Daha uykuya dalalı 10 dakika olmuş… Yan odada uyumakta olan bizim beklenmedik bir ömürlük misafirimizi her saniye özleyebiliyoruz. Hiçbir şey bu kadar çok sevilmiyor cidden. O uyurken ya onun çamaşırlarını seve okşaya ütülüyoruz, ya sürekli yenileri çekilen fotoğraflarını düzenleme bahanesiyle gözümüzün önünden geçiriyoruz ya da onun hakkında konuşuyoruz. Uzun süreli uykularını fırsat bilip bazen bizim de kendimize zaman ayırdığımız oluyor elbette. Ama inanın o anlar bile aslında bebeğe adanmış şu günlerimizin en acımasız dakikaları oluyor. Onunla zaman geçirmek bazen çok zor olabiliyor. Hele ki birisi yanımda yokken ve o bana yapışmışken. Onun çaresiz size bağlı olduğunu bilmeniz elbette bir kere bile oflamanızın önünde duruyor ve bunu asla yapmıyorsunuz. “Cidden daha önce neyi bu kadar sevmiştim ki? Neyi bu kadar koşulsuz kabul etmiş her şeyiyle benimsemiştim ki?” sorularını birbiri ardına sıralıyor insan.

Gazı, kakası, aşısı, egzaması, emmesi, kusması, salyası derken 5. Aya yaklaştık bile.

Dünyanın en anlayışlı adamıyla geçirdiğim 9 ay boyunca hayatımda unutamayacağım deneyimler yaşadım. Bu sürenin uzunca bir kısmını çalışarak geçirdiysem de son iki ayında hayatımda hiç yapmadığım kadar keyif yaptım. Sadece 9 kilo alarak geçirdiğim hamileliğimdeki tek ve en büyük sıkıntı normal doğumu çok istememe karşın bebeğimin dönmemesi oldu. Annesi gibi dik başlıydı oğlum ve hiç mi hiç dönmeye niyeti yoktu. İnternetten okuduklarım ve tecrübelerinden faydalandığım insanlardan öğrendiklerim doğrultusunda Çınar’ın dönmesi için, suyun içinde amuda kalkmaktan tutun da bacaklarımı olabildiğince havaya dikmeye kadar her şeyi denedim. Onun döneceğine ve benim normal doğum yapacağıma olan inancım, günün belli bir kısmını pilates topunun üzerinde geçirmemi sağlıyordu. Elbette çatımın rahat açılması ve rahat bir doğum yapmak için tek başvurduğum yöntem bu değildi. İlker’le birlikte taşların gücüne ve benim normal doğum yapacağımıza olan inancımız, bizi uygun taşlara yönlendiriyordu. Koruyucu olan ‘Mercan’ı sürekli boynumda taşıyor ve deniz suyuyla şarj ediyor, ‘Amazonit’iyse doğumu rahat yapabilmem için çantamın bir köşesinde tutuyordum. ‘dönmek’le ilgili ne kadar şarkı varsa repertuarımıza almış habire Çınar’a onu söylüyorduk. En çok da “dööön bebeğim dön çaresiz başıııı(n)…”ı. Hep umutlu ve huzurlu olmamıza karşın olmadı işte bir şeyler aksi gitti ama sadece fazladan dikişler atıldı. Şimdi onlar da geçti. Hele 6. aydan sonra daha fazla hareket özgürlüğüm olacak.

Büyüyor Çınar!

Her gün yeni bir haline tanık oluyorum. İşten de bu yüzden ayrılmadım mı zaten?

Ayrıldım mı? Aslında evet. 6 ay ücretsiz izin kullanmak aslında benim ve bütün annelerin yasal hakkı. Ama ne yazık ki günümüzde çoğu özel kurum bu hakkı annelere vermiyor. Anneler de el kadar bebelerini evde anneanne, babaannelere ya da bakıcılara bırakıp işe koşmak ve evin geçimini sağlamak zorunda kalıyor. Bazı ülkelerde (araştırmadım bu yüzden kesin söyleyemem) annelerin doğum izinlerinin 2 yıl olduğunu bile duymuştum. Bence mantıklı! Çünkü bebekler zaten anca kendilerine geliyorlar. Ben de evime son derece uzak olan iş yeri ve belirsiz çalışma saatlerinin bebeğim ve benim için iyi olmayacağını düşündüm. Hem ben işteyken ve babası da yokken ona kim melodika çalar ve onun çalmasına yardım ederdi ki?

Sütün sağıp dondurucuya atmak iş değil ama ya aşk?

En iyi ihtimal bebeğim, sütümün stresten kesilmesi dolayısıyla mamaya başlardı. Onu akşamın bir yarısı ancak kucaklayabilir, kazandığım parayı da olduğu gibi Çınar’ıma ne olursa olsun benim gibi bakamayacak, ona benim sıcaklığımı veremeyecek bakıcıya bırakmak zorunda kalacaktım. Herkes benim kadar şanslı olmuyor elbette. Ya da daha doğrusu gözü kara. Yarını düşünmekse bugünden çok erken. Hem başka bir hayat biçimi de mümkün olmalı!