İlk kez İztuzu’na çocuk yaşta gittiğimde, daha önce görmediğim genişlikteki kumsal, geceleri gelip yavrulayan kaplumbağaları koruma çabası, bir de sivrisineklerin bitmek bilmez saldırıları kazınmıştı zihnime. Yumurtalara zarar vermemek için kumsala güneş şemsiyesi bile koyulmadığını, hava karardıktan sonra da plaja girilmediğini hatırlıyorum.

Çevreci hareketlerin pek de yaygınlaşmadığı 80’li yıllarda bu tarz bir duyarlılık öyle bir kazınmış ki zihnime, yıllarca nerede bir deniz kaplumbağası görsem korumaya kalktım desem komik olacak ama yok değil böyle enteresan anılarım. Bundan 6 yıl kadar önce Muğla Ekincik’te bir deniz kaplumbağasının denizin içinde belirivermesiyle, kocaman kocaman adamlar düşüvermişlerdi hayvancağızın peşine. Annemin arkadaşları ile kızlarından oluşan östrojen oranı yüksek ekibimizden özellikle en gençler olarak ben ve Başak’ın can havliyle atılmasıyla kaplumbağayı o meraklı erkek güruhundan korumayı misyon edinivermiştik kendimize. Kaptan Cousteau bozması adamlar ve onlara alkış tutan eşlerinin imalı bakışları karşısında yoktan bir dernek uydurup, “Ekincik Carettaları Koruma Derneği” olarak kaplumbağadan uzaklaşmaları gerektiği yönünde ültimaton çakıyorduk deniz kaplumbağası görmemiş yurdum insanlarına.

Bir yandan İztuzu plajının özel bir şirkete ihale edilmesine tepkiler sürerken, uzaklardaki Karayip adası Jamaika’nın Ocho Rios bölgesinde, kendini deniz kaplumbağalarına adamış Mel’i görünce tekrar hatırladım bu absürt sahneyi. İnsanların deniz kaplumbağalarını çorbasını yapıp yemek ve sırtından çeşitli süs eşyaları yapmak için avlamakla kalmayıp, yumurtalarını çalıp yediklerini de öğrenince (Kimi Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi afrodizyak özellikleri ve ömrü uzattığı gerekçesiyle Sri Lanka’da da bunun yaygın olduğunu duymuştum) bizim memleketin meraklı Cousteau’cukları pek masum göründü gözüme ne yalan söyleyeyim. Oysa deniz kaplumbağalarının yediği deniz süngerleri gibi toksik maddeler pişirilse bile yok olmadığından, deniz kaplumbağası eti ölümcül zehirlenmelere yol açabiliyormuş (özellikle çocuklarda).

Emekli olduktan sonra Jamaika’ya yerleştiğinde deniz kaplumbağaları hakkında hiçbir şey bilmeyen İngiliz Mel (Melvyn Tennant)*, ilk kez evinin yakınına yumurta bırakmaya gelen deniz kaplumbağalarını gördüğünden beri kendini nesli tükenmek üzere olan bu canlıları korumaya adamış kendini. Oracabesa’da yumurtadan yeni çıkan deniz kaplumbağalarının denize ulaşmalarını izlemek üzere toplaşmış kaplumbağa meraklılarına yıllardır yaptığı çalışmayı, bireysel bu girişiminin şimdi nasıl daha örgütlü ve etkin bir hale geldiğini anlatıyor doğa bilimci titizliği ve hassasiyetiyle. On yıl önce yüzde sıfıra yakın olan başarılı üreme oranı bugünlerde yüzde 90-95’e ulaşmış.

Dört ay boyunca her gece ellerinde fenerler, kuluçkaya yatmak için sahile çıkan deniz kaplumbağalarını öldürmeye çalışan halkı kovalamakla başlamışlar işe. Sonra sabahları da nöbet tutmak gerektiğini çünkü insan denen mahlûkatın gündüzleri de yumurtaları çalmak için geldiğini fark etmişler. O yıl gelen 49 deniz kaplumbağasının yaptığı 3 yuvadan 350 tane yavru kaplumbağa denize ulaşırken, bu sene 21 bine yaklaşmış durumda toplamda denize ulaşan yavru sayısı. Anne kaplumbağanın yumurtaları bıraktığı yeri tespit edip, yuvanın üstüne sineklik koyup kumla kaplıyorlar, on dokuzuncu yüzyılda şeker kamışı plantasyonlarındaki farelerle mücadele etmek için Jamaika’ya getirilen firavun fareleri (mongoose) yumurtaları yemesin diye. Gece dişi kaplumbağa yumurta bırakırken trans durumundayken ölçüp fotoğrafını çekip isim veriyorlar ve bir etiket takıyorlar. Böylece nereye giderse o kaplumbağayı takip edebilir hale gelmekle kalmıyor, hem de her kaplumbağa için bir envanter ve plajın neresine yumurta bıraktığına dair harita oluşturabiliyorlar. Anne kaplumbağa yumurtaları bırakır bırakmaz insanlar çalmasın diye gece bıraktığı ayak izlerini plajı süpürerek yok ediyorlar.

Dünyadaki sekiz deniz kaplumbağası türünden, Türkiye’ye gelen özellikle Dalyan, İztuzu’nda adını duyduğumuz Caretta carettalar, Karayipler’de görünenler ise şahin gagalı (hawksbill) deniz kaplumbağaları. Deniz kaplumbağaları yuvadan çıkıp denize yürürken adeta doğal bir GPS aracılığıyla koordinatları beyinlerine işleniyor, bu yüzden minik yavruları alıp denize bırakmaya çalışmanın iyilik taşlarıyla cehenneme giden yolu döşemekten ibaret olduğunu hatırlatalım. Yavrular kendileri denize ulaşmalı ki üreme yaşı geldiğinde yumurtalarını bırakabilmek için doğdukları yere geri gelebilsinler. İki yılda bir yumurtlayan bu deniz kaplumbağaları yine doğdukları yere, Jamaika’ya geldiklerinde Mel’in deyimiyle “Jamaikalılaşıp” birçok partnerle cinsel ilişkiye giriyorlar ve spermleri depolayıp 15 günde bir yumurtladıkça yumurtaları bırakmak üzere sahile geri geliyor ve bir seferde yaklaşık yedi yuva yapabiliyorlar.

Nesli tükenme tehdidi altındaki bu deniz kaplumbağaları doğal haline bırakıldığında yüzde 30’luk bir kayıp yaşanıyor denize ulaşana kadar, bu yüzden denize ulaşma oranını artırmak için yavrular yuvadan insan eli yardımıyla çıkartılıyor. Hazır olup olmadıklarını kontrol ettikten sonra yavrulara saldırabilen büyük balıkların koyda olmadığı saatlerde yani, güneş batmadan bir buçuk saat önce çıkartılıyorlar yuvadan. (Bunu öğrenene kadarsa Mel’in telefonda bize niye saat dört buçukta yuvadan çıkacaklar gecikmeyin dediğini anlayamamıştık bir türlü.)

Denize atılan poşeti denizanası sanıp yiyince hastalanan Mama Edda Leatherback’in Reggae Band tarafından kurtarılışını anlatan, Reggaeci Shaggy’nin şarkılarını yaptığı müzikli hikâye kitabı favorilerinin arasında olan bizim evin yavru kaplumbağası Serena ise Mel’in detaylı anlatımını pür dikkat dinleyip 170 adet minik yavrunun denize ulaşma yolculuğunu adeta huşu içinde bir merakla izledi. Buradaki lakabıyla “kaplumbağa adam” Mel’in de dediği gibi bütün bu çabaların kalıcı olmasının asıl koşulu yerel halkın, özellikle de geleceği bu canlıların geleceği ile koşut çocukların diğer canlılar ve doğayı gönülden sevip sahiplenerek yetiştirilmesi. Okuyup anlatmak önemli de insan gözleriyle görüp, teni tenine değdi mi daha bir coşku ile bağlanıyor diğer canlara, canlılara. Mesela civar okullardan çocuklar Dalyan’da kaplumbağaların nasıl yuva yaptıklarını ve yavruların denize ulaşma çabalarını görmeleri için İztuzu’na götürülse olmaz mı? Yoksa artık okul gezileri sadece cami ve türbelere mi yapılacak Yeni Türkiye’de? İnsanların yiyip içtikleri, oturup kalkışları, yatak odaları, inançları, inançsızlıkları yerine sürüngeniyle, uçanıyla, yüzeniyle, fotosentez yapanıyla yapmayanıyla, demem o ki evrenin bilip bilebildiğimiz tüm diğer canlılarıyla birlik ve beraberlik içinde yaşamasının koşullarına yorulsa keşke kafalar…

*”Kaplumbağa Adam” Mel,  TEDxJamaica konuşmasında sürecin detaylarını kısaca anlatıyor, meraklılar için “Kaplumbağa Adam” Mel