“Divandaki Britanya” (Britain on the Couch) ve “Ailenize Karşı Nasıl Ayakta Kalabilirsiniz” (How to Survive Family Life) adlı kitapların yazarı Britanyalı psikolog Oliver James‘in 23 Mayıs 2004 Pazar günü Observer‘da yayımlanan “Untold Damage” başlıklı yazısı sosyal psikolog Üstün Öngel tarafından çevrildi.
Çocukluk dönemi cinsel istismar kurbanları daha yüksek oranda psikolojik rahatsızlık riski altındalar.
Çocuklukta yaşanan cinsel veya fiziksel istismarın, psikolojik rahatsızlıkların en önde gelen sebebi olduğu yönünde çok kuvvetli kanıtlar mevcut -ve muhtemelen istismar, genlerden çok daha önemli bir etkiye sahip. Bu konuda yapılmış 13 araştırma incelendiğinde, manik-depresif rahatsızlık veya şizofreni teşhisi konmuş kadınların fiziksel veya cinsel istismara maruz kalmış olma oranları, en düşük yüzde 51, en yüksek yüzde 97 olarak görülüyor.
Rahatsızlıkları bir spektrum içinde değerlendirdiğimizde, bir başka araştırmaya göre, kişilik sorunları veya zayıf gerçeklik algısı gibi sorunlar yaşayanların ve “ben, ben, ben” diyen zayıf kimlikli kişilerin yarıdan fazlasının da aynı şekilde çocukluk döneminde istismara maruz kalmış kişiler olduğu ortaya çıkmış durumda. Fakat bu gerçekler, genetik açıklamalara bel bağlayan biyolojik psikiyatristler tarafından nadiren ele alınıyor.
Çocukluk dönemi cinsel istismarı beynin bazı bölgelerinin küçük kalmasına da sebep oluyor. Sözgelimi, duyguların yönetildiği “hippocampus” bölgesine bakıldığında, çocukluğunda istismara maruz kalmış kadınların bu bölgesinin, istismar yaşamamış kadınlara kıyasla yüzde 5 oranında küçük kalmış olduğu görülüyor. Amygdala bölgesiyle ilgili bulgular da aynı doğrultuda.
Cinsel istismar ne kadar erken yaşta yaşanırsa, “hippocampus”taki kayıp o kadar yüksek oluyor, kadının benlik algısı o kadar zayıflıyor ve bunun sonucunda o kadar çok sayıda alt kimlikler oluşuyor. Rahatsızlığın hangi biçimde ortaya çıkacağı bile bu durumdan etkileniyor.
İstismara maruz kalmış şizofrenler, istismara maruz kalmamış şizofrenlere kıyasla daha fazla halüsinasyon deneyimi yaşıyorlar. İstismar ne kadar şiddetli yaşanmışsa, kişinin sesler duyması, olmayan şeyleri görmesi olasılığı da o kadar artıyor.
Çokça eleştirilmiş psikanalist Laing (1) de yaşasaydı bu etkileri aynen tespit ederdi herhalde. İstismara maruz kalan çocuklar, istismarın yaşanmış olduğu gerçeği ile yüzleşerek başetmek yerine, kendilerini bedenlerinden ayırıyorlar ve sanki tavana yükselip oradan kendilerine bakıyorlar. Böylesi bir gelişme, kendilerinin tamamen başka biri olduklarına inanmalarından bir adım öncesini oluşturuyor.
Laing’in kuramıyla ilgili çok meşhur bir örnekte, bir anne şizofrenik oğlunu hastanede ziyaret eder. Oğul, yanağından öpmek üzere annesine yöneldiğinde, anne birden bire donar ve başını öte yana çevirir; bunun üzerine oğlu da geri çekilir. Ardından anne “canım, anneni gördüğüne sevinmedin mi, öpmeyecek misin beni?” der.
Bu “ikili kıskaç” (2) olarak bilinen durumdur; ebeveyn birbiriyle tamamen çelişkili mesajlar verir ve çocuk, ne yaparsa yapsın sonuçta yaptığı yanlış olur. Nihayet, Laing’e göre, çocuğun önündeki tek seçenek farklı bir anlam dünyasına sığınmak olur. İlişkiye girdiği insanların söz ve mimiklerini olduğu gibi algılamak yerine, çocuk bu söz ve mimiklerin ve başka her şeyin daha derin, gizli ve daha sembolik bir anlamı olduğunu düşünmeye başlar.
Ensest “ikili kıskaçın” zirvesidir. Çocuğa, ebeveynin yaptığının doğal ve normal bir şey olduğu söylenir. Fakat aynı zamanda ona yapılan bu doğal ve normal şeyi hiç kimseye söylememesi istenir çocuktan; çocuk da neye inanacağını bilemez halde “delirir”.
Psikiyatristlerin Laing’in kuramını daha ayrıntılı incelemek adına hiçbir araştırma yapmaması ve psikolojik rahatsızlıkların en önde gelen sebebinin istismar olduğuyla ilgili çok kuvvetli kanıtlara gözlerini kapaması utanç verici bir durum.
(1) Britanyalı psikiyatrist/psikanalist Ronald Laing (1927-1989) “Bölünmüş Benlik” (The Divided Self, 1960, editörün notu: kitap Ergün Ahmet Akça tarafından çevrilerek Pinhan Yayıncılık arasından Türkçe’de de yayınlandı) ve “Aklı Başında Olma, Delilik ve Aile” (Sanity, Madness and the Family, 1964) adlı önemli kitapları ile bilinir. Altmışlı ve yetmişli yıllarda psikiyatri karşıtı akımın önde gelen isimlerinden birisi olmuştur. Şizofrenik durumun, yaşanan deneyimlere karşı verilen “doğal bir tepki” olduğunu savunmuştur.
(2) “Double bind” olarak bilinen bu kuram, antropolog Gregory Bateson (1904-1980) tarafından 1956 yılında “Bir Şizofreni Kuramına Doğru” (Toward a Theory of Schizophrenia) başlıklı makalede bilim dünyasına sunulmuştur. “İkili kıskaç” kuramı, bugüne kadar şizofreniyi anlamak adına atılmış en önemli adımlardan biridir.