Duru, elinde en sevdiği kalemiyle bir şeyler karalıyordu. Ne yaptığını sormaya hiç gerek yoktu. Yaptığı şey çok açıktı.  Karalama defterine resim çiziyordu. Aslında resim güzeldi, şimdi neden karalıyordu diyeceksiniz. Sadece uzaydaki zımbırtıları çiziyordu. Göktaşları, yıldızlar, uydular, hepsini karalama gibi çizmişti.

O sırada kapı çaldı ama nasıl çaldı: ding dong, ding dong… Bir türlü susmadı. Duru, gelenin Defne olduğunu bir çırpıda anladı. Defne’den başka kapıyı kim böyle çalabilirdi ki? Duru hızlıca koştu ve kapıyı açtı. Tahmin ettiği gibi gelen Defne’ydi, elinde bir oyuncak vardı.

Duru, “yaşasın, roket yapacağız” diye bağırdı. Duru ile birlikte Duru’nun odasına koştular. Defne anlatmaya başladı: “Berrin Teyzem bu roketi bana almış, ben de birlikte yaparız diye düşündüm” dedi. Duru, “Süpeeer!” diye bağırıp kutuyu bir çırpıda yırttı. O sırada bütün neşesi bitti.

“Burada bir milyondan fazla parça var, nasıl yapacağız?” diye sordu üzüntüyle. Defne güldü, “Bunu bir günde yapacağımızı sanmadın herhalde. Çok uzun sürecek ama bitince muhteşem olacak.”

“O zaman hemen başlayalım.” dedi Duru ve talimatları okumaya başladı. Bir numaralı parça yedi numaralı parçanın solundaki çıkıntıya takılacak, diyordu; Defne de bunu uyguluyordu. Roket sayesinde Defne ile Duru her gün buluşuyorlardı. Roketin bitmesi için çok çaba harcıyorlardı. Sonunda roketi tamamladılar.

İkisi de çok sevinmişti. Harika diye bağırıyorlardı. O sırada Defne, ciddileşip “Bu roketi fırlatmamız lazım,” dedi.

Pazartesi günü roketi fırlatmaya karar verdiler. Pazartesi, Duru heyecanlı bir şekilde Defne’ye gitti. Defne ile balkona koştular, ateşleme zımbırtısı ellerinde geri sayıma başladılar: on, dokuz, sekiz… üç, iki, bir ve fırlat! Ama bir sorun vardı: Roket mi bozulmuştu? Hayır. Balkondan mı düşmüşlerdi? Hayır. Ne biçim bir soruydu bu yahu?

Sorun şuydu: Defne ve Duru ateşlemede rokete tutundukları için roketle birlikte uzaya çıkmışlardı. O sırada maket roket büyümüş ve gerçek bir roket olmuştu; içerisinde uzay kıyafetleri de vardı. Duru korkudan bembeyaz kesilmişti hemen rokete girdiler. İçerisi gayet konforluydu ve roket otomatik hareket ediyordu.

Uzun bir sessizliğin ardından ilk soruyu Defne sordu: “Eve nasıl döneceğiz?” Ama cevap gelmedi. Defne arkasını dönüp Duru’ya baktı. Bir zombi gibi olduğu yerde duruyordu. Çok korkmuş olmalıydı, onu biraz rahatlattı ve “maceramız başlıyor” dedi.

Ertesi gün Duru erken kalkıp Defne’yi uyandırdı. Kahvaltılarını ettiler. Eve dönmenin bir yolunu bulmalıydılar. Duru ablasını özlemişti, Defne de kardeşini. Pes etmemeleri gerekiyordu.

Defne, aynı soruyu üçüncü defa sordu: “Eve nasıl döneceğiz?”

Korkma sırası bu kez Defne’deydi.

“Ne? Bunu nasıl süreceğiz? Sen çıldırmış olmalısın, ben bu roketi sürmem.”

Öyle çok şey söylemişti ki Duru çoktan üstünü giymişti. “Yeter artık sus, lütfen” diye bağırdı. Defne de giyindi ve birlikte yola çıktılar. Geldik mi, dedi Defne. Duru az kaldığını söyledi ama yanılmıştı. Orada bir tabela vardı ve tabelada “şu an galaksimizden ayrılıyorsunuz” yazıyordu. Defne tabelayı görünce sinirden küplere bindi: “Eve döndüğümüzü sanıyordum.” dedi, kıpkırmızı kesilmişti.

Duru, “mutlaka eve döneceğiz.” dedi ve roketi terse sürmeye başladı, daha doğrusu ters yöne gittiğini sanıyordu. Defne bunu anlamıştı ve Duru’nun üstüne atlayıp “Ben sürerim” dedi. Bir süre ilerlediler ama eve varmadılar.

Duru, “Bence uzay yürüyüşü yapalım” dedi ve uzay giysileri almaya gitti.

Bir süre sonra bir gezegene rastladılar. Bu gezegeni biliyorum, dedi Defne. “Başka bir galaksiye ait ve adı Retüo. Eve uzak olduğumuzu gösteriyor.”

Duru, Defne’nin son cümlesini beğenmemişti. Yani eve gidemeyecek miyiz, diye sordu.

Bir ses “Hayır, gidemeyeceksiniz” dedi.

Defne, “Nasıııl?” diye bağırdı. Bağırma nedeni cevap değil, uzaylıydı. Cevabı uzaylı vermişti.

“Nedenmiş o?” dedi Duru.

“Eğer Retüo’nun galaksisine girerseniz ağır bir şekilde cezalandırılırsınız.”

Duru ile Defne birbirlerine sarıldılar, korkuyla uzaylıyı takip ettiler. Gezegende uzaylı onları bir odaya kapattı ve “yeni evinize hoşgeldiniz,”dedi.

“Her gün bir gram ekmek ve bir yudum su ile yetinmelisiniz. Burası evrendeki en büyük ve korkunç hapishane” diyerek sözlerini bitirdi. Kapıyı sert bir şekilde kapatıp gitti. İki arkadaş uzun bir süre konuşmadı, çünkü anlamışlardı: Hayatları bu hapishanede bitecekti.

Kahvaltı saatinde Duru uzaylıya “Buradan çıkmanın başka yolu yok mu?” diye sordu.

“Eğer kralımızla ‘hapishane eğlencesi’ oyununu oynayıp kazanırsanız eve gidebilirsiniz” dedi uzaylı.

Kahvaltıdan sonra oyunu oynamaya karar verdiler. Uzaylıyla oyun alanına gittiler, uzaylı kuralları açıkladı ve oyun başladı. Duru ve Defne bir puan farkla oyunu kazanmışlardı. Roketlerine geri döndüler, bu sefer doğru haritayı takip ederek evlerine doğru yola çıktılar. “Galaksi galaksi macera yaşıyoruz” diye bağırdılar. Her tabelada yeni bir galaksiye giriyorlardı. O sırada olan oldu. Yakıtları bitti, “kesin burada kaldık” dedi Defne.

Duru, “yedek rokete gidelim” deyince neşesi yerine geldi. Hızlıca depoya inip yedek roketi aldılar, ateşlediler. Bir süre yol aldılar ve “galaksimize hoşgeldiniz” yazısını gördüler. Çok sevinmişlerdi; doğru yolu takip ederek Uranüs’e ulaştılar. İkisi de çok mutluydu. Birkaç saat sonra dünyayı gördüler. Defne, mutluluktan ağlamaya başlamıştı, roketi son hızla sürdüler ve İstanbul’u bulup iniş yaptılar. Evlerine gelmişlerdi. O sırada roket küçüldü ve yine eski maket hâlini aldı.

Bir süre gökyüzüne baktılar, uzayda korkunç maceralar yaşamışlardı ama bir o kadar da eğlenmişlerdi. Hiçbir şey fark edilmemişti; uzayda geçirdikleri üç gün dünyada geçirdikleri bir saate eşitti.

Duru ve Defne yaşadıkları bu olayı kimseye anlatmamaya karar verdiler, öyle de yaptılar. Bu macera da iki arkadaş arasında sonsuza dek bir sır olarak kaldı.