandığı üç kuruş yevmiyeyi Van depremzedelerine yardım etmek için bir kenara ayıranlar[5]; içinde ‘dolar kuru’ geçmeyen her cümlede daha muteberdir! Vatandaş da önce, vergisi ile beslediği devletin/belediyenin hizmetlerini denetlesin de sonra takati kalırsa; kağıt toplayıcılarına da hayır duası etsin!
Rahmetli Müjgan Hoca anlatmıştı:
Menderes hoyrat bir acele ile İstanbul’u imar etmeye kalkıştığı zaman hocanın her gün yürüdüğü yoldaki yaşlı ağaçlar kesilmiş ve gövdelerinden sızan özsuları keskin bir koku ile yol kenarında bir derecik oluşturmuş (ki buna “ağaçlarda kanama” da denirmiş!). Manzaranın tesiri ile gözlerinden yaşlar süzülürken, nereden çıktığı belli olmayan bir adam usulca “Ben şimdi bu adamın akıbetinden korktum kızım” demiş.
Malum, akılla mantıkla açıklamakta aciz kaldığımız çok kötü günler yaşıyoruz. Ama sadece “kapital” ile açıklanabilecek bu vicdansızlık da aldığımız nefesi bize haram ediyor!
Meşhur “döne döne” redifli gazelde Necati Bey’in muradı farklı elbette. Ama el-insaf, aklıma da başka bir şey gelmiyor:
“Çıkalı göklere âhım şererî döne döne”
Yeter, yazıktır.
***
[1] http://www.meydangazetesi.com.tr/gundem/kagit-toplayicisi-10-yildir-atanamayan-ogretmen-cikti-h59213.html
[2] http://www.evrensel.net/haber/265599/suriyeli-2-cocuk-sopayla-dovulerek-olduruldu
[3] http://www.milliyet.com.tr/bu-tatsiz-uygulamaya-hemen-son/gundem/ydetay/2183438/default.htm
[4] https://yesilgazete.org/blog/2016/01/22/cevre-ve-sehircilik-bakanligindan-atik-kagit-toplayicilarini-issiz-birakacak-uygulama/
[5] http://bianet.org/bianet/toplum/133664-kagit-toplayicilardan-van-a-destek