2003 yılının nisan ayıydı. Rutin kontrol sırasında “yumurtalığında kist var” dedi doktor. “Çok önemsiz bir kist, bunu basit bir ameliyatla alalım”. Muayenehaneden çıkınca Akif’e “hemen çocuk yapmamız gerekiyormuş” dedim, durum fenaymış, 6 ay içinde hamile kalamazsam bir daha çocuğumuz olmayabilirmiş”.

Daha evli bile değildik. “Tamam o zaman” dedi Akif, “bence çocuğumuz olmasa da olur ama sen istiyorsan hemen yapalım”. “Şaka, şaka” dedim, “önemsiz bir kist varmış sadece, o alınacakmış”. Hayatımda yaptığım en kötü şakaymış meğer, farkında olmadan geleceği görmüşüm.

2007 yılında bilinçli bir anne adayı olarak “Ben hamile kalmaya karar verdim, tavsiyelerinizi almaya geldim” diyerek Birgül Hanım’a gitmiştim. Birgül Hanım genel bir kontrol sonrası her şeyin çok iyi göründüğünü söylemiş ve folik asit yazıp bol şans dileyerek beni yollamıştı. Aradan altı ay geçip de sonuç alamayınca araştırıp soruşturup Fatih Bey’in kapısını çalmıştım bu defa.

Fatih Bey birtakım testler isteyip beni kontrole çağırdı. Kontrole gittiğimde test sonuçlarının çok iyi olduğunu, bir ay sonra beni tekrar görmek istediğini fakat kesinlikle hastaneye değil özel kliniğine beklediğini söyledi. Elime de kliniğinin takvim, ajanda vs. gibi bilimum promosyon ürünlerini tutuşturdu. Bu işi ticarete döktüğü anlaşılan bir profesöre bir daha gitmedim tabii.

Bundan altı ay kadar sonraki durağım Ali Bey oldu. Hamile kalmaya karar vereli bir yıl olmuş ama hâlâ bir sonuç alamamıştım. Ali Bey de bir sürü test istedi ve bu testler sonucu hipotiroidi hastası olduğum ortaya çıktı. TSH seviyem normale döndüğünde yumurtlama takibine başlandı. Dört deneme sonrası hiçbir sonuç alınamayınca beni tüp bebek uzmanı Ayşe Hanım’a yönlendirdi. Ayşe Hanım tüp bebek denememize hiç gerek olmadığını, bu kadar yüksek maliyeti olan bir yöntemdense aşılamanın bize daha uygun olduğunu, hem zaten bizim görünürde hiç bir sorunumuzun olmadığını, “sebebi açıklanamayan infertilite” mağduru hastalardan olduğumuzu söyleyip aşılama uyguladı. Aşılama tutmadı.

Hamile kalmaya karar vermemin üzerinden iki yıl geçmişti. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine bu defa Erdoğan Bey’e gittim. O güne kadar yapılan ne kadar tahlil, çekilen ne kadar film varsa hepsini yanıma aldım. Erdoğan Bey tüplerimin tıkalı olduğuna, bir ameliyatla bu tıkanıklığın açılması gerektiğine karar verdi. Diğer yandan da Ayşe Hanım ikinci aşılama denemesine bekliyordu beni. İşte bu ameliyatı olsam mı olmasam mı, bir aşılama daha denesem mi denemesem mi diye kara kara düşünürken durumumu internette araştırmaya başladım.

2009’un Temmuz ayı olmuştu. Gittiğim bunca doktora, yaptırdığım bunca teste, tahlile, çektirdiğim bunca filme rağmen “hiç bir şeyiniz yok, eşiniz de siz de gayet sağlıklısınız, tüp bebek için acele etmeyin, yumurtlama takibini 4 kez, aşılamayı yalnızca bir kez denedik, 2-3 aşılama denemesi daha yapabiliriz, hatta kendi haline bırakıp spontan gebeliği bekleyebiliriz” denmesinden bıkmış, yılmış, bunalmıştım. “Hiç bir şeyiniz yok, sizin durumunuza nedeni açıklanamayan infertilite deniyor” cümlesi beni delirtiyordu artık.

“Nedeni açıklanamıyor ne demek? Nasıl açıklanamaz?” deyip kendi açıklamamı kendim bulmaya karar verdim en sonunda. Konuyla ilgili ne kadar bilimsel tıp dergisi, akademik makale varsa indirip okumaya başladım. Günlerce, haftalarca ders çalışır gibi çalıştım, infertilite hakkında İngilizce-Türkçe ne yazıldıysa hatmettim. Sonunda benim durumuma en çok benzeyen vakanın anlatıldığı bir makale bulup mail attım yazarı Barış Bey’e. Durumumu değerlendirmesini rica ettim.

Barış Bey o sırada Kanada’daydı. O güne kadar yapılmış ne kadar tahlil, çekilmiş ne kadar film vs. varsa hepsini ona yolladım. Kendisi beni hiç muayene edemedi. “Tahminimce” dedi, “yumurta rezerviniz tükenmiş ya da tükenmek üzere”.

Nasıl yani? Bu nasıl olabilir? Onca doktor bunu nasıl göremez? Görememişler. Her şey aslında o kadar ticari,o kadar özensiz ki anlamamışlar. O güne kadar uygulanan bütün tedaviler durumu daha kötü hale getirmiş, az olan yumurta rezervimi daha da azaltmış. Barış Bey Amerikan Hastanesi’nden Bülent Bey’in ismini verip acilen ona görünmemi söyledi. Hemen randevu alıp gittik. “Hiç vakit kaybetmeden IVF (tüp bebek yöntemi) denememiz lazım” dedi. “2003 yılında hiç gerekmediği halde ameliyat edilmişsiniz, operasyon sırasında yumurtalıklarınıza çok büyük zarar verilmiş, bugüne kadar da çok vakit kaybedilmiş”.

Ağustos ayını çok mutsuz geçirdim. Ruh gibiydim. Akif ilk defa o zaman “kendini alıştır” dedi, “kendini çocuksuz olma fikrine alıştır, dünyanın sonu değil ya, biz böyle de çok mutluyuz”. Doğru söylüyordu ama benim için bunu kabullenmek imkânsızdı sanki. Düşünmek bile istemiyordum bu ihtimali. O güne kadar aldığım her kitabı bir gün çocuğuma bırakmak için almıştım sanki ya da yaşadığım her şeyi bir gün ona anlatmak için yaşamıştım.

Uzun bir tatile çıktık, Ege kıyılarında dolandık durduk. Moralim biraz düzelmişti döndüğümüzde. Eylülün ilk haftası tekrar doktorun yolunu tuttuk. Tedavi başladı. Önce hormon hapları, sonra her gün karından en yüksek dozda hormon iğneleri, kusmalar, bulantılar, her sabah doktor kontrolü. Bunların hepsi, birden fazla yumurta oluşturabilmek içindi. Sonunda Cuma sabahı geldi çattı. Maalesef beklenen yumurtalar oluşmadı. “IVF deneyemiyoruz” dedi doktor, biz en az 5-6 yumurta oluşmasını beklerken tek bir yumurta oluştu, bununla deneyemiyoruz. Hafta sonu iğnelere devam edin, Pazartesi yine gelin bakalım. İhtimal yok denecek kadar az ama pazartesi yine de bakalım. Olmazsa 2 ay ara verip tekrar başlarız tedaviye”. “Ama” dedim, ben ilaçları en yüksek dozda kullandım, buna rağmen yumurta oluşmadı, 2 ay sonra bir şey değişir mi gerçekten?”. “Belli olmaz” dedi, “ihtimal düşük de olsa deneriz isterseniz”.

O hafta sonu hayatımın en kötü 48 saatini yaşadım. Durmadan ağladım. En yakın dostlarım Elif ve Simay, tüm iyi niyetleriyle, evlat edinme ihtimalini düşünün demeye başladılar. Bunu duymaya hiç hazır değildim. Kendi çocuğumu doğurmak istiyordum. En son çareyi tüp bebek tedavisi olarak düşünmüştüm hep, onu bile yapamıyordum, inanamıyordum duruma. İnanamıyordum ama iğneleri aynı dozda vurmaya devam ettim, Pazartesi tekrar gittim doktora. “Ben geldim” dedim, “tekrar bakın yumurtalarıma”. Tekrar baktı, birkaç doktoru daha çağırdı, onlar da baktılar, çıktılar, girdiler, konuştular ve karar verdiler. Şaşırdıkları yüzlerinden belliydi. “Serra” dedi doktorum, “bünyen ilaçlara geç de olsa tepki vermiş, 4 yumurta oluşmaya başlamış gibi görünüyor, ilaçlara devam edip bu hafta her gün gelişimlerini takip ediyoruz, tedaviyi kesmiyoruz.” Tedaviyi kesmedik.

O hafta Simay’da kaldım. Her sabah 08.00’da Simay’la beraber gidip yumurtalarımın milim milim büyümelerini izledik. İğnelere alışmıştım. Bir cuma sabahı ultrasondan sonra ablama “Yumurtalar büyümüş, 15, 16, 18 ve 19 mm, nurtopu gibi hepsi” diye mesaj atmıştım. Ablamın “Sürpriz yaptı keratalar” yanıtı yumurtalarıma taktığım ismin ilham kaynağı idi. Sanki hamileymişim gibi sürpriz yumurtalarımı seviyordum artık, onlarla konuşuyordum.

Nihayet beklenen gün geldi, yumurtalarım toplandı, 3’ü döllenip embriyo olmayı başardı ve rahmime yerleştirildiler. Birkaç gün evde yattım. Sonucu beklerken geçen iki hafta içinde üçüz ya da ikiz olma ihtimallerini düşünüp düşünüp telaşa kapıldık Akif’le. Ya da hiçbirinin tutmama ihtimalinden korkup üzüldük zaman zaman. 31 Ekim test günüydü. Kan testi pozitifti.

Embriyoya dönüşen sürpriz yumurtalarımdan yalnızca biri rahmimde işte böyle tutunup büyümeye başladı. Nihayet küçük bebeğimizi temmuz ayında kucağımıza aldık. Ona büyük bir aşkla bağlanıp öpe koklaya büyütürken, etraftan gelen “bir daha tedavi olup kardeş yapmayı düşünüyor musunuz?” sorularına “kesinlikle hayır” diye yanıt veriyorduk. Minik bebeğimiz 17 aylık olduğunda, bir Aralık sabahı, hayatımın en büyük sürprizini yaşadım.

Sabah yaptırdığım kan testinin e-posta ile bilgisayarıma düşen sonucuna bir daha, bir daha bakıp durdum dakikalarca. Şaşkınlığımı uzun süre üzerimden atamadım. Bir bebeğimiz daha olacaktı. Bu gerçek miydi? Yoksa bir rüyada mıydım? Hayatta her şeyi planlayıp programlayan annesinin, hiç bir plan programı takmadan, kendi kendine yola çıkan küçük oğlu, ablası gibi sıcak bir yaz günü doğdu. 2009 yazında “hiç çocuğum olmayacak” diye düşünürken, 2012 yazında iki çocuk annesi oluvermiştim. Daha önce dünyanın en büyük ikramiyesini zaten kazanmıştım; bu ikramiye bir kere daha bana çıkmıştı işte!

Yılbaşı çekilişinde verilen büyük ikramiyeden de büyük bir talih kuşu iki kere başıma konmuş gibi… Parayla satın alınamayacak kadar değerli bir şeyi iki kere kazanmışım gibi… Artık milli piyango almak da, süper loto oynamak da anlamını yitirmiş gibi… Dünyanın en şanslı insanı zaten benmişim gibi… Hıdırellezde gül ağacı aramama artık gerek kalmamış gibi… İşte buydu sürpriz yumurtalarımın, sürpriz bebeklerimin hikayesi.