Ben sana hep böyle hayran hayran bakarım. İstediğin kadar uzun emebilirsin, istediğin kadar gözlerime bakabilirsin. Çünkü ben senin gözlerinde her şeyden uzağım. Çünkü senin gözlerinde İstanbul’dayım.
Prova ve gösteri günü seni ihmal ederiz belki deyip korktuk ya, hemen annelerden yardım istedik. Bir buçuk günlük ayrılığımızda hem sana taze süt olsun hem de benim memelerim rahatlasın, böylelikle de süt üretmeye devam etsin diye pompa ile süt çektim. Hemen ertesinde azaldı sütüm. (Belki de bir tesadüf bu ama içimdeki kötülük pompadan dolayı diyor ısrarla) Artık eskisi gibi tazelenirken cayır cayır yanmıyor memelerim, kaya gibi, taş gibi olup büyüyüp genişlemiyor. Birkaç gün kendime bile itiraf edemedim ama sonrasında annemle ve kuzenimle paylaştım sıkıntımı, ahlar vahlar içinde. Televizyonların gündüz kuşağındaki annelik programlarına baktım, interneti anne olduğum için kullandım. Sıcak su presleri, rezene, papatya çayları, kaynak suda duş almalar derken kanaat getirdim ki artık sütüm az ve ikimizde bu azla yetinmeliyiz. Bu arada beraberliğimiz beşinci ayında ve senin kat kat olan küçük bedenin endişeye mehal olmadığını söylüyor aslında. “Ana yüreği” denilen bu olsa gerek.
Garajİstanbul’un düzenlediği “Namus Oyunları Festivali”ndeyiz. Festivalin Ceylan Önkol’a ithaf edildiğini Kemal’den öğreniyorum. Henüz normalleşmemiş hormon seviyemin de katkısıyla, gözlerim bulut olup yağıyor. Bugün bu satırları yazmadan önce yavru Ceylan’ın annesinin sözlerini yine Kemal’den biliyorum. Malum benim tüm zamanım senin, yo hayır hiç şikâyetçi değilim. Dün gece uyuyamadığım için ve seni artık bedenimin, sürekli oradan oraya taşımak zorunda olduğum bir parçası gibi algılamaktan yorulduğum için, maaşlı ya da duygusal bağa yaslanarak seni büyütmenin zahmetini hiçbir kadına yıkmak istemediğim için, Kemal bana ancak yardımcı olabildiği için ve tüm dünyam senin kusmuğun, senin bezin, senin sağlığın ve senin huzurun olduğu için yoruldum. Yoruldum da ağladım.
“çocuğumun parçalarını topladım çocuğumun parçalarını topladımçocuğumunparçalarınıtopladımçocuğum unparçalarınıtopladımçocuğumunparçalarınıtopladımçocuğumunparçaları.”
Çekirdek ailemin akşam oturmasına iki ara bir derede hazırladığım elmalı pay ve çay boğazımdan geçmez oldu. Artık her an sokaklarda kulağıma çalınan zehir dolu ırkçı sözler yetmezmiş gibi, medya en ağır provakasyonu her gün ve her gün yapmıyormuş gibi, küçük evimizin duvarlarına yapışıyor bu sözler. Pparçalarını topladım… Bu akşam, sen karşımda uzanma koltuğunda mışıl mışıl en melek halinle uyurken, otuz koca yıldır süren savaş, üzerine benzin dökülmüş ateş gibi parlıyor. Artık her anım kaygı ve huzursuzluk dolu. Boş çatıya çıkıp avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Hiçbir tutarlılığı olmayan kardeş söylemlerinden bıktım usandım artık. Kimse farkında değil mi Ahmet Türk’ün soyadı bile Türk, kimse farkında değil mi hiçbirimiz tek kelime Kürtçe bilmemekteyiz. Habil ile Kabil’den biliyoruz kardeşin kardeşe ettiğini. Hemen arkasından adalet ve eşitlik gelmiyorsa kardeşlik koca bir yalan. Her ilde kanun uygulamaları farklılaşıyorsa, İzmir’de Dolapdere’de görmezden gelinip, Diyarbakır’da çocuklar en az 10 yıla mahkûm oluyorsa kardeşlik koca bir yalan.
Rojda’nın arkadaşı Serap molotof kokteylinden aldığı yanıklardan kurtulamayıp, bir ay sonra öldü. Tokat’ta ölen askerlerden Cengiz’in amcası bu anlamsız savaş bitsin, başka Cengiz’ler olmasın diyerek ağladı. Ben en küçük kuzenlerimden birini “Acelen neydi hiç değilse şimdi gitmeseydin” diyerek uğurladım askere. Boynunu bükerek “Napayım abla, iş bulamıyorum” dedi. Sesi titredi.
Sen karşımda mışıl mışıl en melek halinle uyuyorsun ve kardeşin olsun istemiyorum. Seni kıskançlık ve kötülüğe boğmak istemiyorum. Kendimden biliyorum. Annemin karnını her gün okşaya seve beklediğim, adını koyduğum kardeşim Aytaç doğduğu zaman, o çıplak geldiği için dört gün çırılçıplak gezmişim. Yetmemiş, o daha küçücükken gözlerini oymak istemişim. Beşiğini benim boyumdan yukarıya almışlar. Bunlar hatırlamadıklarım. Acıyla hatırladığım, psikologlara taşınıp durduğum ve bir daha asla suçluluk duygusunun peşimi bırakmayacağını anlayıp kabullendiğim anda ise minicik melek Aytaç’ın elinin, cayır cayır yanan gaz sobasına uzanışı var. Seyirci kaldım. Kurtarmalıydım.
Gösteri gecesi tombik bedenim, acıyan dikiş yerlerim ve seninle olan ilk ayrılığımız dışında her şey gayet iyiydi. Gösteri sonrası söyleşide “bir erkek çocuk yetiştiriyorum ve artık yaşamımdaki feminist vurgu daha da önemli ve öncelikli” dedim. Belki de ilk kez senin adına karar verme cüreti gösterip, “oğlumun feminist olmasını çok isterim” diye ekledim. Pırıltılı bir genç kız babası olan Aydın, yanı başımda uyardı hemen. “Evet ama çocuklarımız bize hep isyan edecekler”. Biliyorum ve bu isyankâr tavrı, gelişime ve değişime olan inancımdan dolayı ayrıca destekliyorum . “Hiçbir kadına, kadın olduğu için dudak büküp hişt bile demesin, bana yeter” diyorum.
Şimdi televizyonların haber saatlerini takip ederken, vicdanı olsun yeter diye ekliyorum.