Çocuklarımın, çocuklukları olsun istiyorum. Çocuk gibi yaşadıkları, nefes aldıkları, ağaçlar arasında koşup oynadıkları, gökyüzünü seyre daldıkları bir çocuklukları olsun. Çünkü biliyorum ki gelecek ancak böylesi sağlam bir temelle onlara sağlam bir hayat sunabilir.
Çocuklarımı evde eğitiyorum. Her gün dünyanın onLar için hazırladığı paketi yavaş yavaş açmalarını izliyorum.
Ama elbette hayatın başka alanlarından da etkileniyorlar. Medyadan, toplumdan… Çocukluğun yavaş yavaş ortadan kaybolduğunu izlediğimiz bütün o alanlardan… Peki bu gerçekten istediğimiz bir şey mi?
Hayır, ben çocukluk fikri ortadan kalksın istemiyorum. Çocukların iyiliği için, çocukluğu muhafaza etmek durumundayız. Ayrıca çocukluk toplumun ve dünyanın iyiliği için de gerekli. Çocukluğu yeniden talep etmek zorundayız.
Nasıl mı kaboluyor çocukluk?
Yazar David Elkind bir hayli zaman önce bizi bugünler konusunda uyarmıştı, ama biz dinlemedik. 30 yıl önce “The Hurried Child: Growing Up Too Fast Too Soon” (Aceleye Getirilmiş Çocukluk: Hızlı ve Ansızın Büyümek) adlı bir kitabı yayınlanmıştı. Kitabın en yeni baskısı 2001 yılında yapıldı. Elkind, artık çocukluğun tamamen ortadan kaldırıldığını değil, başka bir şekilde yeniden icat edildiğini de söylüyor.
Ona göre bütün bu süreç çeşitli kavramlar çerçevesinde oluyor. Biri çocuk eğitimi, okul, çocukların tüketicileştirilmesi, ekranların çocukların hayatları üzerindeki etkisi, çocukların güvenlik nedeniyle eve kapatılması…
“Bu kitabı ilk yazdığımda, kültürümüzün çocuklara yüklediği stresi sorun ediyordum. Bunun onların ruh sağlıklarını nasıl etkileyeceği idi asıl problemim. Bugün ise yeni teknolojilerin yarattığı bir şen yaşam tarzı, çocuğu fiziksel açıdan da büyük bir tehlikeye atıyor.”
Yukarıdaki cümleler Elkind’e ait. Araçlar ve teknolojiler çocukluğu bir tür eğlence parkına dönüştürüyor. Ama aynı zamanda onu kırılganlaştırıyor, bağımlılaştırıyor, daha da önemlisi çocukluğu görünmezleştiriyor.
Çocuklar ve erişkinler yüzleri ekranlara değil, birbirlerine, birlikte okudukları bir kitaba dönük daha çok zaman geçirdikçe, çocukluğun ömrü de uzayacak.
Çocukluk tekil, hayatta bir kez yaşanan, içinden yavaşça geçilmesi gereken bir dönem. Batı’da ortalama yaşam beklentisinin 80 yıl olduğu düşünülürse, hayatın yalnızca 25’i çocuk olarak yaşanıyor. Hızla içinden geçip, başka evrelere gidiyoruz sonra.
Kayıp çocukluğu geri getirmek hiç kolay değil. İşin kötü tarafı onu çekiştirmek, itelemek, biri bize geri getirsin diye rüşvet vermek, onun hakkında okumak, yazmak da işe yaramayacak.
Elbette derdimiz hayatımız boyunca çocuk kalmak değil. Ama çocukların, çocuk olarak yaşamaları gereken zamanın tadını çıkarmalarını sağlamak. Ebeveynlik, onları büyütmek değil, anlarını yaşamalarını sağlamak böyle bakınca…
Çocukluğa dönmek, hayatın marjlarını da yeniden keşfetmek anlamına geliyor.
Richard Swenson sınır kavramını şöyle tanımlıyor: “Bizimle sınırlarımız arasında kalan bölgeye denir marj. Beklenmedik durumlarda bulunacağımız yer olarak ayırırız o alanı.” Bu arada kalmış alanda çocukluğun büyüsü şekillenir. Çocuklarımız hayata bu alanda aşık olur ve onu sürdürmeyi öğrenirler.
En sevdiğim ebeveyn kitaplarından biri Simplicity Parenting (Basit Ebeveynlik) adını taşıyor. Yazarı Kim John Peyn çocuklarımızın hayatlarını basitleştirebileceğimiz öneriler sunuyor. Tavsiye ederim. Çocukluğu geri kazanmanın yollarından biri hayatı basitleştirmek gibi görünüyor çünkü.
Ama atılacak ilk adım çocukluğun ortadan ne kadar hızla kaybolduğunu fark etmek olsa gerek. Biliyorum ki ebeveynler bilerek çalmıyorlar çocuklarının çocukluklarını. Ama çocukluk üzerinden verilen bu savaşta en az pay da yine çocukların, onlar bu savaşa dahil olamazlar. Çocukluklarının ne şekilde ellerinden alındığını fark ettiklerinde ise hepimiz için çok geç olacak zaten.
Onların çocukluklarının bekçisi biziz. Gelin bu sorumluluğun hakkını verelim sahiden.
Çocuklarımız buna değer.
***
Jamie Martin, Steady Mom