O yorgunlukla nasıl akıl ettim bilmiyorum, sen uçaktan indikten bir saat sonra anneannenin kollarındaydın. Ben eve koşup bir gece öncesinin kanından, kirinden, gözyaşından ve tozundan bile kurtulamayıp uykuya kanıverdim. Derdim önce iyice bir dinlenip, temizlenip, sonra sana koşmaktı. Ev ve giysiler o tozla kalamazdı. Biraz hastalıklı bir durum kabul ediyorum. Artık her on dakikada bir, en azından elimi yıkamaktan, derim kurudu ve ince çatlaklar oluştu. Dertlenmiyorum… Başladı derinden bir temizlik. Birazı her zamanki gibi akıl temizliği. Komidini, üzerindeki ıncık cıncıkların habire yerlerini değiştirerek tozunu alma halim takdire şayandı ve o an fark ettim ki Armine’nin, sesinin en yumuşağıyla sana söylediği sözleri kendime tekrarlıyordum. Ortada yatıştırılması gereken bir bebek yokmuş, ben sadece evimin tozunu alıyormuşum. Ve buna ihtiyacım sonsuzmuş…
Şakarcaan, pambakcaan, canııs, şirincaan, anuşcaan… (şekercaan, pamukcaan, canıım, şirincaan, güzelcaan… Bu sesin verdiği huzur ve mutluluğu ömrüm boyunca özleyecek olmanın acısıyla, şimdi sadece yazabiliyorum…)
En güzel kucakların gülü olma haline alışığız bir haftadan beri ya, pusetini, yükümüz daha da artmasın diye evde bıraktığımız için uykuların da, bu en güzel kucaklarda oldu. Opera Sanatçısı Bogos’un birbirinden güzel şarkılarıyla, Deniz’in uykuya dalışın uzadıkça, sözlerini sürekli tekrarlayıp durduğu “annem annem” şarkısıyla ve yine ve elbette Armine’nin havaalanına gidiş yolunda söyleyip, beni kelimenin tam anlamıyla salya sümük ettiği ninniyle uyudun bir hafta. Şimdi benim, senin için uydurduğum ninniler seni keser mi bilemiyorum.
Sen günün birinde bu şarkıları unutma diye, bu seslerin peşine düşüyorum. Heyecanla, önemsiz gibi gözüken; ne bileyim Aris’in senin için aldığı çocuk deterjanı kutusu gibi şeyleri bile sana ulaştırmak için toplayışım gibi, bu ninnileri, kendi seslerinden senin için topluyorum. Bugün çarşamba, Ermenistan havasından kopamadık bir türlü Aris Amcan birkaç gecedir bizde kalıyor ve bu sabah olanlar bunlar;
Ben-Toycular yar can
Elinde mercan
Ben sana hayran
Oy aman aman
(maalesef her zamanki gibi 2. kıtasını bilmiyorum…)
Aris-Bu sabah kalktık ve hepimizin dilinde bu şarkı vardı…
Birimiz Türkçe birimiz Ermenice söylüyormuşuz hepimiz de bir yerlerden duyduğumuzu düşünüyormuşuz…
Ben hatırladım birgün Yerevan’da takside çalıyordu bu…
Valla öyle billa öyle…
Aytül sana ordan takılmış
Toy oyun şarkısı
İşte bana da bu gruptan kalmıştı bu şarkı…
Zülal adlı kadın vokal müzik grubu…
Ve işte Ermenice versiyonunun sözleri …
Benim tatlı yarim
(Ermenice bulduğum bir kaynağa göre, yar bir bahçede uyuya kalır. Sevgili gelir ama onu uyandırmak istemez ve uykusunda onu seyir eyler… Ve bu şarkıyı yazar…)
Benim tatlı yarim
Bahçede uyuyor
Meltem vuruyor
Döşün açılmış yarim…
Metem vurmuş açmış göğsünü
o parlak göğsün yarim
Ayı bile aydınlığıyla besliyor
Seninle aydınlanan gece bulutları
Yarimin kalbindekileri görmüş de açmış önünü ayın…
Ve senin gözlerine uykudan bir duvar örmüş
Turnalar görmüş içindeki acıyı ve
Gelip almış tüm içindeki kötülükleri…
Turnalar görmüştü içindeki acıyı…
Yar Nay Nay Nay
Çeviri: Aris Nalcı
Sen büyüdüğünde akıl, fikir ve muhakeme sahibi genç bir adam olduğunda, bu satırlar sana ne anlatır bilemiyorum ama bana anlattığı tek şey ne kadar birbirimizen olduğumuz, ne kadar etle tırnak olduğumuz. Güzel oğlum, dandini dandini dastananın 4. kıtasında –ki yok aslında o kıta, sana özel- uyuyuverdin. Yanına kıvrılıp bu kasvet yüklü İstanbul havasından kurtulmak isterdim. Ama yazma güdüsü ağır bastı. Şimdi kocaman bayrak manzaralı evimizin oturma odasındayım. Aklım Sovyetik evimizin yatak odasında. Sen babanla beraber, aynı yatakta, en güzel rüyalardasın. Ben, evimizin yatak odasında, özel hazırlanmış çalışma bölmesiydeyim. (Bu ev içinde oyuncak bir micey maus ve kids yıkamalı bir çamaşır makinesi olduğu için kiralandı ve bu incelik bile beni benden almaya yetiyor.) Nefes seslerinizi duyabiliyorum ve Parajanov okuyup Nigarı düşünebiliyorum. “Hatırladım. Ertesi gün ben çarşaflarımı astım…”
Aris, Müslüman Tatar kızı Nigar’ın, Parajanov’la evliliğinden sonra abileri tarafından öldürülüşünü anlatıyor. Bogos, gezdiğimiz Edebiyat Müzesinde, 1915 senesinde, bir gecede evlerinden toplanıp katledilen 600 Ermeni aydını anlatıyor. İçlerinden bir tanesinin başına gelenleri sadece Kemal’e anlatabileceğini, bana anlatamayacağını söylüyor. Biraz ısrarın ardından, canlı iken derisi soyularak öldürülen yazar Taniel Varujan havamızı ağırlaştırıyor. Gözlerimizde yağmur bulutları, tahtaları gıcırtayan eski müze binasından dışarı atıyoruz kendimizi. Bir böceğe bile yaşam hakkı tanıman gereğinin sözleri; şimdi, şu an, sana anlatır gibi aklımdan hızlıca geçiyor. Değil mi ki bir insan, üstelik Anadolu’nun bereketli topraklarındaki varlığı, Sünni Müslüman Türk’lerden de eski bir halkın aydını, yazarı, çizeri… Sonraki günlerde Soykırım Anıtı’na gitmek için yeterli gücü kendimizde bulamıyoruz. Aris, Kevork, Deniz, Daniel, Bogos, Aytül, Kemal, Armine ve Serin olarak iyi ve güzeliz ya, konjektürel politikaların üzerinde birşeyler paylaşıyoruz ya, bu romantik ve Ararat’ıyla efsaneleşmiş, sovyetik şehirde gezinebilme mutluluğunu yaşıyoruz ya bize yetiyor.
Can Dündar, katıldığımız tv programında soruyor: “Başbakanın, süreriz burada çalışan kaçak Ermenileri… Sözlerini söylediğinde orada mıydınız?”
Aytül- Hayır. O sözledi biz gittik…
CD- peki sizi orada nasıl karşıladılar?
A- Çok çok sıcak… Orada Türklere karşı büyük bir öfke yok. Biz buradaki Ermeni arkadaşlarımıza çok daha fazlasını çektiriyoruz. Sokakalarda bağıra çağıra Türkçe konuşabildik ve kimse bize yan gözle bile bakmadı. Koca koca bayraklar görmedik mesela.
…
ve program hızlıca bitiveriyor.
Paskalya sofrasından yükselen kahkahaların ve neşenin arasında ne kadar da mutlusun. Yüzünde gülücükler, yediveren gülleri gibi çoğalıveriyor. Doğumundan beri benimle olan, endişe ve panik duygularından, yavaş ve rahatça kurtulup temizleniyorum. Bahar kapımızda. Bahçemizde çiçek açıyorsun. Kısa şortlu hallerin, hayallerimi süslüyor. Çıplak ayakların, güneş gözlüklü beyaz yüzün, iştahla yediğin en taze yemekler… Memelerim eskisi kadar rağbet görmüyor. Yavaş yavaş sona geldiğimizi hissediyorum. Olsun oğlum. Varsın olsun…
“Annen sana hayat topluyor
Annen sana yıldız topluyor”