Çocukluk tuhaf şey, yaş aldıkça, yıllar geçtikçe vuruyor tokatı yüzüme. Kime ki aslında? Herkes kendi çocukluğundan, kendi güzel ya da kötü çocukluğundan geldi bu günlere ama benim derdim pavuryalar.
Onlar şimdi dört yaşındalar ya ve şimdi o benim yüzüme çarpan çocuk yaşımdalar ya, tuhaf hissediyorum işte elimde değil. Bugünler kalacak onların aklında “Çocukluğum” diye…
İşte ondan bu telaşım…
Olan şu:
Bayramın ilk günü yani dün. Ben burada yayınlanacağını düşündüğüm yazımı çoktan yazmışken, onu göndermekten vazgeçip bu yazıyı yazmamın sebebidir dün. Sabah yedide kalktık her zamanki gibi.
Pavuryalar kahvaltıda açma istediler.
“E hadi beraber gidip alalım.” dedim, uçtular. Giyindik, yola çıktık. Önce bakkala, sonra saatçiye, sonra da abajurcuya günaydın ve iyi bayramlar dedik ve doğru fırına gittik.
Açmaları aldık yanına bir de tahinli çörek. Aklıma Ankara’da Pelin Pastanesi’nin şahane küçük Alman Pastası geldi. Çok güzel yaparlardı ve annem bilirdi ki ben günün her saati, açken ya da tokken Alman Pastası yiyebilirdim. (Tıpkı Bade ve Barış’ın açma sevmesi ve ne zaman olursa olsun yemeleri gibi. ) Annem ne zaman kendimi iyi hissetmemi sağlamak isterse bir Alman Pastası bunu kolaylıkla sağlar bilirdi, alırdı, yerdim ve çok iyi hissederdim kendimi. Düşündüm ki bu fırının bu açması pavuryalar için belki de o benim Alman pastası gibi bir şey, ne biliyorum?
Belki 30 yaşında bu anları anacaklar? Diyecekler ki “Annemle kahvaltı için alışverişe çıkardık Pazar günleri (ki genelde pazarları yapıyoruz bunu) Emek Fırını’ndan bir açma alırdık, tadı damağımdan gitmezdi, hey gidi günler hey!”
Bu yetmedi. Dönüşte yine Ihlamur’daki kahvaltı Diyarı’na uğradık peynir almaya. Tam kasadayız ödeme yapacağım, kafamı kaldırıp neden bilmem sol tarafa bakındım.
Fiskobirlik Fındık Ezmesi’ne gözüm takıldı. Vay arkadaş nereden gördüm onu. Neye uğradığını şaşırdı bünyem. Kafam gitti 35 yıl öncesine. Hafta sonlarına hem de. Şayet kış ise annemin sobayı yakıp sofrayı kurup, her şeyi hazır edip bizi kahvaltıya çağırmasına misal. O kadar severdim ki bu fındık ezmesini, hızla rafadan yumurtamı yer, zeytin peyniri süpürür, sıranın fındık ezmesine gelmesi için acele ederdim.
“Aman be anne niye sırası var ki bu yiyeceklerin?” Annem “Var işte, sonra hep fındık ezmesi ye değil mi? Yok öyle yağma, sırayla.”
Şimdi düşünüyorum bu sıra yüzünden mi taktım bu fındık ezmesine, yoksa gerçekten sevdim de mi taktım, bilmiyorum, bilemiyorum. Kasadayım, elimi uzattım, torbaya bir de fındık ezmesi attım hem de Fiskobirlik, gözlerim nemli olarak çıktık Kahvaltı Diyarı dükkanından.
Eve geldik. Sofrayı hazırladık beraberce Bade ve Barış’la… Serdar’ı uyandırdık, heyecanla onlara gösterdim fındık ezmesini… Ekmeğe sürdüm verdim… Yok yok yok! Sevmediler.
Peki bir lokma ekmeğe benim fındık ezmesi koyup ağzıma atmamla sofradan kalkıp annemi arayıp, gözümden akan yaşa bakmadan ona da bunu hatırlatmamı kim açıklayacak? Hadi bunu da açıklasın bakalım ateyizler…
Şaka bir tarafa çok acımasız bir andı. Yine bir tat, yine aklımın uçması… “Ne tuhaf şey çocukluk?” demem işte bu yüzden. Ne acayip. Ne yaşarsan, sana ne bırakırsa, sen ne alırsan, aklın nerede kalırsa, sana kim iyilik ettiyse, kim kötülük ettiyse, hangi yemeği en çok seviyorsan, hepsi çoğu zaman çocukluktan kalıyor.
Anneannemin hamsi ayıklaması, babamın Pazar günleri evin tüm ayakkabılarını boyaması, davul fırında pişen koca yuvarlak tepsideki hamsi buğulama ve ah, o anne börekleri, ramazandaki pide kuyruklarına girişim, yılbaşı meyve ve kuruyemişleri, ilkokul beşinci sınıfta günlerce ağlayıp aldırdığım zımbalı beyaz sandaletlerim, onlarca küçük mavi taslamalı Can Çocuk kitaplarım, kendi suluğum, beslenme ve el okul çantam (Kiremit rengi), Devekuşu Kabaresi Tiyatrosu (Yasaklar, Geceler, Deliler, Aşk olsun), Kurtuluş Parkı, AOÇ Dondurması, AOÇ Domates Suyu, Ankara Ozanlar Yokuşu, neredeyse her Çarşamba saat 17:00’de yediğim çubukta macun…
Daha söyleyeyim mi?
Binlerce çocukluk özeli çıkar, üşenmem yazarım ama size de yazık, sıkılırsınız. Herkesin kendine güzel ya da kötü bu çocukluk denen zamanlar dedim ya, sahi öyle…
Ben şimdi düşünüyorum da şimdi biz neler kazıyoruz pavuryaların çocukluklarına an itibariyle?
Ne acayip bir duygu bu. Düşünerek olmaz, düşünmesen olmaz… Sürekli hatırladıkları ya da hatırlayacakları şu anlar, hatırlamaktan vazgeçmezlerse onlara çocukluk anıları olarak kalacaklar. Umarım bu zamanları onlarla rakı masalarında bıkmadan usanmadan, güle ağlaya anar konuşuruz, içeriz, güzelleşiriz…
Belli mi olur, belki BAĞZI şeyleri daha tuhaf anarız 20 yıl sonra ama umarım hala çArşı’da fink atarız gururla… Bakalım neler olacak? Heyecanla bekliyorum, evet.
Mis günler dilerim…