Havaların ısınmaya başlamasıyla uzun zamandır gerçekleştirmek istediğimiz çadır kampı maceramızı gerçekleştirdik. Çocuk ile çadır kampını gözünde büyütenler ya da bir an önce gerçekleştirmek isteyenler için kendi deneyimimizi sizlerle paylaşmak istedim.
Semih ile kamp yapmışlığımız vardı ancak bizim kız ile yapmamıştık. Geçen sene eylül ayında gerçekleştirdiğimiz zorlu Karadeniz turundan sonra Gülse ile her yere gideriz dedik. (Karadeniz turumuzu da daha sonra sizlerle paylaşacağım).
Bu arada, bu mevsimde en fazla bir gece konaklamalı kamp alanı ve aktivitesi arayışına girdik. Tam “nereye gitsek?” diyerek bakınırken TEMA Eğitim Bölümü Başkanı arkadaşım Burcu, facebook’ta Kampa Gidelim mi Baba? etkinliğini paylaştı. Burcu gidiyorsa gidilir zaten diye başladım araştırmaya.
Kampa Gidelim mi Baba?
Sayfasına girdiğim etkinlik, birkaç vurucu cümle ile cazip hale gelmişti gözümde. Özellikle “öğretilmiş sınırlara karşı duran” ve “çocuklarıyla birlikte eğlenmeyi amaçlayan” gibi laflar güzel gelmişti bile. Bir de üstüne kayıt yaptırdıktan sonra detaylı mailler ile bilgilendirmeler yapıldı. Özetle, doğada en az çöp bırakacak şekilde yaşamayı hedefleyen, mümkünse yanında tohum getirip eken, çocuklarına elektronik oyuncaklar getirmeyen kişilerin katılmasını istiyorlardı. Bu, bol çocuklu bir etkinlik olduğu için çok cazipti. Bir de ilk kamp tecrübesi olanlar için de yol yordam göstermesi bakımından gerçekten faydalıydı. Bu işi öğrendikten sonra zaten bu tür etkinlikleri istediğiniz zaman istediğiniz yerde kendi başınıza da yapabilirsiniz.
Bizim katıldığımız tarihlerde Düzce, Kocayayla’ya gidilecekti ve hava yağmurlu olabilirdi. Buna rağmen zor gelmedi gözüme. Hazırlığımızı iki günde tamamladık. Gülse’ye iki gün kala kampa gideceğimizi, çadırda uyuyacağımızı, ormanda yürüyüşler yapacağımızı, ateş yakacağımızı söyleyerek detaylı bir şekilde anlattık. Gidelim mi? diye sorunca çok heyecanlandı, inanamadı. Sık sık “anne banka (kampa) ne zaman gidiyoruz? diye sordu.
Yol ve Ötesi
Sabah erken saatte yola çıktık, eşyamız çoktu. Çadır, uyku tulumu, ocak, bardak, tabak, çatal, kaşık, su, yiyecek, battaniye, yedek kıyafet, fener, çakı kamp yolculuğunun olmazsa olmazları. Bir de çocuk varsa yedek kıyafet ve iki, üç ayakkabı en işe yararı da yağmur çizmesi, mutlaka olmalı. Kampın ilk dakikalarında suya giren, annesi ayakkabısını değiştirince yine giren ve babasını Düzce’ye ayakkabı almaya yolladığımız bir aile vardı, artık siz ona göre hazırlanın.
Yol 2 buçuk saat sürdü, bizim kız yol boyunca uyukladı ara ara gözünü açıp anne “banka geldik mi?” diye sordu. Buluşma noktasına yaklaştıkça doğa daha da güzelleşti. Sol tarafımızda akan suyun sesi, sağda yeşilin her tonu ve kuş sesleri derken karşımıza çıkan HES! Çok çok üzücü bir doğa katliamı, betonlaşma, toprağa ve suya erişim hakkını engelleyen, yerel halkın çevresini, yaşayışını ve hayatını toptan değiştiren, görmezden gelinen bir durum. Neyse ki Gülse uyuyordu ve “bu borular ne?” diye sormadı nasıl anlatılır ki çocuk aklına, benim bile aklım almazken…
Devam ettikçe doğa daha da güzelleşti. Buluşma noktasına vardığımızda Kampa Gidelim mi Baba? etkinliğini düzenleyen Alpay Oğuş bizi karşıladı. Annelerin daha çok kayıt yaptırdığını ve etkinliğin Anneli versiyonunu yapmak gerektiğini ayaküstü konuştuk. Anneleri evde bırakıp gelen babalar da vardı. Önde Alpay’ın arabası arkada 16 araç peş peşe konaklayacağımız Kocayayla’ya doğru harekete geçtik.
Kamp yerine vardığımızda çadırların nereye kurulacağını, ateşin nereye yakılacağını gösterdiler. Ona göre herkes hummalı bir çalışmaya başladı. Yarım saat içinde mahallemizi kurmuş, atıştırmalıklarımızı çıkarmış, çayımızı demlemiştik. Bu arada 36 çocuk vardı etrafta ve özgürce koşup oynuyorlardı. Kamp alanının etrafı sularla çevriliydi her yerden akan suyun sesi geliyordu.
Çocuklar çadır kurma işinde çok eğlendiler. Hava beklenmedik şekilde güzeldi, hemen değerlendirmeli, uzun bir yürüyüşe çıkmalıydık. Toplandık ve yürümeye başladık. Çocukların bazıları şimdiden yorulmuştu. “Anne kucak” diye ağlayanlar, kucakta uyuyanlarda vardı tabii ama çoğunluğu çok meraklı bir şekilde yürüyüşe katılıyor, çevrede gördükleri çiçekleri, böcekleri inceleyip sulara girip çıkarak tadını çıkarıyordu.
Bizimki normalde zor yürüyen bir çocuk olmasına rağmen yürüdü. Kendisine bir sopa buldu baston yaparak, zaman zaman en arkada kalarak yürüdü. İlgisini çeken her şeyi detaylı bir şekilde inceledi, sorular sordu, sulara girdi, yokuş aşağı her yerde koştu ki bu çok sevdiği bir şey. Bir ara “kucak” dedi “yürüyemiyorum” dedi ki o zaman herhalde iki kilometre olmuştu yürümeye başlayalı. Ben de yorulmuştum, hava da çok güneşliydi kendimizi çayırlara bıraktık. Burcu, yanında çocuklara vermek üzere TEMA’nın gözlem kutularından getirmişti. Gülse boynundan hiç çıkarmadı. İçine koyduğu tohumları üstündeki büyüteçle inceledi.
Vardığımız tepeden aşağıda eski ahşap yayla evleri vardı. Yaza hazırlıklarını yapmışlar, toprağa sebzeleri ekip, kapı pencereyi kapatıp köylerine gitmişlerdi. Terk edilmiş bir yere benzeyen 8-10 haneli yerleşim yeri çocukların çok ilgisini çekti. Evlerin etrafında koşuşturup oynadılar içine girdikleri boş bir evde bir süre dolaştılar. Sonra bir başka tepeye doğru tırmanıp bir soluk alma zamanı gelmişti. Alpay çocuklara “haydi tepeden aşağı yuvarlanmaca oynuyoruz” deyince çığlıklar havada uçuştu. Bıraktılar kendilerini tepeden aşağı çayırdaki çiçeklere doğru. Bazı büyükler de çocuk oldu yuvarlandı gitti tepeden aşağı.
Dönüş daha hızlı oldu. Kamp alanına geldiğimizde biraz da çadırların etrafında oynadılar. Akşam olmadan yemek işine giriştik. Üç aile ortak bir sofra kurup bol bol yedik. Hava soğumaya başladıkça erkekler odun toplamaya gittiler. Çocuklardan bazıları da babalara eşlik etti.
Toplanan odunlarla kocaman bir ateş yakıldı. Yakılan ateş bizim kızı çok heyecanlandırdı “anne etrafında şarkı da söyleyelim” deyince şaşırdım, nereden geliyor bu romantizm? diye. Ateş yakılınca, bence bütün gün çocukların ne kadar eğlendiğini en iyi anlatan, ayakkabı ağacı yapıldı. Islanan ayakkabılar ateşe doğru kurumaya bırakıldı. Annelerin bazıları “inşallah kurur bütün ayakkabıları ıslandı” diye endişelerini dile getirirken bazıları da ıslak kıyafetleri nereye assak diye bakınıyordu. Hava kararınca herkes sandalyelerini alıp ateşin etrafına geldi. Mısır patlatıp, köze patates soğan atıp ateş etrafında ısındık. Saat 8 buçuk olduğunda çocuklarla bir gece yürüyüşü daha yapıldı, kafa lambaları ile kör karanlıkta yol bulmaya çalışarak eğlendiler.
Saat dokuz olduğunda hiçbir çocuk “ben uyumayacağım” demiyordu aksine “çok uykum geldi, yatalım” diyenler çoğunluktaydı. Çadırımızı mahallenin en uç noktasına, ağaçların bittiği ve suyun yanımızdan akıp gittiği bir alana kurmuştuk. Gülse ile uyku tulumlarımıza girer girmez ısındık. Uyumadan önce “anne iyi ki geldik kampa teşekkür ederim” dedi ve uykuya daldı.
Ben de bir süre suyun sesini dinledikten sonra uyumuşum sabah saat 6’da bir mucizeye uyandım. Günlerden 4 Mayıs’tı. Doğada gerçekleşen mucizelerden biri olan şafak korosunu dinliyordum. İnanamadım. Dünyada 28 ülkede birden 4 Mayıs 2014 sabahı gerçekleşecek olan “Uluslararası Şafak Korosu Günü” ayağımıza gelmişti. İstanbul’da insanlar bu yıl, bugün gün doğumunda buluşup şafak korosunu dinleyeceklerdi. Bizim ise tepemizdeydi şu anda ve yattığım yerden kulakları sağır eden bir sürü farklı kuş sesi ile doğrulup çok mutlu oldum. Evet, iyi ki geldik gerçekten, dedim.