Tamam, bir kızım bir de oğlum var, lakin karnımdaki bir kaza eseri değil; geç farkına varılmış bir gebelik falan da değil. Hamile kaldığımı öğrendiğimden beri aile ve yakın dostlar haricindekilerden haberi vermem üzerine gelen tedirgin soruların başında ‘nasıl oldu ya?’, ‘ne yapmayı düşünüyorsun?’, hatta iki kişi acıyarak kaç haftalık olduğunu sorduğunda, ben safça yanıtlarken ‘iyi iyi zaman var daha’ diyerek beni bu şekilde tebrik ettiler.
Aynı soruyu sıradan bir müşterimiz olan üçüncü kişiden alınca benzer bir yorum duyacağımı tahmin edip, o an ‘kürtaj’ sözcüğünü çocukların duymasına engel olmak adına ‘belli olmuyor ama 5 aylık’ diye uydurduğumda bir yandan bebeğe ay, hatta gün sayan şaşkınlık içindeki oğlum (Allah’tan şaşkınlığını burada konuşulmayan gizli dilimiz Türkçede dile getirdi), bir yandan da ‘bak büyümüş çocuklar, yardımcı olurlar’ diye beni gerçekten teselli etmek zorunda olduğunu düşünen müşterim, bir yandan da yüzüne gözüne bulaştırdığını anlayan ve ‘yok, ben gerçekten çok memnunum bu halimden inanın’ diye kendini bir nevi koruma altına almaya çalışan ben.
Ne yalan söyleyim, tepki beklemiyor değildim ama bu kadar açıksözlü neredeyse tamamen hissiyatsız denebilecek tepkiler beklemiyordum. Hani en fazla arkamdan söylenir, yüzüme söylenmez de uğraşmam, göbek şiştikçe de zamanla mevzu olmaktan çıkar diyordum. Çünkü düşününce, karnında dördüncü hatta beşinci bebeğini bile taşıdığını bana ilan eden hayatımda üç anne tanıyorum ve kesinlikle bunu öğrendiğimde çok samimi olarak sevindiğimi biliyorum ve hatta bana ‘hamileyim’ kelimesini sarfeden her hemcinsim gözümde o an Everest Dağı kadar falan yükselmiştir. ‘BEBEK’ten bahsediyoruz o an. Yolda olan küçük insandan. Nasıl üzülebilir ki insan buna? Neyine üzülür?
Bu bebek hakikaten sürpriz kinder yumurta bebeği falan değil yani. Uzun süredir çocuklarıma daha çok kardeş olsunlar diye yapmayı hayal ettiğim ama bazı nedenlerden dolayı devamlı ertelediğim planlanmış bir bebektir. Çok doğru, şanslıyım. Hem kız, hem erkek evlada sahibim ama ben sadece bu ikisinden bir tane daha istedim. Hatta bir taşla iki kuş vurmak istedim, ikiz istedim ama bir kuş çıktı yumurtadan…
Aslında şu anda oturduğum daire ortalama 60 m2 civarı olduğundan yapılması beklenen daha geniş olacak yeni evimize taşınıp orada bir tane daha çocuk doğurmayı düşünüyordum. (Metrekareye şaşırmayın. Zira Bosna-Hersek’te daireler genellikle 35-75 m2 arası olur. Şu anda yeni yapılan binalarda bile en fazla 95-100’e çıkmaktadır. Tahminimce, sebepler, ezelden beri aşılanmış Balkan mantığı ile küçük aile geleneği ve 7 ay süreli soğuk iklim şartlarından büyük alan ısıtamamak doğrultusundadır). Küçük dairemize sığamıyorum, eve geçince yaparım diye diye bir gece hani şu ardından günlerce etkisinde kaldığınız, devamlı göz önüne gelen, uzunca bir süre renkleri canlı kalan rüyalardan birini görürüm: Uğur böceği.
Rüyamda eşim ve çocuklarım bana, daha çok bir kaplumbağayı anımsatan, kabuğu porselen olan, çevirince elini ayağını oynatan çizgi film misali şirin mi şirin yüzlü iki avuç kadar bir uğur böceği alıyor. Güya bu uğur böceği bizimle uyumakta, aynı masada mama sandalyesinde yemek yemekte, hatta dışarı gezintilere bile çıkıyor. Kıpkırmızı, siyah benekli, konuşmayan ama durmadan gülümseyen bir uğur böceği. Rüyayı takip eden birkaç gün boyunca, normalde haşerenin olmadığı bir apartmanda yaşamanın rahatlığına rağmen, evimin her yerinde uğur böceklerine rastlamaya başladım. Pencerenin camının diğer yüzüne yapışmış bana bakan, içeri girmeyi başarıp perdelere konan, çalışırken birden laptop tuşlarımda gezindiğini farkettiğim, ellerime kendi gelen ve hatta arabamın dikiz aynasında bile bulduğum onlarca uğur böceği ile karşılaştım. Tarihe geçen kartpostal geleneğini ve kart koleksiyonumu konuştuğum ama rüyamdan ve evimize peş peşe göç eden böceklerden bahsetmediğim Avustralya’daki arkadaşım ertesi gün bana üstünde devasa bir uğur böceği olan bir e-card (elektronik kartpostal) yolladı. Kapanmasına beş dakika kala son müşteri olarak girdiğim marketteki kasiyer kadın market amblemi olan poşetlerden kalmadığını söyleyerek özür dilerken, aldıklarımı üstünde kocaman bir uğur böceği olan bir kağıt poşete koymaya başladı. Bunlar birkaç gün içinde olurken ve bu taraftan evde toplanan uğur böceklerini kavanozlara koyup lahana yapraklarıyla beslemeye çalışan ve bununla sevinçten kıkırdayan çocuklarıma öylece bakarken içimden kendime ‘neyi bekliyorum’ dedim. Hemen bir jinekoloğa başvurdum. Yeni gebelik için gereken muayene-tahlil ne varsa yaptırdım. Folik asit içmeye başladım.
Ha, bu arada tavsiye üzerine gittiğim epey ün almış bu jinekolog, kadın doğum ve hastalıkları uzmanı, yaşımı (37) öğrendiğinde ‘bir yıl gebe kalamazsanız, sakın üzülmeyin, nasılsa hem kızınız hem oğlunuz var’ dedi. Kendim ikiz olduğumdan ve hatta ikinci gebeliğimde de ikiz istediğimden bu gebelikte ikiz olma imkanının ne kadar olduğunu sorduğumda bana ‘bu yaşta bir tane tutturursanız, emin olun şanslısınız’ gibi saçma sapan bir şey zırvalayıp, gebe kalmayı başarırsam da yaşımdan dolayı bebeğe tüm testlerin uygulanması gerektiğini ekleyerek beni eve ağlamaklı yolladı. Beni soktuğu karamsarlıklar içinde evime doğru yol alırken, hatta neredeyse kaza yaparken, aklıma Avrupa bilhassa İskandinavya ülkelerinde 2, 3 ve hatta 4 çocuk için hükümet tarafından düzenlenen mitingler, doktorların gebelik öncesi ve doğum sonrası manevi teşvikleri ve ikiden fazla çocuklu ailelere devletin koşulsuz verdiği maddi destekler geliyor.
Avrupalı kadınların son yıllarda bu çabalar sayesinde düşüş yaşayan ülke nüfuslarına bulundukları ciddi katkılar ve konu ile alakalı uydudan izlediğim bazı belgesellerdeki sarı sarı İsveçli, Hollandalı çok çocuklu aileler geliyor aklıma. ‘Tekrar hamile kalmak istiyorum’ cümlemin üzerine benden önce tomarla para alan bu doktor nasıl olur da bu dünyaya normal doğumla zaten gayet sıhhatli iki çocuk getirmiş, beş dakika evvel ultrasonla yumurtalıklarının oldukça sağlıklı ve hatta ovülasyon günlerini bile not aldığı hastasına bunları söyleyebilir? Hayır, bir kadın doktoru, ‘bir kadın’ başka bir kadının neden cesaretini bu kadar kırmak isteyebilir ki?
Hiçbir açıklama bulamadığım gibi üstüne de AYNI AY HAMİLE KALDIM! Pozitif çıkan evde uygulanan iki gebelik testinden sonra hemen bir doğum uzmanından randevu aldım. Bilhassa rahimdışı hamilelik olasılığından, bunun ciddi anlamda tehlikeli olabileceğinden hemen bir doktora görünüp ultrason yapılması anne adayının sağlığı açısından çok mühimdir. Doktordan çıkıp haberi vermek için sabırsızlandığım çocuklarıma iki bebek eşyası aldım ve onları vererek tepkilerini bekledim. Son iki yıldır benden bebek isteyen ve hatta küçük gelen kıyafetlerini kardeşine saklamakta sürekli üsteleyen 5,5 yaşındaki kızım ‘bu yeni bebeğimiz için mi?’ diye hemen doğru tahminde bulundu. Karnıma baktı inanmadı önce, sonra inanır gibi olunca gözleri doldu. 8,5 yaşındaki oğlum ise uzun bir süre inanamadı. ‘Doktor mu söyledi? Hamilesin dedi mi?’ Onu buna inandırdığımda ise ‘kuzenlerim biliyor mu?’ ‘okuldaki arkadaşlarıma söyleyebilir miyim?’ dedi. Bir süre sonra onu mutluluktan sessizce ağlarken ve yaşlarını silerken buldum.
Katiyen batıl inançlarım yok. Uğur böceğinin uğur falan getirdiğine de inanmam. Her lisanda farklı bir ismi olan altı üstü bir böcek işte. Ama aylar sonrasına ertelediğim kararımı bu rüyanın çabuklaştırdığı benim için bir gerçek. Sanırım bu sevimli yaratık hayatımın sonuna kadar bana bu anları hatırlatacaktır. Basit böcekli bir rüyanın bu kadar etkili olması benim için şu anda içimde hala bir noktacık olan ve 9 aylık hakiki bir serüvene dönüşen enteresan bir anı oldu.
Herkese uğur böcekli rüyalar diliyorum..
* Bu yazı, gebeliğin yedinci haftası, ikinci ay ortasında yazıldı.
* Hamilelik Günlüğü’nün ilk yazısını okumak için tıklayınız.