Bilim adamlarının başkalarının çocukları konusunda kendilerini uzman ve iktidar sahibi hissettikleri bir dönemde yaşıyoruz. 1900’lerin hemen başında başlamış, kendini uzmanına / tıbba / bilime vs. emanet etme arzusu ile yerleşmiş, John Watson gibi davranışçı psikiyatrların ısrarlı çabaları ile meşrulaşmış bir eğilim bu. Fazla anne sevgisinin, bağımlı ve zayıf bir insan ırkı yaratacağını iddia edecek kadar gaddarlaşmış uzmanlar, farklı şekillerde de olsa merhamete savaş açtılar bu yüzyılın başında.
Bilimin elinde bunu destekleyecek kanıt olmamasına karşın, çocukları zalimce yetiştirme ısrarı, eğitim kitaplarına, zamanın günlük hayatına da yansıdı. Bu tür yayınlarda, bebeğin 6 aydan sonra beşiğinde süklüm püklüm oturması gerektiği, anne-babaya ekstra külfet yaratmayacak şekilde, kendi başına ağlamaya terk edilmesinin doğru olduğu anlatılıyordu. Öyle ya, çocuk zaman kaybına yol açmamalı, ilk 6 aylık bebeklikten hemen sonra, önce ağlayarak, sonra yalnız bırakılarak zorlu geleceğine hazırlanmalı, yeni memurlar, yeni işçiler bu nurtopu gibi yavrulardan oluşmalıydı.
Bugün bile hala geçerliliğini koruyan ve genelde günlük hayatı yoğun geçen şehirli ebeveynler arasında yaygın olan, ağlaya ağlaya eğitme metodunun bilimsel olarak bile zırva olduğu ispat edilmiş çoktan. Uzun süreli ağlayan bebeklerde nöronların ölmesi, güven duygusunun inşa edilmeden çökmesi gibi bir dolu fiziki, ruhsal hasar meydana geliyor. Merak edenler için Harvard Üniversitesi’nin bir takım çalışmaları bu linkten indirilebilir:
Bu konularda anne babalara gaddarca uygulamalar önermeyen, edeplice yazılmış birkaç kitap var. 2006’da yayınlanmış The Science of Parenting fiziksel yakınlık ve çocuk yetiştirme konularında zihin açıcı bir içeriğe sahip.
Bir arkadaşım çocukluğunu anlatırken, annesinin onu ve abisini cezalandırmak için, ağızlarına 1 çorba kaşığı acı biber tıkıp, evlerde kullanılmayan o ufak tuvaletlerden birisine sokup üstlerine kapıyı kapattığından bahsetmişti. Bunlar olurken kendisinin 3-4 yaşlarında olduğunu söylüyor. Saatlerce ağızları yanarak karanlıkta beklediklerini hala hatırlıyor. Annesi gayet iyi bir insan aslında, aynı zamanda ilkokul öğretmeni ve çocuklarını da seviyor Allah için. Yine de bu kadar sert bir eğitimi (Eğitim mi? İşkence olmasın?) iki çocuğuna da uygulamaktan geri durmamış. John Watson’ı hatta Pol Pot’u aratmayacak bir gaddarlık!
Annelerimiz bize yaptıklarını bilerek yapmadılar, ama olan oldu, biz de o cendereden geçip cemiyet hayatına katıldık bir kere. Davranışçı psikiyatristlerin de gaddar, merhametsiz birer domuz oldukları sonucuna varamayız buradan, “yanlış biliyorlar, bildiklerini sanıyorlar” diyebiliriz ancak. Ama şu kesin ki aile bile kendi başına bu kadar gaddar olabiliyorken, bunun arkasına bir de tıbbın merhametsizliğini, bilimsel gaddarlığı koymak? Bu çağda kim çocuk olmak ister?
Yazının derlendiği kaynaklar ve zorba davranışçıların diğer açıklamaları için bkz: http://www.psychologytoday.com/blog/moral-landscapes/201112/dangers-crying-it-out
Oğlumun ilk ayları , açıkma uyku saatleri gibi günlük olaylarının saatlerini bildiğimiz için neredeyse ağlatmadan büyüttük oğlumu… en yakın akrabalardan bol bol :”Ağlatacaksın ,ağlatmadan olmaz hem ciğerleri gelişir…” sözünü işite işite bu zamanlara geldik… Ağlamadan büyümesi mümkün değil tabii, ama bilerek ağlatmadan büyüteceğim kesin !
Anneme gelince ; hiç öyle cezaları olmadı. Teşekkürler anneciğim…senin gibi olabilmek dileğiyle…