Şu kesintili gazetecilik hayatım boyunca kadınlardan hiç bu kadar tezahürat almamıştım. Radikal’de yayınlanan “Bütün babaların erkek olması bir tesadüf olabilir mi?” isimli yazımdan bahsediyorum. Tam 73 kadın, (adres vermemiş olmama rağmen) e-posta, twitter yahut facebook marifetiyle mesaj yazmış. Üşenmeyip bakabildiğim, Facebook’ta paylaşan bin kişinin de ezici çoğunluğu kadın. Eh, kadınlar nihayet beni anladı. Fakat büyük oranda yanlış anladı. Babalığı karikatürize ederken anneliği kayırdığımı sandı.
İnsanlığın neredeyse yarısını niye kayırayım?
Ayrıca annelik müessesesi her durumda daha karman çorman. Hem evrimin ileri bir aşamasından bahsediyoruz. Daha sofistike yani. Sırtta hacca taşımak suretiyle dahi bitmeyecek bir borç var ortada.
Daha önce de söyledim. İnsanlığın bu kadar büyük bir bölümü bu kadar mukaddes olsa idi hepimizin şahane hayatı olurdu. Annelerden çıkanlar ortada olduğuna göre yere göğe sığmayan tek bir şey olabilir: Biyolojik zahmetler. Hamilelik, doğum, emzirme… filan gibi kadına özel zahmetler… (Bunlar da hakikaten çok zor. Evrim sağolsun muhtelif hazlar ve hormonlarla süsleyerek katlanılır hale getiriyor. Bütün hayvanların yavrularının bu kadar sempatik olması sadece boyutla mı ilgili? Her gün defalarca altına yapan yaratık cüce bir Jack Nicholson formunda olsaydı kim buna talip olurdu?)
Bana sorarsanız milliyetçilikten saygısızlığa, arsızlıktan kaderciliğe pek çok toplumsal problemimizin altında aynı şey var: Bu ülkede eşşek kadar adamlar hâlâ ana kuzusudur.
Çünkü anne, biyolojik üstünlüğünü işlemlemiştir ve müsibet bir fedakârlığa tahvil etmiştir: “Ben görmedim yavrum görsün”. Bu fedakârlığın karşılığı da ömür boyu sürecek bir (nevi) esarettir.
Yarım metrelik o canlı, bir senetle doğar. İlk günden görev listesi hazırdır. Annesinin görmediklerini görmekle, yapamadıklarını yapmakla, çatlatmak istediklerini çatlatmakla yükümlüdür. Annesi yatırım halindedir sürekli. “Ay bunu mu esirgeyecek”tir sonuçta. Baba bu sırada ellerini koyacak yer yahut uzaktan kumandalı helikopter filan arıyor olabilir.
Saçma sapan bir bebek odası yapılır. Erkekse masmavi, kızsa pespembe, özene bezene. Bebek farkında mıdır? Hayır tabii ki. 30 cm. mesafede ancak el kadar nesneleri seçecek kadar görür. Renk hiç görmez. O pespembe odasının pembesini ayırabilmesi için 12 ay geçirmesi gerekir.
Dahası, zararlıdır öyle odalar. Toz/allerji başta olmak üzere bir çok sebepten dolayı bebek odasında perde ve yatak hariç neredeyse hiç eşya olmamalıdır. Kimin umurunda?
Bebek farkında olmadığına göre odası kime yapılır? Tabii ki eve gelen misafirlere. Ya 1 yaş doğumgünü… Neden bütün bebekler ilk doğumgünlerini ağlayarak geçirir? Saadetten mi?
Fedakârlığın prezantasyon katmanı çok önemlidir.
Florasan ışığından Mussollini’ye her konu annenin bebeği için nasıl çırpındığına bağlanır. Bölgenin en iyi çocuk doktoru onlarınkidir ve zırt pırt ilaca karşıdır, doğal yöntemler kullanır. TV ve yürüteç katiyyen kullanılmaz, hoppala olabilir. (Gerçekte ilaç bolca kullanılır. Yürüteç çok satanlar listesindedir. Baby TV kapanmaz ve doğal yöntemler de sıkma portakal suyu düzeyindedir.)
Uyarılar da buzdolabına postitlenir: “Alican’ın tabağına az yemek konsun ki bitirme zaferini yaşasın”.
Bir baba yolda yürür. Gördüğü bebekleri sever. Bir anne yolda yürür. Gördüğü bebekleri sever ve puseti ne marka, anne doğum kilolarını vermiş mi, bebeğe ne giydirmiş… Hepsini, hepsini birden değerlendirir. Değerlendirme sonucunu genellikle tek bir yüz ifadesine sığdırılır.
Blöf anneliğin yarısıdır. Bir kaç kitap okunur, biraz da site gezilir. Akademik hayat tamamlanmıştır. Paraben, BPA, Montessori (ben de bayılırım, ayrı), çocuklarla kaliteli zaman, birey yetiştirmek, çocukla arkadaş olmak filan gibi çoğu sorunlu bir yığın ezber, her türlü sohbette eşe dosta bilgi olarak sunulur.
Bir arkadaşım isyan etmişti: “Ulan niye çocuğumla arkadaş olacakmışım, anne olacağım ben anneeee”. Tabii ki haklı. Sen git 30 yaşında kadın el kadar çocukla arkadaşçılık oyna.
Google’a girin “çocuklarla kaliteli zaman” araması yapın. Tırnak içine alın ki kelimeleri başka sonuç sızmasın. 4 bin ayrı sayfa geldiğini göreceksiniz. Herkes zamanını kaliteli geçirmeye çalışıyor. Ne bu?
Sektör, uzmanlar, doktorlar, bir bilenler kavramları önce sündürürler, sonra döndürürler. “Çocuğunuza vakit ayırın” epeydir bitti (ne ayıracaktık, rakı mı?), “kaliteli zaman” mevzuu da sündü. Batı’daki sırayı takip edersek arkasından “aşırı ebeveynlik” gelmesi beklenir. Yani ebeveynlik olayının suyunu çıkarma, çocuğu proje olarak ele alma saçmalığı. Daha bezi takılıyken okula karar vermek gibi. Şimdilik 400 sonuç.
Ben müthiş sırrı vereyim: Kaliteli zaman kalitesiz zamandan iyidir. Koşmak, su içmek, ebeveynlik, hatta John Coltrane’in bile aşırısı kötüdür. Maviyle sarıyı karıştırınca da yeşil olur. Sakin olun.
Aslında pek çok şeyin işareti doğum öncesinde gizlidir. Melike Demirağ’dan duymuş ürkmüştüm ilk: “Nereye, nasıl bir dünyaya getiriyorsun yavrunu?” Bu sık kullanılan “duyarlı aday anne” cümlesi bahane ihtiyacına işaret eder.
Retoriklerin en sahtekârıdır: “Böyle bir dünyaya çocuk getirmeye cesaret edemiyorum.”
Deşifre edelim: “9 ay taşımaya, 1 yıl emzirmeye, uykusuz gecelere ve yıllar sürecek zahmete katlanamayacağım.”
Kendi yaramla bitireyim. Anneler, babaları yardımcı oyuncu olarak görmeyi o kadar içselleştirmişlerdir ki yok sayarlar. Gökçe ile ben aynı parklara götürüyoruz Ali İlyas’ı. Aynı anneler gidiyor oraya. Pek az baba gidiyor ne yazık ki. Gökçe ve ben aynı şekilde davranıyoruz orada. Gökçe ayıplanıyor. Ali İlyas yüzü gözü kir pas içinde oynuyor, yerlere yatıyor çünkü. Ben ise takdir görüyorum. “Erkek başıma parka getirmişim” ya, bir de “iyi” bakmamı beklemiyorlar tabii.
Bu pozitif ayrımcılığı müthiş sevimsiz ve öğretici buluyorum. Kendimi Pakistan sınırında hissediyorum. 1992’de bitap halde ve pislik içinde Pakistan’a yürüyerek girerken bakışlarıyla ezmişti beni gümrük görevlileri. Pasaportumu görünce heyecanlanıp “Aaa.. Turki, friend friend” diye yere göğe koyamamışlardı. Ayıplanan her ne haltsa pasaportum örtmüştü.
Ayıplamaları da ayıptı, sevmeleri de.
İşbirliği çok belli. Çocuklar de facto annelerin. Bakılmaya alışmış babalar da teşne.
Oysa durum çok açık. Spermi de yumurtayı da abartmamak lazım. Çocuk kimsenin değildir. Proje hiç değildir. Anne baba geçici hizmetle yükümlüdür. Çocuk kendinize yaptığınız bir şey değildir.
Yok öyle “Benim çocuğum benim kararım”.
“Bütün babaların erkek olması bir tesadüf olabilir mi” yazısı için tıklayınız.
bayıldım, bayıldım, bayıldım.
Her satırı, her kelimesine katılıyorum!
Bizde ki çocuk olayı bir nevi yatırım bankacılığı gibi, yavrumuza sunalım sunalım o a büyüyünce bir zahmet her şeyi bir kaç katı ile geri sunsun. Ben istiyorum ki, mümkünse derhal büyüsün ve kendi yolunu bulsun ben de ayaklarımı uzatıp kahvemi içeyim. Okul, mokul, bebek bezi, yemek hazırlama, parka götürüp salıncakta sallama faslını atlamak istiyorum.
Kesinlikle katiliyorum.
Her kelimesine katiliyorum.
Bravo Metin! Agzina saglik..
İyi güzel diyorsunuz da, yazılarınızda bahsettiğiniz Türkiyenin yüzde kaçı? İstanbullu, İzmirli, maddi durumu gayet iyi, ekonomik kaygıları yok gibi, sözde modern bir kısımı sadece…
Kaç kişi bebeği olduğunda ona 400 tane okul alternatifi yaratabiliyor bu ülkede? Kafasında bile olsa… Daha çok, bu çocuğun okul masrafları ne olacak, diye kaygılanmaya başlamıyor mu? Kendisi ilkokula bile gidememiş ama zehir gibi aklı olan kadının gündeliğe giderek kazandığı üç kuruş parayı ben yapamadım oğlum kızım yapsın diye kenara koyması da mı yargılanacak? Beş kere kullanılmış güneşliği olmayan yolda giderken zıpzıp zıplayan bebek arabasını kullanan kadın nasıl bakmasın karşısındaki 2000 liralık pusete mesela? Bebek odasına, 1 yaş doğumgününe böyle paralar ayırabilen kişi sayısı 80 milyon içinde kaç? Daha çocuğuna hiç oyuncak alamamışların sayısı kaç, hiç içtemesin mi içten içe pembe pembe mini mini elbiseleri görünce? Pembeyse pembe. Çocuğu 39 derece ateşliyken hastane koridorlarında yerde oturarak sırasını bekleyenin sayısı kaç, özel doktorlara götürüp organik besleyip yürüteci katiyen almayanın sayısı kaç? Böyle bir dünyaya çocuk getirmeye utanıyorum diyenlerin çoğu, hayatını pek de güzel yaşayabilen, özgür yetiştirilmiş, hiç sorumluluk almamış bir avuç kız çocuğu değil mi? Malatyanın bir köyünde, kendinden 50 yaş büyük herifle evlendirilen Ayşe değildir herhalde.
Hayatını fedakarlık yapmaktan dolayı yaşayamamış anne kadının ölüme yaklaştıkça sürekli buna söylenmesi ve takdir ilgi beklemesi kaçınılmaz değil mi? O kadar fedakarlık yapmasa, çatır çaıtr hayatını yaşasa, zannediyor musunuz yine böyle söylenirdi? Bu kadar anne ağız birliği yapmışsa, annedeki travmayı araştırmak lazım.
Doğru tespitlerinize lafım yok ama Türkiyenin gerçeklerini de bekliyoruz sizden, Etilerin değil… Eğer onları başkaları yazsın benim derdim sözde enteline laf sokmak diyorsanız, bu kadar genellemeyin o zaman isterim. Daha neler neler var…
Bu da kişisel: “Bir baba yolda yürür. Gördüğü bebekleri sever.” Aman bu babalar hangi pamuktan yapılmış sevgi yumağı öyle! Bütün alışveriş yükünü kadına atıp, çocuğun kıyafet çekmecesini bir gün olsun açmayan, üstelik incecik taş gibi yeni anneleri görüp bizim hanım hala duba gibi diye iç geçiren babalar benim bildiğim, hem de her yerde!
ukalaca ifadelerinizle güya duyarlı anneleri aşağılamaya kalkışmışsınız.Halbuki çokta doğru ve yerinde tespitlerinizlernizde var.Tabi en doğruyu sadece siz bilirsiniz ya sizi yaratanı inkar edecek kadar aklınızla herkesede akıl verirsiniz.
Ukala mukala 🙂 super tespitler, orasi kesin.
Cocuk annesinin ve babasinin ve karar da onlarin, develtin degil. Onun disinda guzel yazi
Devlet nereden çıktı ki? Yazıda kasıt o değil.
Hakli yanlari olsada yazinin kisim itibari ile ..Nilgun hanim yazdiklariniza katiliyorum ..