“Öğretmek boş bir bardağa su doldurmak gibi olmamalıdır. Öğretmek, her öğrencinin kendine özgü bir yolla yolculuk ettiği hatta belki de doğru yerde olup olmadığını sorguladığı bir su akıntısı oluşturmaktır. Sonuçta modern bilim böyle başlamıştır.” – Noam Chomsky
“Eğitici/öğretici/zeka geliştirici ve faydalı” oyuncakların Türkiye’deki önemli ismi Zekids geçenlerde bir blog yazısı yayımladı. Bence çok önemli bir yazı, hatta Zekids ve benzeri oyuncakçılar adına oldukça cesur bir özeleştiri ve bu oyuncakların müdavimi olmuş anne babalar için de bir çeşit uyarı yazısı. Umarım tüketicileri bu yazıya gereken değeri verir.
Yazı özet olarak şöyle diyor: Sevgili hırslı anne baba, çocuğunun küçücük yaşta yoğun eğitimle mutsuz olma ihtimali Einstein olma ihtimalinden çok daha yüksek. O yüzden sürekli öğretici anne baba olmayı bırak, eğlenmeye iyi vakit geçirmeye bak. Hayat zaten yeterince sıkıcı…
Gelişim odaklı eğitici oyuncaklar, modern ebeveyn olmanın en gerekli araçlarından birisi olarak lanse edilerek girdi hayatımıza. Çocukla boş boş zaman geçirerek zaman kaybetmek yerine ona bir şeyler öğretmenin çok önemli olduğuna inandırıldık. Öyle ki ay ay gelişimine uygun öğretici oyuncağı çocuğunun önüne koyamayan anne baba hep biraz buruk, biraz yetersiz hissetti kendini. Acaba bir şeyleri eksik mi yapıyorum? Acaba çocuğumun gelişim sürecine müdahil olup şu yapbozu önüne koymasam zekası yeteri kadar gelişmez mi? Doğru zamanda, doğru fayda sağlayan oyuncağı çocuğunun önüne koyduğuna inanan anne baba ise 18 aylık çocuğunun beklendiği gibi 2’li 3’lü yapbozları ya da kutu oyunlarını eksiksiz tamamladığını gördüğünde olanları çevresindekilere zafer edasıyla anlattı. İyi bir anne baba olmanın derin tatminini yaşadı içten içe. Anne babalar zafer sarhoşluğuyla ‘aferin’lere ‘bravo’lara boğdu el kadar 14-15 aylık bebeleri.
Peki biz bu saçmalığın içine nasıl düştük? Dünyada ticari olarak sömürülmeye en açık tüketici grubu çocuk sahibi anne babalar bana kalırsa. Ebeveynlik, hakkında her türlü bilgiyi edinmek için koştur koştur çabaladığımız, gerekli olduğuna inandırıldığımız tonlarca malzeme için kapı kapı dolaştığımız karmaşık bir uzmanlık alanına dönüştürüldü. Bu uzmanlık alanının gereklilikleri üzerinden anne babalık yapmaya başladık. Sanki baktığımız çocuklar bizden ve bizim hayat hikayelerimizden bağımsızmış gibi… Birileri iç sesimizi ve içgüdülerimizi çöpe atmamız için bizi ikna ederken, kafalarımız yapılması gerekenlerden ve ikinci el bilgilerden geçilmez oldu. Kalbimizse her daim iki arada bir derede.
Bakın Zekids ne diyor: “Kanmayın abartılmış zeka geliştirici oyuncak pazarlama tekniklerine lütfen! Emin olun çocuğunuzun saatlerce oynaması gereken şey, bu zeka geliştirici oyunlar değil. Bu kutuların içindekilerle oynayacakları kısa süreler, inanın onlara yeterli olacaktır. Her boş zamanlarında önlerine çözmeleri gereken bir zeka oyunu koymayın. Amacı sadece kazanmak olan, hırslı, öfkeli, yetinmeyi bilmeyen, duyarsız ve kazanmak uğruna her yol mübahtır felsefesiyle yaşayan ama zeki insanlardan bıkmadık mı hepimiz? Duyarlı ve mutlu insanlara ihtiyaç duymuyor muyuz?”
İlkokul öncesi erken dönem eğitimin gerekliliğine bir türlü ikna olamayan bir anne olarak bu tür eğitici/öğretici/zeka geliştirici ve faydalı oyuncaklar silsilesine hiç kaptırmadım kendimi. Arada almışlığım, eve hediye gelmişliği vardır elbet ama hiç özel bir amaçla yaklaşamadım bu oyuncaklara. Bana göre bir yaş civarı tencere, tava ve mutfak robotunun parçaları gibi malzemelere merak salan oğlum mutfağı talan edip bu mutfak aletleriyle oynarken gayet yaratıcılık gerektiren bir yapbozla haşır neşir oluyordu. Önce emekleyip sonra yürümeye başladığında, ardından tırmanmak, atlamak, zıplamak gibi daha karmaşık fiziksel aktivitelere geçtiğinde bence muhteşem bir fizik ve matematik bilgisine erişiyordu kendi içinde. Hece hece, kelime kelime konuşmayı sökerkenki zekası hayranlık vericiydi. Eline aldığı her nesneyi bir bilim insanı gibi önce uzun uzun inceleyip, sonra binbir çeşit deneyden geçirirken ve tüm bunları vücudundaki her hücreyi dahil ederek yaparken inanın yaşadığı odaklanmayı kıskanırken buluyordum kendimi.
Bence bebekler bu dünyaya aşırı bir merak duygusu, öğrenme hevesi ve en önemlisi tüm gelişimlerini borçlu oldukları muhteşem bir öğrenme yeteneği ile geliyorlar. Bu yüzden bir şeyler öğrenmek için yetişkinlere zannedildiği kadar ihtiyaç duymuyorlar. Hangimiz “Çocuğuma yürümeyi ve konuşmayı ben öğrettim” diyebiliriz ki allah aşkına?
Yetişkinlerin çocukların öğrenme süreçlerini yönetme ve kontrol etme isteği o kadar yüksek ki, çocukları, öğrenmeleri gerektiğini düşündükleri şeylerle doldurdukları boş bir bardak olarak görmekten kendilerini alamıyorlar. Chomsky’nin tarif ettiği bu öğretme biçimi bende bir anne olarak ciddi bir ‘ayma’ya sebep oldu diyebilirim. Merak çağında olan ve sürekli sorular soran oğluma çoğunlukla yetişkin dünyamdan en doğru cevapları bulup vermeye çalışırken yakaladım kendimi. Sanki her zaman en doğru diye bir şey varmış ve ben de onu biliyormuşum gibi. Yani boş bardağa su doldurmaktan ibaretti benim yaptığım da.
Öğretme sevdamı rafa kaldırıp oğlumun sorduğu soruların cevabını kendisinin bulması için onu teşvik etmeye başladığımda (sorularla ya da hareketle canlandırarak) bazen yetişkin cevaplarına, çoğunlukla da çok daha yaratıcı cevaplara kendisinin ulaşabildiğini fark ettim. Verdiği cevapların doğruluğunu ya da yanlışlığını realistik yetişkin dünyamdan yargılamak yerine, bir soruya ne çok farklı seçenekle cevap verebildiğine şaşırdım. Yetişkin aklımla, çocuk aklının tadını daha çok çıkarmaya başladım. Hatta yetişkinlerin tüm sıkıcı, realist ve seçeneksiz halleriyle çocuk aklına hiç acımadan çatır çatır müdahale ederek kendilerine benzetmeye çalıştıklarını gördüğümde hayattan böyle bir güzelliğin bu kadar erken kaybolmasına üzüldüm. Büyümek nasılsa bize benzetecek onları, aceleniz ne demek istedim.
Elbette bizler ve hayatlarındaki diğer yetişkinler çocuklarımıza bir şeyler öğreteceğiz. Ancak bu öğretme biçimi sürekli boş bardağa su doldurma şeklinde gerçekleşiyorsa, zeka gelişimi için sadece bilmem kaçlı yapbozdan, bilmem kaçlı kutu oyunundan medet ummak oldukça anlamsız görünüyor gözüme.
Amerika’da gittikçe yaygınlaşan Homeschooling (tam Türkçe karşılığı olmasa da evde eğitim olarak çevrilebilir) hareketinin destekçilerinden muhteşem eğitimci John Holt’un dediği gibi çocuklarımıza incelemeleri, keşfetmeleri, üzerinde bol bol deney yapmaları için içinde yaşadıkları dünyayı önlerine sermek, sadece yardım istediklerinde müdahale etmek, kendilerini ifade etmek ve anlatmak istediklerinde onları can kulağıyla dinlemek ve en önemlisi bunların dışında kalan tüm zamanlarda hep biraz geride durup onların yollarını tıkamamak çok daha anlamlı geliyor bana.