Annem ve babam, ünlü insanlar değillerdi. Bırakın ünlü olmayı, babamı Kumburgaz eşrafı arasında da pek tanınmazdı. Çünkü o, tanınmayı, öyle her önüne gelene selam verip, boynunu ağrıtmayı seven bir adam değildi. Annem aksine, mahalledeki bütün kadınlar tarafından tanınır, sevilirdi. Ününün sınırları mahallemiz kadardı ama bu kadarlık ünün bile çocukluk anılarımda ağır bir yeri var… Şimdi, özellikle de medyada, iletişim sektöründe çalışmaya başladığımdan bu yana ünlülerin çocuklarının yerine koymaya çalışıyorum kendimi o kadarcık tecrübemle. Çünkü bir yanda onları, bir yanda onları izleyenleri yakından görme şansım var şimdi. Ünlülerle birlikte çocuklarının da “medyatik”leşmesi normal gibi geliyor insanlara… O çocuklarla ortak bir yanımız var oysa, onlar da biz de anne ve babalarımızı seçme şansımızdan mahrumuz…
O çocuklar, daha doğmadan, onları izleyen herkes tarafından tanınıyor. Nerede doğacağından tutun, burcunun ne olduğuna kadar bütün bilgiler, ileride belki de hiç karşılaşmayacakları insanların zihinlerine pompalanıyor. Pazar günleri hangi parklarda oyun oynayıp dizlerini kanattıklarından tutun da, büyüyüp genç kız olunca hangi marka rimel kullanacaklarına kadar, bütün kurgulanmış ayrıntılarla hayatlarımıza dahil oluyorlar… Ve bu konularda da kimse onlara “iyi de sen bunu istiyor musun?” diye sormuyor…
Kimi ünlü çocukları kendi yollarını seçmek için hepimizden daha çok mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Kimileri ise durumun sağladığı konfordan yararlanıyor. Bu konfor bedava değil. Çünkü ünlü birinin çocuğu olmak doğduğun andan itibaren paparazziler tarafından izlenmek, işgal edilmek demek…
Ünlü birinin çocuğu olmak, doğduğunuz andan itibaren magazin programlarının çoğu zaman ‘en alakasız’ başlıklarıyla haber olmaktır. Yetmezmişcesine birilerinin kucaklarında bir yerlere götürülürken burun deliklerine kadar yüzü kapalı örtülüp, ölüme sebep olacak şekilde taşınmaktır.
Bir zamanlar, ne zaman bir magazin programına rastgelinse Seda Sayan ve yeni bir evlilik dalgası, magazincilerin dilinden evde oturan anneannelerin, annelerin, komşu teyzelerin diline dolanırdı. Aradığı huzuru bir türlü bulamayan bir isim olarak anılan Seda Sayan’ın oğlu Oğulcan, hayatının büyük bir bölümünde annesinin attığı her adımı başkalarının gözünden takip etmek zorunda kaldı.
Maddi kaygılardan uzak yetişen bu çocuk, okuyacağı üniversiteye burssuz girmek için herhangi bir çaba harcamamış, özel bir üniversite kazanmış(!) ve üstüne üstlük çoğu insanın ömrü boyunca çalışarak elde edemeyeceği bir arabayı ödül olarak almıştı.
Oğulcan olmak, ekranın karşısında Seda Sayan’ı izleyen herkesin muhabbet çerezi olmayı peşin peşin kabullenmekti. Bunun Oğulcan’ın hayatına ne kazandıracağı ya da aynı hayattan neyi eksilteceği sorusu kimsenin aklına pek gelmiyordu…
Hülya Avşar’ın Zehra Bebek’i olmak
Hülya Avşar’ın anne karnında para kazanan bebeği olmak. Tüm Türkiye tarafından ‘Zehra Bebek’ olarak anılmak. Daha doğmadan namı alıp başını giden, gelmiş geçmiş en medyatik bebek olmak.
Herkes tarafından boyu posu santim santim ölçülen bu bebek, Türkiye’deki konuşulmayı en özlenmiş konuyu alevlendirdi. Bu kadar medyatik bir bebek daha yoktu. Anne ve babası tarafından da medyatik olmak konusunda olumsuz bir geri bildirim almayan Zehra Bebek, günün birinde ünlü birinin bebeği olarak, gittiği alışveriş merkezlerinde paparazziler tarafından da takip edilmeye başlandı.
3–5 kilo fazlalığı, yaşıtlarına göre yapılı bir çocuk oluşu, ayak numarası, her şeyi ama her şeyi milli takip meselesi haline geldi. Zehra Bebek, büyüdüğünü sadece anne ve babasına değil, herkese ispatlamak zorundaydı. Makyaj yaparken, giyinirken, kuşanırken her daim bir kamera ışığına maruz kalacak ve hayatını spotlarla yaratılan ışık-gölge oyununun içinde idame ettirecekti.
Güzel bir annenin kızı olarak daima güzelliğiyle boy göstermek zorunda olacak olan Zehra Bebek, aynı zamanda babasını cici annesinden olan kardeşiyle paylaşacaktı. Herkesin başına gelebilecek bu öykü bile, onun başına geldiği zaman ulusal bir meseleye dönüşecekti.
Peki Zehra Bebek’e kendisi olma fırsatı tanınacak mıydı bir gün? Zeyra Bebek kendisi olmak için isyan bayrağını çekmeyi akledebilecek ya da buna cesaret gösterebilecek miydi?
Gülben Ergen’in 3 bebeğinden biri olmak
Gülben Ergen, çok değil bundan birkaç yıl önce medyanın tufanına yakalanmış, o tufanın içinde harap olmuştu. Evliliğinden çok önce yaşadığı bir ilişkinin bedeli olarak medya olur olmaz görüntülerini yayınlamıştı. Bu görüntüler, yaşadığımız coğrafyanın zihniyetiyle değerlendirilmiş, Gülben Ergen eleştiri yağmuruna tutulmuştu. Gülben Ergen, bu olaydan uzun bir süre sonra evlenmiş, çocuk sahibi olmuştu.
Gülben Ergen’in çocuğu olmak işte tam olarak buralarda bir yerdeydi. Armudun sapı geriden gelir maalesef. İnsanlar, zihniyetlerini karanlık gölgelerden kurtaramadığı sürece, bakire annelerden doğmuş olmanın mutluluğunu yaşayacaklar. Gülben Ergen’in çocuğu olmak, peşin peşin yargılanmayı da göze almak oldu böylece…
Aslında, sıyrılmak. Kemal Sunal’ın oğlu olmak dev bir çınarın gölgesinde oturmak. Oturduğun yerden kalkıp, ‘ben o değilim’ dediğinde insanların önce “aaaa şuna da bak” diye başlayan cümlelerle yargılamalarına kulağını tıkamak. Sonra kendin için açtığın yolda ilerlemek için babanın hatırasıyla mücadele etmek zorunda kalmak… Ve nihayet, tam da Kemal Sunal’ın oğluna yakışır bir biçimde bağımsızlığını ve özgünlüğünü önce kendine sonra bütün dünyaya ilan etmek… bile insanları inandırmaya çalışmak ki sanırım bu en zoru! Babayla aynı işi yapmak ve sadece babasının oğlu olduğunu göstermek. Bunu gösterirken, o olmadan, kendin olmak…