Nancy Pearcey, 13 yaşından sonra babasını görmedi. Nedeni anne ve babanın boşanmasıydı. Nihayet cesaret edip buldu ve onunla yeniden tanıştı. Öncesinde ve sonrasında olanları anlatıyor…
Babamla buluşmak için en sevdiğim elbisemi giydim. Denizci yakalı, pembe bir elbise. Hem eğlenceli hem de şık görünüyor. Şu anda, hiç tanımadığım birini bekliyormuş gibiyim. Babam Neville’i çocukluğumdan bu yana görmedim. Önümüzdeki 72 saat içerisinde görüşeceğiz. Bana yeni çekilmiş bir fotoğrafını gönderdi, dolayısıyla onu tanıyabileceğim. Londra’nın merkezinde saat 11.30’da buluşmaya karar verdik.
Her şeyi ayarladık. Fakat şu 72 saatin nasıl geçeceğini bilemiyorum.
13 yaşımdayken annem ve babam boşandılar. İsviçre’ye götürüldüm, derken hayatıma üvey babam gördü. Neville de evlendi ve başka çocukları oldu.
30 yaşımdan bu yana onu yeniden bulmak istiyorum. Fakat annem, kendi mutluluğuna ve evliliğine gölge düşürmemek için bana cesaret vermekten uzak durdu. Sonunda üvey babam, bir şekilde risk almayı göze alarak bana “hadi” dedi.
Annem iki yıl önce öldü. Bu kadar yıl içerisinde babamdan 3-4 mektup ancak alabilmiştim. İsviçre’ye göndermiş, oradan da Toronto’ya yönlendirilmişlerdi. Sevgi ve özlem dolu mektuplardı. Ama bir türlü harekete geçemiyordum nedense.
***
O gün nihayet geldi. Doğru zamanlama olduğuna karar verip harekete geçtim.
Knightsbridge’i boylu boyunca yürüdüm. Haziran ayında bir Çarşamba günüydü. Sevgilim David de beni destekliyordu. Telefonu elime aldım. Heyecanlı ama güvenliydimde. Çünkü bir şekilde iyi gideceğini biliyordum. Saatlerce konuştuk. Onunla konuşmak rahatlatıcı ve kolaydı, sonradan eğlenceli de oldu, derken gözyaşlarına boğuldum. İkimiz de buluşmak istiyorduk ve hazırdık.
Neville’i ilk gördüğümde bir denizci blazer’i giyiyordu. Ayakta duruyor ve heyecanını belli etmemeye çalışıyordu. Gözlerinin ta içine baktım. O anı kelimelerle anlatamam. Böyle bir şey daha önce hissetmemiştim. O benim babamdı.
***
Biliyordum ki buluşmak riskliydi. Belki de birbirimizden hoşlanmayacaktık. Ama öyle olmadı. Tek bir sessizlik ya da rahatsızlık anı bile yoktu. Sürekli birbirimize teşekkür ediyorduk sebepsiz yere. O beklediğimden daha heyecanlıydı, ikide bir gözlerini kırpıştırıyordu. Bir ay önce 89 yaşına girmişti: “90’ımı göremezsem aptalın biri olduğuma karar vereceğim” diye şakalaşıyordu.
Otele döndüm, üvey kız kardeşim Liz orada bekliyordu… Hani sonrasında biriyle konuşmak isterim diye gelmişti. Ama o kadar heyecanlıydım ki bu durumu neşeli bir akşam yemeğine çevirdik birlikte. Yıllardır Liz’in sahip olduğu şeyi almıştım, sahici bir baba…
Bir yerde masa ayırttık. Bir garson bize iki kırmızı gül getirdi, babam hiç düşünmeden gülleri aldı. Sonra dönüp neden yemek yemek için bu lokantayı seçtiğini merak edip etmediğimi sordu. Buranın özel bir yer olduğunu fark etmemiştim bile: “60 yıl önce, annen ve ben burada evlendik” dedi. Bu güllerden biri senin, biri annen için.”
İsviçre’de geçen çocuklğum, Londra’daki öğrencilik yıllarım hakkında konuştuk. O yıllarda o da Londra’da yaşıyordu ama benim burada olduğumdan haberdar değildi. Sonra evlenip Kanada’ya gittiğimi anlattım. Henüz torunlarıyla karşılaşmamıştı. İkince üçüncü eşleri hakkında konuştuk bir süre, ayrıca başka torunları da vardı.
Bu konuşmanın arasında bir noktada tam da kahkahalar atarken aklıma bir soru takıldı: Üvey babanız size verdiği sevgiyle “baba” sözcüğünü zaten hak ediyorsa, hakiki babanıza nasıl hitap etmelisiniz.
Neville annemin kendisine “Şaşkın Çilek” lakabını taktığını söyledi. Nedenini hatırlamıyordu. Ama ikimiz de çok güldük. Bu onun için uygun bir isimdi. Artık benim “Şaşkın Çilek”im olacaktı.
***
Birlikte üç gün geçirdik. Başka buluşmalarımız da oldu. Birinde üvey erkek kardeşimle de buluştum. Çok eğlendik. Neville ve John bir kulüpte beni bekliyorlarmış. Derken Neville, unuttuğu bir şeyi almak için odasına gitmiş. Ve elbette ben de o anda gelmişim. John ve ben birbirimizi aynı anda tanıdık ve gülmeye başladık. Ansızın, babamıza ortak bir oyun oynamaya karar verdik. Ama vazgeçtik sonra, çünkü onu kazara da olsa üzmek istemedik.
Ertesi gün Neville’in Sussex’teki evine gittik. Aile fotoğraflarına baktık ve sonra Kanada’ya döndüm.
John ve Neville beni istasyona bıraktıklarında akşam olmuştu. Ertesi gün Toronto’ya dönecektim. Mayıs’ta gene ziyaretlerine gelecektim.
Babamın yüzündeki hüznü gördüm ona el sallarken. Ben de üzgündüm. Yıllar boyunca birbirimizi tanıyamamıştık. Mayıs’ın gelmesi için sabırsızlanıyordum.
Dört ay sonra, Nisan ayında bir Cumartesi, öğleden sonra, Montreal’de bir dükkanda oyalanırken John’un cevapsız bıraktığım çağrısını gördüm.
“Nancy, babamın sadece birkaç saati kaldı” diye mesaj bırakmıştı. “Aniden kötüleşti, ama evinde ve huzur içinde. Telefonu ona veriyorum, seni duyabilir.”
Şaşkın Çilek ertesi gün öldü.
İngiltere’ye Mayıs’ta döndüm. John’la birlikte babamın küllerini denize bıraktık. Uzun uzun sohbet ettik. Bir yandan da o ölmeden bu karşılaşma gerçekleştiği için şükrettik. Üç gün boyunca eşyalarını topladık. Bana yepyeni kardeşler bırakarak gitmişti.