Birçok baba çocuklarıyla daha çok zaman geçirmek istiyor, ancak ekonomik koşullar buna müsaade etmiyor. Kadınların çalıştıkları yerlerde adil bir ücrete kavuşmaları bu sorunu çözebilir.
Babalık kurumu karanlık çağlardan geçti, çocuklarını terk eden ya da onları katı bir şekilde disipline etmeye çalışan babalarla ilgili bin türlü hikaye anlatıldı.
Pek çok baba sterotipi var ve hiçbiri de özellikle gurur duyulası gibi görülmüyor. Bir şekilde baba evde bile olsa sürekli hatalar yapan, şeytani, bencil ve şiddetli bir adam gibi görünüyor. Ya da zaten ortada yoklar, çoktan ölmüşler, çocuklarıyla ilgilenmemeyi tercih etmişler ve bu yüzden de onlara zarar vermişler. Başka bir tipleme de yetersizlik üzerine kurulu, iyi niyetli de olsa elinden bir türlü bir şey gelemeyen baba.
IPPR adlı think-tank kuruluşu önümüzdeki günlerde babaların üstlendikleri geleneksel rolde nelerin değiştiğine dair geniş bir rapor yayınlayacak. Elime geçtiği için hemen okumaya başladım doğal olarak. Babaların evin “ekmek kazananı” olarak üstlendikleri rolün nasıl bir dönüşüm geçirdiğini anlatıyor rapor. Buna göre 1958-1970 arasında doğan kadın ve erkeklere üdenen ücretler arasındaki fark, feminizmin 50 yıllık macerası boyunca kadınlara sağladığı kazanımı herşeyden daha çok görünür kılıyor.
1958 yılında doğan anneler aynı yılda doğan babalardan yüzde 32 az kazanıyorlar. 1970 yılında olan annelerse, aynı yaştaki babalardan yüzde 26 oranında düşük ücrete rıza göstermek durumundalar.
IPPR araştırmasının ortaya koyduğu şaşırtıcı hakikat ise babaların, baba oldukları için bir takım “bonus”lar talep etmeleri. 1958 yılında doğan babalar, aynı yaştaki çocuksuz erkeklerden yüzde 16 daha fazla kazanmaları gerektiğini düşünüyorlar. 1970 yılında doğanların bu anlamdaki talepleri ise yüzde 19’luk bir bonusa tekabül ediyor.
Neden mi böyle? Babalar, doğumdan sonra annenin daha az kazanma halinin tazmin edilmesi gerektiğini düşünüyorlar. Ayrıca babaların işten atılmalarının zorlaştırılmasını, çünkü babalık sorumluluklarının ilave bir iş sadakati gerektirdiğini söylüyorlar.
Feminizm genellikle ev dışındaki kadınların haklarına odaklanır. Bu da evdeki iş bölümünde erkeklerin daha çok sorumluluk üstlenmelerini gerektirir. Elbette bundan ibaret değildir feminizmin davası, ancak erkekler açısından bakıldığında feminizm davası aşağı yukarı böylesi bir pratik sonuca evrilir.
Ancak erkekler kadınlardan daha çok kazandıkları sürece, işin bu tarafını ihmal etmeye de devam edecekler gibi görünüyor. Daha az işe, daha çok kazanan bir kocanın varlığı, kadını da kariyerinden gerektiğinde feragat etmeye ikna edici bir durum ne de olsa. Şu halde hoş geldiniz tarihsel bir şah-mat pozisyonuna…
Peki bu döngü nasıl kırılır? Açık ki kadınlara ödenen ücretlerde adaletin gözetilmesiyle. Ve elbette babaya biçilen geleneksel rolü sorgulamakla. Baba neden evin ekmek kazanıcısı olmakla yetinsin ki? Ondan üstlenmesi beklenebilecek, üstelik onu da geleneksel rolün beraberinde getirdiği psikolojik ithamlardan uzak tutacak bir şeyler olmalı.
Bu erkeklerin çabasıyla üstesinden gelinecek bir sorun değil. Kadınların da bunu talep etmeleri gerekiyor.
New York Times yenilerde doğmamış bebeklerin sağlıkları üzerinde babanın nasıl bir etkisi olduğuna dair kapsamlı bir araştırma yayınladı. Yedikleri, bedenlerine aldıkları toksinler, geçirdikleri travmalar bile bir şekilde anne karnındaki bebeğe tesir ediyor. Dolayısıyla olumsuz sterotipler içine yerleştirilmiş babaların hayatta kalan çocukların üzerinde nasıl bir etkisi olduğu bir kez daha düşünülmeli…