Bazı günler çok özlerdim annemi, çalıştığı bankaya telefon etmek için bahaneler uydururdum. Hafta sonları sokakta oynarken sebepsiz yere “anneee” diye seslenirdim, balkona çıkıp bana baksın da diğer çocuklar benim de bir annem olduğunu görsünler diye.
Benim annem Hikmet, zeytinyağlı yaprak sarması, elmalı ay çöreği ve fındıklı şekerpareydi. Düzenli, özenliydi.
Yaprakları yazdan hazırlayıp salamura yapardı. Haşlayıp saplarını ayıklar, sarmadan önce tek tek, düzgünce açardı. İçinin soğanını, yeni baharını, nanesini bol koyardı. Üzümle fıstığıysa tam kararında katardı.Tek tek, özenle, kalem gibi sardığı yaprakları tam kıvamında pişirmek işin püf noktasıydı. Sarmalar ne çok pişmiş olmalı, ne çok diri kalmalıydı.
Annem, ablam ve ben mutfaktaki pembe kare masanın etrafına oturup her şey hakkında sohbet ederken yaprakları birlikte sarar, elmalı çöreklere ay şeklini verir, şeker pareleri yuvarlayıp üzerlerine fındıklarını koyardık.
Hem oyundu, hem üretmekti, hem de birlikte uzun uzun keyif yapmaktı o masanın etrafında oturmak. Hayatı planlayınca aynı anda pek çok şeyi yapabilmeyi, çok meşgul de olsak birbirimize ve yaptığımız işe özen göstermeyi o masada otururken öğrendik.
Neyi düşlediysek, neyi istediysek onu yapmak için yüreklendirildik, cesaretlendirildik. Biz de tıpkı kalem gibi özenle sarılmış sarmalar, özenle hazırlanmış çörekler, şeker pareler gibiydik. Tek tek, özenle ilgilenilmiş, tam kararında şımartılmış, tam kıvamında sevilmiş.
Sabah sekizden akşam altıya mesaideydi. Nasılını bilmesem de annem her şeye yetişirdi. Sanki evde yokken bile bir adım gerimizdeydi. O bankadayken bizimle babaannem ilgilenirdi.
İrmik helvasıydı babaannem, İzmir lokmasıydı. Diğerkâmdı.
Babaannem Saliha hanım, diğer bir deyişle Salânım teyze sevilip sayılır, onun sözü dinlenir, ona hürmet edilirdi. Kandil oldu mu irmik helvası bolca kavrulur, İzmir lokması bolca dökülür konu komşuya, gelip geçene dağıtılırdı.
Soğuk kış günlerinde, durmadan örgü ören babaannemin kucağında oturur, saatlerce camdan dışarı bakar, ablamın okuldan dönmesini beklerdim. Şıkır şıkır, tıkır mıkır şiş sesleri eşliğinde, sobanın ve kucağın sıcağında öğle uykusuna dalardım.
Giriş kattaki evin penceresinin ardı, sokaktan gelip geçen insanları, arabaları, komşuları, yabancıları uzun uzun izleyip hayallere daldığım bir sahneydi adeta. Derdi, tasası olan kim varsa pencereye tıklar, aralanan pencereden babaanneme dert yanıp içini döker, gerekli nasihatleri dinleyip yoluna devam ederdi.
Yaz günleri bahçede geçerdi tüm zamanımız. “Babaanneee” diye seslendiğimiz anda, susadıysak su, acıktıysak çeyrek ekmeğe tulum peyniri uzanırdı balkondan. O balkon, yazın gelmesiyle halka açılırdı. Yemeği yanan, kocasıyla geçinemeyen, parasını denkleştiremeyen, oğlu iş bulamayan çaresini babaannemin balkonunda arardı.
Teyzem Nermin üzümlü kurabiyeydi. Anne yarısından biraz fazlası.
Teyzemin evi ikinci evimizdi, bulunmaktan en çok mutlu olduğumuz, bir parçası gibi hissettiğimiz ikinci yuva. Her gidişimizde prensesler gibi ağırlanırdık. Sevdiğimiz ne varsa onu pişirirdi teyzem. Sabah kahvaltısıysa pişi, öğle yemeğiyse mantı, çay saatiyse üzümlü kurabiye.
Okul dönüşü kurabiye çektiyse canım, otobüsten Nokta yerine Poligon’da inerdim. Daha kapıyı çalarken duyulurdu fırından yeni çıkmış üzümlü kurabiyelerin kokusu. Fırından yeni çıkmış olmaları da tesadüf değildi doğrusu. İnce ince hesaplayıp pişme süresini, geliş saatimize doğru fırına sürerdi teyzem tepsileri.
Anneannem, çıtır külahta kakaolu kaymaklı dondurmaydı. Bir tarafı hep çocuk kalmıştı.
Anlattığına göre 1924 mübadelesinde Selanik’ten ayrılmadan önce anneannemin ailesi varını yoğunu altın bir kemere yatırmıştı. Çalınmaması için de altın kemer o zaman iki yaşında olan anneannemin beline bağlanmıştı. Anneannemi gözetmek, koruyup kollamak yol boyu tüm ailenin en büyük gailesi olmuştu.
Anlaşılan o ki yolculuk bitip de İzmir’e yerleşildiğinde, kemer satılmışsa da, zihinlerde altın kemerle küçük Faize özdeşleşmişti. O kemer belinden hiç çıkmamışçasına korunup kollanmış, hep el üstünde tutulmuştu anneannem. Bir dediği iki edilmemişti.
Konuk olarak gittiği bir düğünde, mavi gözlerini görüp beğendiği Dramalı berber Ömer’le evlenmek istediğini de çekinmeden söyleyebilmişti. Gel gör ki, dedemi beğenmişse de mesleğini beğenmemişti. Dedem polislik imtihanını geçince evlenmişlerdi. Neyi nasıl istediyse öyle olmuştu.
Babaevinde nasıl davranıldıysa, anneanneme öyle davranmayı sürdürmüştü dedem. Hatta yalnız dedem mi? Üç çocuğu da el bebek gül bebek sevip kollamışlardı annelerini. El üstünde tutmuşlardı
Altın kemerli küçük Faize büyümüş, üç çocuğun annesi olmuş, yaşlanıp benim anneannem olmuş ama çıtır külahta kakaolu kaymaklı dondurma sevmekten hiç vaz geçmemişti. Bir tarafı hep çocukluğunda kalmıştı. Dondurmayı onunla birlike yemeye, gazozu onunla birlikte içmeye doyum olmazdı.
Gel zaman, git zaman birdenbire büyüdüm. Sonra ne yazık ki çok fazla büyüdüm. Doksanların sonunda, iki yıl arayla, babaannemle anneannemi yitirdim. Kendileri gitti, derin izleri kaldı bende.
Tam da aynı yıllarda, iz bırakacak başka bir anne daha çıktı karşıma. Kayınvalidem Tülay, bitter çikolata.
Bütün dünya birlik olup yanlışa doğru dese, o yine yanlışın yanlış olduğunu bağırır yüksek sesle. Kimilerine acı gelir tadı, ama bilen bilir, “bitter”dir çikolataların hası. Güçlü, kararlı ve nettir. Özü neyse dışı da birdir.
Olaylar ve insanlar hakkında değil, olgular ve fikirler hakkında konuşmak ister. Bilir ki fikir sahibi olmak bilgilenmekten geçer. Yeri gelir de fikrini söylemesi gerekirse diye, bol bol ve her konuda okur, zamanı yettiğince.
Her kadın kendi annesinden, kendisini sarmalayan annelerin annelik ve kadınlık hallerinden izler taşır. Kiminin hayatı bu izlere sahip çıkmakla, kimininki bu izleri silmeye çalışmakla geçer. Büyürken temas ettiğin kadınların biraz hepsisindir, hepsi biraz sendir. Bazen zeytinyağlı yaprak sarması, bazen irmik helvası, bazen üzümlü kurabiyesindir. Bazen çıtır külahta dondurma, bazen bitter çikolata.
Damağında böyle müstesna tatlar bıraktıysa seni büyüten kadınlar, kim bilir sen de bir gün belki cevizli lokum tadı bırakacaksındır birilerinin damağında. Yahut kuru patlıcan dolmasına ektiğin baharatın lezzetiyle hatırlanacaksındır, belki de balkabağı çorbasına kattığın terbiyenin ekşisiyle…
Bu yazı annelerime anneler günü için çilek soslu bir hediye.