(Yazarın imla tercihlerine dokunulmamıştır.)
Ela iki ve dört buçuk yaşındayken iki yazı yazmıştım Uzunçorap’a. Derin kulaçlarla yüze yüze, geldik yedi yaşa. Yazı yine Bozcaada’dan.
- Uyku konusunda kafam hala çorba. Bi uyu demişim, bi uyuma… Hayatının her saniyesini limonlukta sıka sıka, kalan son damlaları bile ziyan etmeden yaşadığını biliyorum ama okullusun artık. Hafta içi gecelerdeki her beş dakikacıklarının pazarlığı bana çok fena koyuyor ama uyumalısın, okula gitmelisin. Çok okumaktan, ne bulursak öğrenmekten başka çaremiz yok bu ülkede çünkü.
- Pancar aşkındaki istikrarlı çizgine hayranım, pembe çişe ikimizin de hala yarılarak gülebilmesi harika bişey. Ancak şu pancar liderliğindeki çiğ sebze destanının arkasına sığınarak ilan ettiğin ‘dijitaryenlik’ olayını pek de iyi anlamadığını düşünüyorum. Define Büfe’de sosislileri inleyerek indiren ben miydim muhterem dijitaryen kardeşim? Niye ‘hipokrasi’ lafına takılmadın ki, daha güzel bi laf, hem büyüdüğünde daha çok işine yarayacak. Yemezler canım, o tabaktakilerin hepsi bitecek.
- Boşuna yırtmışım kendimi ota boka ağlama diye. Artık nerdeyse hiç ağlamıyorsun, en son ne zaman kaprise niyet edip de ağladığını düşündüm bulamadım bile, çok gurur duyuyorum seninle. Hatta bazı gecelerin 3’ünde tuvaletten gelen kahkaha seslerinden azıcık tedirgin oluyorum ama ailede patlak lastik pek çok olduğu için ve vaktiyle bolca ‘The Ring’ seyrettiğim için kafaya takmıyorum. Zaten bu memleketin uzunca bir süre daha mutluluk göreceğine dair umudum kalmadı, ileride ağlayacak çok şeyin olacak kızım, sakla gözyaşlarını.
- Hala gördüğün herkese delirmiş bir yavru kedi gibi yapışman müthiş bişey… NameTest yapsan ‘Sarılmanın profesörüsün’ çıkarsın, Kırkpınar’a gitsen Altın Kemer’le dönersin. Sarılma aşkını psikologluk bulacak herbokologlar her zaman olacak, okul koridorlarında ‘Öpücük Manyağı geliyooo’ diye köşe bucak kaçacak çocuklar da… Baktın karşındaki hiç hazetmiyor, bunalıyor ya da ortam çok Bayan Rotenmayır, asaletinle uzarsın. Ayrıca başta ben olmak üzere sarmanlığınla bedavaya terapi yapan çok insan da biliyorum. Millet hangi yaşlarında tüm bunları yeniden keşfetmek için, ne astral seyahatlere çuvallarla paralar döküyor, bi bilsen… Takma kimseyi kafana, sarıl bolca. Öp.
- ‘Yapacam yapacam’ tutturmalarının mutasyonuna hayranım. Çoraplarını kulaklarına giyme gayretinle başladığımız sonu bilinmez yolculuğunun, günümüze Kipa poşetlerini maket bıçağıyla kese biçe ailemize ve tüm kedi camiasına kışlık kıyafet olarak yansıması bir anne için gurur verici tabi ki. Fakat şu rollerbladeleri yine de benim yanımda deneme lütfen, baban talipmiş madem, ben bakamam. ‘Bir’ anne için gurur filan dedik zaten, ‘bir Türk Annesi’ demedik… Ha bak bi de ‘yapacam yapacam’ performansını bir güncük olsun şu leş odanı toplamaya denesen?? Benzin döküp yakacam o odayı.
- Fiko’nun sana getirdiği kirpi anını unutma demişim fakat bu Bozcaada’nın Il Postino tadında bir yer olduğunu hesaba katmamışım. Bu tatlı insanların her kıyağını not alsan, Çağan Irmak’ın haklı tahtı senin olur. Bak verdim fikri, yürü ordan, ağlatma şimdi beni.
- Şarkı ve dans konusunda süper gerilediğini üzülerek belirtmek zorundayım. Böyle şeylerin kaidesi / ayıbı olmaz, halt etmişler. Yıllar geçtikçe acayip bakışlar, kinayeler filan daha da çok olacak zaten, ‘sabidir, ne yapsa yeridir’ kontenjanından faydalansana yahu. Mercury, Uma Thurman, Björk zamanın geldi senin…
- Anaokulundaki 3 senelik Ph.D.’ni başarıyla tamamlamanın ardından, ilkokul 2. sınıfa eriştik. Yeni bir şeyler öğrenmeye bu kadar hevesli olduğun, ağzındaki emziği çantanın ön gözüne saklama vakitlerinden belliydi, Antarktika’ya taşınsak orda da okursun sen. Başımıza olup çıktığın Hakkı Devrim hallerin çok gurur verici ama her sene başı ‘ödev’ denilen aile faciasında da minicik bi parlasan keşke, defterlerinin üstünde tepinmeli cinnet geçirmek benim de hoşuma gitmiyor ama bu ödev denilen şeye mecburuz galiba… Ha bi de matematik ödevlerini sadece babana kontrol ettirmen biraz moral bozucu, ilkokul 2 seviyesine çok şükür hala hakimim, teessüf ederim. Görmediğimi sandığınız çakal sırıtmalarınızı, integral vakitleri bol zılgıtlı halaya dönüştüreceğimi bilmenizi isterim.
- Okula gitmeye sahiden bayıldığını biliyorum ama orda olan herşeye inanma kızım. Misal okulda broşür kılığında dağıtılan bazı olayların karşılığı, bizim takvimimize göre Sulubahçe’den yolladığımız mesajlı şişenin Naxos’ta bulunduğu büyük bayramlı gün olabilir. Gitmediğine bozulduğun Kutlu Doğum Haftası bir çocuğun pinyatalı doğumgünü değildi mesela. 2 uzun parmak arasına sıkıştırılan başparmağın bazı çocuklara komik, sana ‘küfür’ geldiği günden beri bazı şeylere ayındığını anladım hafiften ama unutma lütfen: Hayatta neyin senin kitabın olacağına / hangi şiirlere hönkürerek ağlayacağına / gece yatmadan önce hangi kahramanların yerine kendini koyacağına / hangi şarkılarla dünyaya kafanı dimdik tutacağına / kime sırılsıklam aşık olacağına / ne saçmalıklara popo sallayacağına büyüdüğünde sadece sen karar vereceksin. Şimdilik; mis gibi iyot kokan bir binada, 11 kişilik bir sınıfta, sevgi dolu öğretmenlerle ve gayret dolu gönüllülerle birlikte nefes aldığını, öğlen aralarında babanla balık tutabildiğin / ayaklarını denize sokabildiğin çok şanslı bir yerde olduğunu unutma ve hep takdir et lütfen… Bu ülkede okumaya diye gidip yangında ölen kızlar da var, okula hiç gidemeyenler, dağları aşarak okula gidip öğretmen bulamayanlar da…
- Bi çıplaklık mevzu varmış; aman yok, konu KHK olarak kapanmıştır, etraf Gargamel dolu artık. Fakat kılık olaylarını iplememedeki sabit çizgine hastayım. Sana çok zamandır sıfır kilometre bişey alamadık diye üzüldüğümde, geridönüşüm konusundaki diplomalarını gururla getiriyorum gözümün önüne. Kılık ve oyuncak dükkanlarındaki ‘öpmeyecektim, sadece koklayacaktım’ hallerinin de ayrı büyük hastasıyım, dene dene bırak, dünyanın bütün AVM’leri senin kızım. Tatminkar bir çocuk olabilmeyi küçücük bir adada büyümeye borçlu olduğunu da sakın unutma: Kumsallarda bulduğun tüm tahta oyuncaklara, enginar mikrofonlara söylediğin tüm güzel şarkılara, Bilguş’ların dev pazı bahçesinde diktiğin tüm kıyafetlere Tinker Bell.
- Aydede’yi pusetle Beşiktaş’ta apartmanlar arası kovalamaktan, odanın penceresine alalı 5 yıl oluyor nerdeyse. Bu aydede aşkının sendeki tam karşılığını hala tam olarak bilmiyorum ama full screen HD aydede seyretme keyfinin herkese nasip olmadığını çok iyi biliyorum. Sen geceleri açık hava dev sinemanı aşık aşık seyrederken, ben kafanın içindekilerin merakıyla kıvranıp sana bin kere daha aşık oluyorum, biliyor musun? Lolo Deden, Günay Deden, Hiko Dayın ne şakalar yapıyor acaba sana o yardımcı oyuncu yıldızlarından böyle tatlı tatlı kikirdemen için? Bir gün bana da söylersin umarım.
- Artık pırtlarını toplum içinde kontrol altına almanla övünmen güzel galiba biçok insana göre, ama çok da mühim bişey değil bence. Senin o mis la minör pırtlarına gelinceye kadar ne pis kokuları yelpazeliyoruz bi bilsen…
- Terrible 2 filan gibi icatlara takılmışım bi ara, ne saçmaymış, çok özür dilerim iki gözüm. Hatta o tuhaf icatlar yüzünden ne manasız toplara girmişim, onlara daha da büyük özür, terrible olan benmişim… Aybik’imin beynimde beat box yapan lafına sözüm olsun: Pozitif ayrımcılığa son! Annen bir çok şeyi çok geç idrak eder kızım, yaz bunu bi kenara, anlatıcam bi ara.
- Meşhur insanlara sıradan insanlar gibi takılmana hala bayılıyorum. Dilara, Berkun ve Masis’i Youtube’da her seyredişinde, akşama niye bize gelmiyolar diye dertlenmeni bi şekilde çözdük sayılır. Fakat Nejatoğulları Abi’nle tanıştığında, Mick Jagger görmüş genç kız gibi kızarman ve incecik telden ‘tepedekiiiii çimenliiiiiiiiiik’ diye titreşmen neydi yahu? Ayyy kız sen büyüyor musun be çaktırmadan?
- Hayvanlara sevgin ve saygın çok iyi gidiyor ama dokunma konusunu bu kadar büyütmen çok manasız. O sahil güvenliğin uyuz Rintintin’ini senin bacağını dişlediği gün, cesaretini de kemirmiş nazikçe. Fakat Kalp ve Pakize’yle sarmaş dolaşken o korkular nereye gidiyor anlamak mümkün değil. Keşke kafandakilerin içini gösteren bi kanal olsa, sabah akşam seyretsem.
- Annanecin ve dedecine hala böylesine aşık olmandan çok mutluyum, güzel Türkçemizdeki –cim ekinin bu kadar yakıştığı iki mevki daha bilmiyorum. Onlardan bahsederken ‘yaşlı insanımız’ tonlamanı keşke dünyadaki tüm merhametsiz kalpler duysa da asfalt gibi erise diye geçiriyorum içimden. Yalnız şu Noel Baba’ya inanmaları hafiften bi bıraksan mı acaba yahu, deden gizli kahramanlık olayını daha ne kadar sürdürebilecek bilemiyorum. Ayrıca; süper tatlılığının yanısıra küçücük bir adada yaşadığına merhametlerinden sanırım, kan bağın olsun / olmasın Noel Baba kılığında ne çok insanın var senin be Kuzen Balki. Çarşamba günleri deli bir heyecanla mavi kamyonet beklemek de çok güzel, şehir ziyaretlerimizde bu tatlı insanlarla çok büyülü olaylarda fink atmak da… Bak yine bi Çağan Irmak kaçtı gözüme, ağlıyorum.
- O mis / ekşi kokun kaç yaşına kadar kalabilecek acaba? Üzüntülü günlerimin yaşam destek ünitesi, sevinçli günlerimin buz gibi Elvan Gazoz kokusu o koku. N’olursun hep kalsa be arkadaş? En azından geceleri…
- Yeni yeni beliren aşk meşk mevzularının hastasıyım. Okulda kim kimi seviyo, kim kimi öpmüş soap operalarını dinlemek çok eğlenceli. Aynı çocuğa 5 kız birden aşık olmanız biraz ilginç olmuş ama daha şimdiden aşk acısından yılman çok gereksiz be yavrum. Daha ne Cyrano’lar gelip gidecek, ne Romeo’lar karnında papatya tarlası açtıracak, ne Banderas’lar burnunda çağla badem kokusu bırakacak. Aşk çok güzel, koyverme hiç, boy ver.
- Farklı diller konusunda hala çok berbatsın, insan azıcık da babadiline özenmez mi yahu? Halanla 15 gün boyunca Minyonca konuşmak sana komik gelmiş olabilir ama bizim için biraz yüz kızartıcı, halan Rüzgar Gülleri’nin adını ‘Bananaaaa’ zannediyor bile olabilir. Ayrıca o mekmokmoriks değil, memory stick. Tüniviforkiçırt değil, 24 Kitchen.
- Özgüvenini daha bu yaşta patlatmayı başardın, tebrikler. Bir an bile tereddüt etmeden annanenle tatile veya bir arkadaşına pijama partisine gitmene senin adına çok seviniyorum ama sen gidince babanla ikimizin Kent Şeker’in buruk bayram reklamları gibi kalakalmasını hiç sevmiyorum. Bulgaristan, Mısır ve Japonya için para biriktirdiğini biliyorum, 40’lı yaşlarına filan denk gelmesi dileğimle. (Deniz Abi’nle kurduğunuz hunhar hızlı feribot planından da haberim var, seni tek başına 1 saat denizde bırakmam için Mr. White’ın bize gelmesi lazım, o kaskı öyle pis saklarım ki…)
- Benden ziyade babanı takipte kalmaya devam, evin akıl ve fikir müdürü kendisi biliyorsun. O olmasa ne bahçecilik, ne balıkçılık, ne tamircilik, ne tavukçuluk, ne ısınmacılık, ne inşaatçılık, ne müzikçilik, ne de inleten yemekçilik görürdük bak bu Sulubahçe gettosunda. Lodos–poyraz ikilisi efendi gibi davrandı diyelim, iki başımıza maksimum 1 ay hayatta kalırdık. Babandan hayat boyu ne kaparsan, öp de cebine koy güzel kızım, ben anca laylaylom… Günün birinde niye büyük bir şehirde daha fıstık imkanlarla büyümedim diye hayıflanıp bize gönül koyacak olursan, kocaman bir Dünya küresi al önüne, bu miniminnacık adayı bul ve 7 yaşındaki Ela’yı hatırla. Israrla burayı ‘ülke’ zanneden o küçük kızın kendinden büyük muhteşem kahkahaları, senin bir soru bile kaydırmadığın cevap anahtarın olacak.
Memleket her gün ayrı yangın yeri, ayrı kepazelik, ayrı utanç artık. Büyüdüğünüzde hepinizin ‘ulan hepiniz ordaydınız be’ demeye öyle bi hakkınız var ki… Çocuklarını hiç uğruna kaybeden annelere sımsıkı sarılmak istiyorum habire, nasıl nefes alabildiklerini düşünüp duruyorum. İçim ürperiyor be can yoldaşım, ya evde yoksan?
Aralık 2016, Bozcaada