Çocuk sahibi kadın ve adamlar için dünyadaki en değerli varlıkları büyük ihtimalle çocuklarıdır. Böyle olmak zorunda değil elbette; tartışmaya açılabilecek bir yargı bu. Cümlenin başına “Bence”” ekleyip, yargının doğru olduğunu varsayıp devam edelim.
Çocuk sahibi olmaya karar verdiniz ya da sürpriz yapıp, o çocuk gelmeye karar verdi ve bu durumu kabullendiniz. Annenin hamilelik süreci boyunca türlü badireler atlatıp, internet başında gün gün gelişmeleri takip edip, küçük doktor odalarında bir şeye benzetemediğiniz ultrason görüntüleri karşısında heyecanlandınız. Doğum günü geldi, heyecanla onu karşılamaya gittiniz. İlk kez kucağınıza aldınız, hastaneden çıkıp ilk kez eve gittiniz. İlk kez yalnız kaldınız, ilk kez yıkadınız, ilk kez ateşlendi… Sonu yok ilk’lerin. Baktı, güldü, yedi, içti, sıçtı, öksürdü, hapşurdu…
Derken işe dönmeniz gerekti. Eğer anneanne, babaanne gibi yakın yörede bir süper kurtarıcı yoksa, siz de “bakıcı arayanlar kervanı”na katıldınız ister istemez. Sandınız ki ellerinde referans mektuplarıyla kapınızın önünde bir kuyruk oluşacak, siz sakin ve zaman ayırarak mülakatlar yapacak; sonra da adaylar arasından en iyisini seçeceksiniz. Peki canım, görürsem söylerim.
Öncelikle hiç de kuyruk falan olmadığı, hatta görüşecek kimse bulamadığınız an yaşadınız ilk şaşkınlığı. Görüştüğünüz kişiler içinde birçoğu da içinize sinmedi. Kolay değil, “en değerlinizi” teslim edeceğiniz kişiyi arıyorsunuz. İşe başlama tarihi yakınlaştıkça ufaktan bir panik de başladı içinizde.
Haydi küçük bir özeleştiri sıkıştıralım satır arasına. En değerlinizi teslim edeceksiniz ama bir yandan da bu işi ucuza getirme derdindesiniz. “Bu ne yaman çelişki anne” değil mi sizce de?
Madem özeleştiri parantezi açtık, biraz daha yürüyelim. Birçoğumuz Türkiye’de kaçak olarak çalışan insanlardan yardım aldık, yardım alıyoruz. Çoğumuz türlü siyasi kökenden gelen, ama hak hukuk konularında hassas insanlarız. Ancak nasıl oluyor da oluyorsa bu bakıcı olayında kendimize rağmen hareket edebiliyoruz. Ya hu açıktan “kaçak işçi” çalıştırıp, sosyal güvencesi olmadığını kafaya takmayabiliyor, hatta bunu tercih edebiliyoruz. Ayıp da ediyoruz.
Zamansızlık, çaresizlik vesair nedenlerle sonunda anlaştınız biriyle. Bakıcıyla imtihanınız şu an itibariyle başladı.
Hepinize hayırlı olsun.
Balayı dönemi
İlk günler çok güzel geçecek. Çocuğunuza aşırı bir sevgiyle yaklaşan, size sabah kahveleri yapan bir bakıcınız var. Siz de ona karşı son derece ilgilisiniz. Diyelim ki farklı bir ülke vatandaşı, aralarda ülkesinden müzikler falan çalıyorsunuz YouTube’dan. Yukarıdan baktığınızı fark etmeden, kendinizce güzellikler yapıyorsunuz. Diline meraklısınız, hemen üç beş kelime öğreniyorsunuz bakıcınızın ana dilinde.
Ölçme tartma dönemi
Hızla geçen balayı dönemi ne zaman bitip de bu ölçme tartma dönemi başlıyor anlayamıyorsunuz. (İlk kez bakıcısı olan aileler için bunu anlamak mümkün değil zaten. Ancak birkaç seferden sonra bu aşamayı ayır edebilir deneyime kavuşabilirsiniz.) Tabii kabul etmeli ki o sizin ilk, ikinci, üçüncü bakıcınız olabilir ama siz onun gördüğü muhtemelen bininci ailesiniz. Dolayısıyla sizden çok daha tecrübeli bir rakibiniz var karşınızda. Ne? “Rakibiniz” mi dedim? Eyvah ki eyvah. Tam da bundan bahsediyordum işte.
Bu ölçme tartma dönemi, tarafların birbirinin sınırlarını anlama ve kendi sınırlarını kabul ettirme çabasından başka bir şey değil. Örneğin, akşam 18.30’da evde olmaya söz veren bir aile, 19.00’da eve geldiğinde deneyimleniyor ilk raunt. Bir gün önce geç gelmesine sorun çıkarmadığınız bakıcınız, yarım saatlik gecikmenize öyle bir tepki gösteriyor ki inanamıyorsunuz. Yoksa siz de yarım saatlik gecikmeyle şansınızı mı denemiştiniz? Bakıcınız ses çıkarmasa bir sonraki sefere yarım saat daha ötelemeye mi meyilliydiniz?
“Taşların yerine oturma” dönemi
Bir iki itiş kakış sonrası taşların yerine oturma zamanı gelecek elbette. Geç gelmeler, erken çıkmalar önceden konuşuluyor artık. Tamam, surat asmalar hala var ama iki taraf da birbirini çok takmıyor. Tek bir derdiniz var. Çocuk(lar) mutlu mu değil mi? Aralarda şikayetler de gelmeye başlıyor. Başta para ve çalışma saatleri olmak üzere çeşitli şikayetler… Aranızda ilk günkü aşkın kaybolmuş olma ihtimali büyük. Başka bir iş aradığına dair ilk işaretleri de bu dönemde almanız muhtemel. Aslında daha iyisi bulacağınıza emin olsanız siz de hazırsınız ayrılmaya. Ancak delice de korkuyorsunuz. Zira etrafta bakıcı yok. Üstelik çocuğunuz mutlu görünüyor. Önemli olan da bu değil mi?
“Başlarım böyle aşkın ıstırabına” dönemi
“Ya hu tam da taşlar yerine oturmuşken nereden çıktı bu dönem” demeyin. Tam da bu dönemde çıkıyor işte! Evliliklerin, herkesin kendini güvende hissedip de iyice saldığı döneme benziyor kimya olarak. Bakıcınız, düne kadar tırım tırım arandığı “bir işi olduğunu” siz de umutsuzca aradığınız ve bulamadığınız “bir bakıcınız olduğunu” unutma evresindesiniz artık. Kısa sürede kılıçlar çekiliyor. “Giderim ha…”, “Gidersen git!”
“Yere düşen burunları almama” dönemi
Ayrılmaya karar veriyorsunuz. Son birkaç haftanız. Çocukluk travması gibi hatırlıyorsunuz aramaya başlayınca. Çok zor ya bakıcı bulmak. Aslında bakıcınız da farklı durumda değil. Telefonda konuşurken ne dediğini anlamıyorsunuz ama ses tonları ve mimikler evrensel; belli ki o da sıkıntıda. Ne garip, aslında birbirinizi arıyorsunuz. Birinizden biri geri adım atsa, yeni bir başlangıç yapacaksınız ama burnu düşse eğilip almayanlardanız çoğumuz.
“Bizim bir bakıcımız vardı…” dönemi
Anılar 9.
Ya da gelen gideni aratır.
Belki de yağmurdan kaçarken doluya tutulmak.
Her yeni bakıcıda balayı döneminden başlayıp, garip benzerliklerle devam ediyor bakıcıyla imtihan süreciniz. Genelde içlerinden biri çok seviliyor. Hep o anılıyor. “Hotel California” tadında, ara ara dilinize takılıyor. Muhtemel ki o da sizin için benzer duygular içinde. Yoksa değil mi?
—
Son söz ya da kişisel bir mesaj:
İmzalı bir yazı olsa da sanmayın ki tümü başımdan, başımızdan geçti. Çocuklar (ikiz) iki aylıkken tanıştığımız sevgili bakıcımız altı yıl kaldı bizimle. Yani “Taşların yerine oturma” dönemi gayet uzun sürdü bizde. Uzun ya da kısa sonunda bitti. Onun dışında tüm dönemleri hakkını vererek yaşadık karşılıklı. Bizden ayrıldıktan sonra onu hiç unutamadık ve eksikliğini hep hissettik. Bildiğim kadarıyla o da bize karşı boş değilmiş. Ama buluşamadık bir daha. Başta ekonomik olmak üzere şartlar izin vermedi buna.
Dün duydum ki işler iyi gitmemiş ve ülkesine dönüyormuş bugün yarın. Biraz da onun şerefine, anısına yazdım bu yazıyı. Seni çok sevdik Anna. Her bir döneminde ayrı sevdik. Özellikle “Başlarım böyle aşkın ıstırabına” ve “Yere düşen burunları almama” dönemlerinde sen de ben de çok iyiydik. İkimiz de hakkını verdik bu dönemlerin. 🙂 Yapmasa mıydık acaba?
Tersin çok tersti ama emeklerin de paha biçilmez değerde. Her biri için teşekkürler. Yolun açık olsun. Bizi unutma. Biz seni hiçbir zaman unutmayacağız.