50 yıl kadar önce bilim dünyası, gebelik ve doğum sonrasında salgılanan hormonların, dişinin yavrusu için duyduğu sevgiyi körüklediğini fark etti. Anne sevgisinin, yeryüzünde hiçbir sevgiyle boy ölçüşemeyecek kadar güçlü olmasının altında sadece hormonal mekanizmaların olmadığını, genetik faktörlerin çok büyük rolü olduğunu görmekteyiz.
Hormonların Gücü :
Tüm canlılarda gebelik ve doğum çok özel bir süreçtir. Eşeysel hormonların çalışmasıyla başlayan bu süreç anne adaylarında biyolojik saati de çalıştırır ve çiftleşme sonrasında geri sayım başlar.
Canlılarda gebelik, doğum ve emzirme süreci boyunca farklı hormonlar devreye girerek annede fizyolojik değişimlere neden olur. Annelik duygusu da bu fizyolojik değişimlerle birlikte güç kazanmaya başlar. Annelik içgüdüsel bir davranıştır ancak hormonların seviyesiyle orantılı olarak annenin davranış şekilleri farklılık gösterebilmektedir; ABD’de Wisconsin Üniversitesi’nde yapılan araştırmalarda, beyindeki CRH adlı hormonun seviyesinin düşük olmasının annelik içgüdülerinin güçlü olmasını sağladığı bulundu. CRH hormonu az olan anneler yavrularını korumak için kendilerini tehlikeye atarken, hormonu fazla olanlar yavrularını ihmal ediyor, yavrularına zarar verebiliyor.
Anne fareler üzerinde yapılan incelemeler, hormonların beyinde yol açtığı değişimin yalnız annenin yavrusunu korumasına ve bakımına yönelik olmadığını, aynı zamanda anneye yavrusuna daha iyi yaşam koşulları sağlayabilmesi için yeni donanımlar da kazandırdığını göstermektedir. Hatta beyindeki bu yeni donanımlar anne fare yaşlanana kadar sürüyor. Bu tür araştırmalar yalnızca dişi fareler üzerinde yapılsa da, memeli canlıların büyük bir çoğunluğunda hormonal mekanizmaların aynı olması ve annelikle ilgili davranışların beynin aynı bölgesi tarafından kontrol edilmesi nedeniyle insanlarda da geçerliliğini koruyor.
Gebelik, doğum ve annelik sürecinin dişinin beyin yapısını değiştirdiğini biliyor muydunuz ?
Gebelik , doğum ve annelik süresince, dişi memelinin beyninde, davranışlarını ve yeteneklerini geliştiren bir değişim yaşanıyor. Hormonların fizyolojik etkisiyle oluşan bu yapısal değişiklikler her türün anne adayına, yavrusunu güvenli bir şekilde hayata hazırlaması için yeni donanımlar kazandırmaktadır. Ben bu donanımları, türün devamlılığını sağlaması için annelere sunulan ilahi bir güç olarak görürüm.
Yavru sahibi olmak, erkeklerin beyinlerini nasıl etkiliyor? Dişilerde olduğu gibi onlarda da bir değişim meydana geliyor mu? Yavrularına bakan babalar, bu durumdan dolayı beyinsel açıdan kazançlı çıkıyor mu?
Bilim dünyası, elbette babaların durumunu da araştırıyor. Bunu için, küçük bir Brezilya maymun türü olan marmoset’ler inceleniyor. Marmosetler, monogam bir yaşam sürüyor ve yavrularının bakımını erkek ve dişi birlikte üstleniyor. Bugüne kadar elde edilen bulgular şunu gösterdi: Baba marmoset, yiyecek bulma konusunda, baba olmayan erkek bir marmosetten daha başarılı.
Geç anne olan geç yaşlanıyor
Yapılan çeşitli bilimsel araştırmalar, doğum yapan annelerin dokularının yenilendiğini ve ileri yaşlarda anne olan canlıların genç yaşlarda anne olanlara göre daha uzun yaşadıklarını gösteriyor.
Annelik İçgüdüsünün Genetik Şifresi
Annelik içgüdüsü doğamızda var olan tüm canlılarda genetik olarak kodlanmıştır. Her türün DNA sında bulunan bu kodlar, türün annelik süresince (gebelik, doğum, besleme /emzirme ve hayata hazırlama dönemlerindeki) davranış şeklini belirler.
Klinisyenlik hayatım boyunca her doğum vakasında, bu genetik kodların oluşturduğu programın ne kadar kusursuz çalıştığını gözlemlerim. Hayatın başlangıcı, doğanın mucizesi olan doğuma tanıklık etmek tarifi imkansız bir deneyimdir. Bu yüzden ilk kez anne olacak köpek veya kediyi doğum sırasında seyretmenizi isterim; Doğuma hazırlık, anne adayının doğum öncesi güvenli bir yer seçmesiyle başlar. Doğum sancılarının başlamasından kısa bir süre sonra yavru zarının içinde ilk yavru dünyaya gelir. Anne şaşkınlık içinde heyecan yapıp kese içindeki yavruya bakmaya başladığında saniyeleri saymaya başlarım. Çok kısa bir süre sonra sanki bir düğmeye basılmış gibi program çalışmaya başlar. İlk kez doğum yapan anne ne yapması gerektiğini çok iyi bilen hareketlerle, heyecanını yenerek yavru zarını sıyırıp alır yavrunun üzerinden. Bir ebenin tecrübeli elleri gibi yavruyu kavrayarak ağzıyla göbek kordonunu keser. Yavru zarından sıyrılan yavrunun, ciğerleri negatif basınçla hava dolarak şişer ve minik sevimli dostumuz ilk nefesini alarak dünyaya merhaba der. Tecrübesiz anne, DNA’sına kodlanmış program sayesinde yavrusunu yalayarak temizler. Bu sayede kan dolaşımı ve solunumu düzene giren yavru bir süre sonra tekrar bir düğmeye basılmış gibi hareket etmeye ve meme aramaya başlar. Doğum prosesinin tamamlanması ve yavrunun hareketleri hormon mekanizmasını tetikleyerek memelere süt inmesini sağlayacaktır. Minik dostumuzu hayata bağlayan altın saatler başlamıştır. İlk 3 gün annenin memesinden salgılanan kolostrum (ağız sütü) adını verdiğimiz yoğun süt hayati öneme sahiptir. Bu genetik kodlamanın bir parçası olduğunu sandığım bir davranış şekli de, yavruları için çok önemli olan kolostrum adını verdiğimiz bu sütün memelerden salgılandığı 3 gün boyunca annenin yavrularının yanından tuvalete gitmek için bile ayrılmak istememesidir. Anne içgüdüsel olarak yaptığı bu davranış şekliyle yavrularının yaşam şansını arttırır.
Bundan sonra yavrularının güvenliğini tehdit eden her hareket annelik içgüdüsünün inanılmaz gücüyle karşılaşır.
Çok güzel bir yazı olmuş teşekkürler. Merak ettiğim bir nokta var. Bizde de şimdi tartışılmaya başlayan bir konu: Kordonun kesilme zamanı. Siz hiç dikkat ettiniz mi, bu minik dostlar ne zaman kordonu koparıyorlar? Hemen mi, atım durduktan sonra mı, plasenta doğduktan sonra mı?