Üç aşağı beş yukarı son 10 yıldır etrafımız, çocuklarımızın ki de dahil olmak üzere, bu gelişmiş aletler ve onların ekranlarıyla dolu.
İlginç olan da, hepsi olmasa da en popüler olanlarının baş harfi ”I”, yani “ben.” Daha da ilginci, bu aletlerle oynayan, bu ekranlara bakan çocukların “ben”lik farkındalıkları daha önceki nesillerden daha zayıf oluyor gözlemlerime göre.
Bilinmeyen ise tavuk-yumurta ikilemi: Benlik farkındalıkları az olan çocuklar mı kendilerini bu aletlere daha çok kaptırıyorlar, yoksa ortalama çocuğun farkındalığı aletlere maruz kaldıkça mı azalıyor?
Dolayısıyla bu durumu her iki yönden de okumak mümkün. Hangi çocukta hangi durumun daha baskın olduğunu anlamak için detaylı değerlendirmeler yapmak gerekebilir. Ama doğuştan belli bir düşünce ve öğrenme şekline sahip çocukların aşırı ekran kullanımı ile, bu düşünce şekillerine tamamen mahkum kaldıklarını ve başka şekiller geliştiremediklerini söyleyebiliriz.
Dolayısıyla, bu yazıyı da iki yönlü okumak mümkün; yani zaten kafası dijital çalışan çocukların benliklerinin ne noktalarda bilgisayar gibi çalıştığı ve bu nedenle bilgisayarları tercih ettikleri şeklinde de okuyabilirsiniz. Ya da fazla ekrana maruz kalan sıradan çocukların zaman içinde düşünme ve öğrenme şekillerinin ve dolayısıyla benliklerinin de nasıl bilgisayara göre formatlandığı yönünden de okuyabilirsiniz.
Yani yazıda bu çocuklar derken ben her iki grubu da kastediyor olacağım. Çünkü sonuç, şiddeti farklı olmakla beraber, her iki durumda da, benzer benlik algısı ve ifadesine sahip çocukların ortaya çıkması oluyor.
Tabii burada derdim bir marka değil kesinlikle, ama teknolojinin şahikasına ermiş olduğu için ve metaforik olarak da I (ben) kullanımını seçmelerinden dolayı, bu markadan bahsediyorum başlıkta.
Tüm bu ekran çeşitliliğine çok fazla maruz kalan çocuklar (ben)lik gelişiminde şu konularda dikkat çekiyorlar bence:
Esnek düşünemezler
Esnek düşünemeyen çocukların kafası algoritmalarla çalışır, daha çok hafıza, kayıt ve paralel mantıkla hareket ederler. Hiperrasyonel düşünen , bilgileri iyi işleyen ama duyguları işleyemeyen çocuklardır bunlar.
Elektronik sistemler analog ve digital sistemler olarak ikiye ayrılır. Analog sistemler sürekliliği olan sistemlerdir, elektrik sinyalleri sürekli olarak değişir. İnsan beyni de analog bir sistemdir. Beyine her an, her yerden duyu organları ile, veri girer (girdi aşaması), elektrik sinyalleri halinde beyne aktarılan uyaranları beyin işler, ilişkileri kurar, bellekteki bilgilerle ilişkilendirir (işlem aşaması) ve gereken yanıtı organizmaya gönderir(çıkış ve eylem aşaması). Bu süreçte işleyen milyarlarca nöron ve sinaptik bağlantı 0-1 modülüne göre çalışmaz ve bilgisayar gibi seri bağlı değildir. Bu sırada birbirine paralel ve karmaşık bağlı milyarlarca devre (1 cm³te bir trilyon bağlantı) iş görür. Beyin organik ve değişebilen bir yapıdır; analog çalışır, statik değildir farklı durumlara göre öncekilerden farklı yanıtlar verebilir.
Analog sistemler böyledir, kendi değişir, uyum sağlar, uyaran değişir, uyaranın niceliksel ve niteliksel farklılıklarını algılar, değerlendirir, uygun yanıtı verir. Sanki sağlıklı bir insanı tarif ediyoruz gibi değil mi?
Bilgisayar mantığı ise bize farklı bir öğrenme dili öğretiyor; 0-1 modülüne göre ya var ya yok fikrinin hakim olduğu yazılımlar bunlar. Çılgın bir hızla büyüyen bilginin, kodlanarak belleğe yerleştirildiği, seçenekler arasından birini bulup, sonuca koştuğumuz, bilgiler arasında bağlantıları kurmanın geri planda kaldığı bir dil.
Şu anda pek çok çocuk hayatı böyle 0-1 mantığında algılar oldu. Hedef söylemezseniz ne yapacaklarını anlamakta ve belirsizlikle baş etmekte zorlanan, ara yolda bir yerde çözüm bulamayan, her şeyin kendi istedikleri gibi olmasını bekleyen çocuklarla dolu şehirler.
Bu tip çocuklar; “hiç söz dinletemiyoruz, acayip inatçı, onun istediği olmazsa kıyameti koparır gibi şikayetlerle, hatta bazen domatesin üstünde çizik olsa yemez, bir oyun kaybetse kıyamet kopar, bir şeye kendini kaptırdıysa kalkmamız gerekse bile kalkamayız, o işi bırakıp çok sevdiği başka bir şey bile olsa ona geçemez” gibi tariflerle anlatılırlar.
Bu çocuklar bazen okul gibi sınırları net çizilmiş, beklentilerin çok belli olduğu ortamlarda pek sorun çıkarmazlar, ama evde daha çok karışık mesajın gittiği ve bazı tavizlerin verilmesi gerektiği ortamlarda daha çok zorlanabilirler. Tabii burada anne baba tutumlarının da durumu alevlendirici önemli bir etken olduğu haller de vardır.
Burada anne baba tutumlarına girmek istemiyorum ama en genel tutum; ya bu çocuğa her şeyi yapmasına izin vermek ve bir canavar!! yaratmak, ya da tamamen tersi davranıp “taviz verilmez” “bir kez taviz verirsek başımıza çıkar” deyip olayı sonuna kadar zorlamak ve yine bir canavar!! yaratmak olabilir.
Daha da kötüsü olay son noktaya kadar tırmandığında pes edip, çocuğun tutturduğu konuyla ilgili duyguya hiç anlam ve hak vermeyerek, ama sonunda yine de o anlamsız davranışı yapmasına razı olmaktır. Sanki “hissetmeye (istemeye) hakkın yoktu ama yapmaya hakkın var” der gibi bir noktaya gelinebilir.
Bu çocuklar aşırı mantıklıdırlar…
Örnek: Onlarla mantık savaşına giremezsiniz ama duygularını ifade etmekte, duygularıyla davranışları arasında ilişki kurmakta zorlanmaktadırlar. Hatta kendi davranışları ile başkalarının davranışları arasında bile ilişki kurmakta zorlanabilmektedirler. Çünkü kafaları kendi planlarına, düzenlerine ve tercihlerine angajedir. Kafalarında bunlarla ilgili dosyalar vardır. Buna uygun gelmeyen daha belirsiz daha esnek ve soyut herhangi bir bilgiyi koyacak bir dosya bulamazlarsa direkt atarlar. Ya da daha sakin mizaçlı olanlar da sanki sizi hiç kale almıyormuş gibi bir havadadır. O da gelen yeni bilgiyi koyacak bir dosya bulamamıştır ama sakin bir tip olduğu için o bilgi öylesine kafada dolanmaktadır, dinlemiyor, duymuyor, ilgilenmiyor gibidir. Siz de, ne vurdumduymaz çocuk, ne alakasız ve bencil diye düşünebilirsiniz.
Dikkatleri dağınıktır
Dikkat araştırmalarına göre, insan beyni dış uyarıcıların bombardımanına maruz kalmadığında rahatlayabilir. Bu sakin anlarda çocuk dikkat dağıtıcı bir sürü uyaranı işlemeye çalışarak kısa süreli belleğine yüklemek zorunda değildir. Bu rahatlamanın sonucunda ortaya çıkan dalgınlık hali zihni kontrol edebilme becerisini artırır.
Ancak bilgisayar ortamında huzurla kestirebileceğiniz böyle sakin bir köşe yoktur. Beyninizin ihtiyaç duyduğu yenilenmeyi, dinlenmeyi sağlayacak dalgınlık anlarına burada yer yoktur. Bizi canlandıran ve ilham veren bu uyarılar aynı zamanda bizi tüketir ve dikkatimizi de dağıtır.
Sakin ve dikkatli bir zihin isteyen sadece derin düşünce değildir. Empati ve merhamet duygularının da huzurlu bir zihne ihtiyacı vardır.
Antonio Damasio ve meslektaşları, yaptıkları deneyde deneklere, fiziksel veya psikolojik acılar yaşayan insanların öykülerini dinlettiler. Hemen ardından denekleri manyetik rezonanslı görüntüleme (MR) cihazına sokup , hatırladıkları öyküleri anlatmalarını isteyerek beyin taraması yaptılar.
Deney, insan beyninin, fiziksel acıya dair ifadelere çok hızlı tepki verdiğini gösterdi. Yaralı birini gördüğümüzde, beynimizdeki ilkel acı merkezleri neredeyse anında aktif hale gelmektedir. Öte yandan, psikolojik acı karşısında duyulan empati gibi daha sofistike bir zihinsel sürecin devreye girmesi çok daha uzun zaman almaktadır. Araştırmacılar gördü ki, beynin, bir olayın “psikolojik ve ahlaki boyutunu” anlamaya ve hissetmeye başlaması zaman alan bir süreçtir.
Bu deney ertesinde, dikkatimiz ne kadar dağılırsa, empati ve merhamet gibi insani duyguların belirgin ve incelikli şekilde duyumsanmasının o denli güç olduğu sonucuna varıldı. Araştırma sonucuna göre başkalarının sosyal ve psikolojik durumuyla ilgili ahlaki kararlar alabilme gibi bazı düşünce şekilleri ancak yeterli süre verilip, derinlemesine düşünüldükten sonra oluşabiliyor. Eğer her şey çok hızlı gelişiyorsa, başkalarının ruhsal durumunu duyumsayacak (algılayacak) aşamaya hiç gelememe tehlikesi bulunuyor. İnternetin ahlak duygumuzu çökerttiği gibi bir çıkarımda bulunmak aceleci bir tavır olabilir. Bununla birlikte, internetin beynin işleyiş şeklini değiştirdiğini, derin düşünce kapasitemizi azalttığını ve düşüncelerimizin yanı sıra duygularımızın derinliğini de değiştirdiğini söyleyebiliriz.
Bu çocukların genelde anlık dikkatleri iyidir. Yani bir yerdeki eksiği, değişikliği farketme konusunda süperdirler.
Yıllarca önce olmuş bir olayı bile çok iyi hatırlarlar. Detay konusunda hiç bir şeyi atlamazlar. Ama süreklilik ve çaba gerektiren konularda bir işin üzerinde kalmalarını sağlamak çok zordur. Anlık hafıza iyi, personal episodic hafıza zayıftır bu çocuklarda. Böyle bir çocuğa bir araba kazasına şahit olması ile ilgili fikri sorulduğunda olayın tüm detaylarını verebilir ancak kendisini o olayın içinde canlandırıp kendi üstünden yorum yaparak ifade edemez. Çünkü hatıralar oradadır ama benlik hissine bağlanmış değildir. Bu nedenle bazen çocuklar bunun için yoğun bir çaba sarf etmek yerine tamamen uyduruk hikayeler anlatabilirler. Dolayısıyla bu çocuklarla iletişim bazen tamamen bilgi ve durum paylaşımı gibi bazen de absürd fantezi şeklinde gelişebilir.
Zaman algısı da değişir
Anlık hafıza gücü ve süreklilik gerektiren işlerdeki zayıflık deyince tabii bu çocuklardaki zaman algısını da konuşmak gerek. Bu çocuklar anında bir şeyi görmek anlamak konusunda çok iyi olabilirler ama bir işin üstünde kalıp onunla ilgili bir sonuca varmak konusunda zorlanabilirler. Mesela o çok iyi anladıkları konuyu nasıl anladıkları veya ne anladıkları konusunu sorsanız anlatmak istemeyebilirler. O iş yapılmıştır bitmiştir ve devamlılık gerekmez. Ancak pek çok okul tipi iş veya hobiler bile bu devamlılığı, yani sebat etmeyi gerektirir . Hayatta mutlu olabilmek için çaba harcamak gerekir.
Çocuğun kendi haline bırakılmış hali pek de mutlu bir şey değildir. Eğitim, sosyal uyum vs. gibi çocuğun büyümesinde önem kazanan konular; çocuğu zorlayarak, beynini aktifleştirerek yaptığımız etkilerdir ki; aslında bu çabalar, iyimser düşünme ve depresyona karşı bağışıklık kazanma gibi önemli işlevlere sahiptirler. Ama eğitim için de sosyal hayat için de sebat, takip, süreklilik şarttır.
Sürekli olan tek şey aslında zamandır. Ancak dijital işlerde süreklilik yoktur.
Bu çocuklar zamanın akışına katılamazlar. Sanki hayatı bir film şeridi gibi değilde tek tek fotoğraf kareleri gibi yaşıyor gibidirler. Onun için de hadi sonra sinemaya gidiceğiz deseniz de onlar o karede takılıp kalabilirler. Ama bu sadece ekranla ilgili konularda bu şekilde değildir. “Banyodan çık giyin” bir meseledir, “haydi anneannenden kalkıyoruz Ayşelere gidiyoruz” bir meseledir. Çünkü bu çocuklar anlık görsel detayları hiç kaçırmazlar, anlık her şeyi çok iyi yaparlar belki ama, bütün resmi görmek o anlar ve durumlar arasında bağlantı kurmak konusunda zayıftırlar. Kendi benliğini hemen bir sonraki an içinde hayal edip, geçen sefer Ayşe’lerde ne kadar eğlendiğini düşünüp, bunun nasıl hoş bir duygu olduğunu içinde hissedip, ona göre yönlendiremez kendisini.
Bunu yapabilmek için, zaman içinde kendisini duygu ve düşüncelerini de aklında tutabilerek ileri geri sarıp hayal edebilmesi gerekir. Bu çocukların kendileri ile ilgili hayal dünyası kısıtlıdır. Öte yandan fantastik bir hayal güçleri olabilir, ama bu kendi duygulanımlarını içermez daha çok gerçeküstü, tamamen realiteden kopuk olabilir.
Bu çocuklar benliklerini başka bir güce emanet etmiş gibi oluyorlar. Çünkü benlik gelişimi için çok önemli olan farkındalık, duyguları analiz etme yorumlama, esnek düşünebilme becerileri, tek tip görsel ve dijital uyarıların yoğun olduğu digital dünyada pek yer almıyor.
Problem çözme becerileri zayıftır
Görsel algıya dayalı öğrenme, daha çok süreklilik ve takip gerektirdiği için işittiğine konsantre olamama tipik bir özelliktir.
Detayları kaçırmama ama bütünü de görememe gibi özellikleri ile ön plana çıkan çocuklar, tabii ki problem çözme konusunda zorluk yaşayabilirler. Çünkü problem çözebilmek için büyük resmi görebilmek gerekir.
Bir de kendi benliğini o problemin ortaya çıkış süreçleri içinde ve sonrasında hayal edebilmesi kendi duyguları ile bağlantı kurabilmesi gerekir. Ama sadece tek tek karelere konsantre olan ve hayatı bir film şeridi bağlantılarıyla izlemek konusunda zayıf kalan çocukların problem çözme becerileri de zayıf kalacaktır.
Problem çözebilmek için esnek düşünebilmek gereklidir. Karşısındaki ile bir anlaşma noktası yaratmaya çalışmadan, onu da hesaba katarak düşünmeden problem çözmek mümkün değildir. Bu şekilde ancak kendi fikrini empoze etmiş olabilir.
Ekranlar ve dijital dünya sayesinde her şeyin bir düğmeye basmakla gerçekleşeceği yanılgısına kapılan çocukların durumunu çok önemsemek gerekir. Bu çocuklarda gelişen duygu her şeyin hemen ve şimdi olacağı şeklindedir. Ama gerçek hayatın ritmi bunun tam tersidir.
Biz yetişkinlerin de uyum sağlamaya çalıştığımız dijital devrim çağında, çocuklarımızın benlik gelişimlerini bozmayacak şekilde yetişmeleri için yapabileceklerimizi öğrenme zamanı…
“Aletlerimizi biçimlendiririz, sonra da onlar bizi.” -Cizvit Papazı John Culkin 1967
İnci Vural’ın yazısı, daha önce Klinilk.com‘da da yayımlanmıştır.