25 yıllık iş hayatımız boyunca bütün müşterilerle bir sözleşme yapardık. İşin tarafları, süresi, yapılacak iş tanımlanır, ödeme koşulları belirlenir, böylece olası tersliklerde geri dönüp bakmak için bir temel oluşturulurdu.
Annelik (veya babalık) çok tanımsız bir kavram. Bir sözleşme yok. Sadece taraflar var. Süre ve iş tanımı tamamen muğlak. Kucağına verdikleri andan itibaren ‘yahu bir dakika dur’ deme hakkı verilmiyor annelere.
Bir seferinde kapıyı açar açmaz bebeği ilk defa görmeye gelen arkadaşlarımın ellerine sıkıştırıp ‘ben duş almaya giriyorum’ demişim, ben hatırlamıyorum, kızlar söylüyorlar.
Benim için anneliğin ilk ve en büyük zorluğu sevgiyi paylaşmaktı, üç kişi olmaktı. Hangisini birinci sıraya koyacağımı şaşırmıştım. Vücudumun neye yaradığını şaşırmıştım. Başta zor gelmişti uyum sağlamak.
Bebekler çok baştan çıkarıcı, hepsi ekşi kokulu, hepsi nemli avuçlu. Yaptıkları her şey komik, şaşırtıcı. Ancak böyle insan o ana kadar olan önceliklerinden vazgeçebiliyor. Uykudan, yemekten, hayatının ritminden, evin düzeninden, nasıl göründüğünden.
Başarı kriterleri değişiyor insanın, kocaman bir gaz çıkartabilmek, hızlıca uyutabilmek, doktor kontrolüne gittiğinde, bütün ailenin ‘bu çok ağlıyor acaba sütün mü yetmiyor’ vızıldanmalarına rağmen yeteri kadar (?) kilo aldığını görmek, olimpiyat rekoru gibi görünüyor.
Aynı şirinlik emekleme/yürüme, her tarafı karıştırma, alt dolapta unutulmuş zeytinyağı ile yer silme evrelerinde de geçerli. İnsan kaçmak da istiyor arada, 1-2 günlük bir nefes alma, sıkıysa kaç, her dakikası zehir oluyor. Şimdi ne yapıyordur, keşke onu da yanımıza alsaydık. Eee, alsaydık yine nefes alamayacaktık ki. Bana kalırsa annelerin fiziksel sorumluluğu ile çocukların şirinliği ters orantılı, yani biraz nefes almaya başladığımızda okul yaşı gelmiş oluyor. Bu sefer yine sınırsız bir okul sonrası aktiviteden alma, doğum gününe götürme, antrenmana götürme, ödevleri kontrol etme, veli toplantısında sıkıntıdan ölme döngüsüne giriliyor. Burada da iş tanımsız. Hiçbir zaman ne kadarı yeterli, ne kadarını acaba yapmamak mı gerekirdi belli değil. Oğlan bu soğukta antrenmandan gelmiş, çok da yorgun… Bu saçma performans ödevine yardım mı etmeli/ tamamını mı yapmalı/ “yok ya ne yapacaksın, yapamadım de öğretmene” mi demeli? Bir arkadaşım karma diyor.
Sen okuldayken hiç ödev yapmadın, ders çalışmadın ki şimdi yapıyorsun. Hakikaten lisedeyken öğrenmediğim birçok şeyi oğluma anlatabilmek için öğrendim. Çok güzel ödevler yaptım. Sınıftaki birçok anneninkinden güzel oldu. Eminim.
Ama birden kontratın sonuna geldik, benim haberim olmadı. Sözleşme tek taraflı feshedilmiş. Artık sarılmamam, hayatı hakkında fazla soru sormamam, aslında hiç ilgi göstermemem gerektiği bildirildi. Ben ise tam artık ‘fiziksel’ sorumluluklardan kurtuldum, arkadaşız sanırken. Aslında birden olmadı tabii, yavaş yavaş. Bir yarış sırasında en iyi annenin ben olduğumu söylemesiyle başladı. “Niye?” dedim. Diğer anneler zırt pırt günde bilmem kaç kere arıyorlarmış, ben onlar gibi değilmişim. Mesajı aldım daha az aramaya başladım, ama bu ilk adımmış. Facebook’ta resimlerini ‘beğen’menin cezası arkadaşlıktan atılmak oldu, tatlı dille bunu aştık ama zaten elini ayağını çoktan Facebook’tan çekmişti yine arkadaş olduğumuzda. Yine internet ajanlığı sayesinde kız arkadaşı durumlarının kokusunu aldık. Kendimiz ilk defa aşık olmuş kadar heyecanlandık. Soramadık, hala soramıyoruz. Aslında bana birçok şeyini anlattı yani çok uzak değildik , hep onun izin verdiği kadar yakındık.
Neredeyse bebekliğinden beri yurtdışında okusun, ayakları üstünde dursun derdim. Yemeğini, alışverişini yapsın. Parasının hesabını tutsun, çamaşırını yıkasın, becerikli olsun, oğluş değil, adam olsun. Kızlar sonra peşimden konuşmasın ‘annesi bunu nasıl yetiştirmiş’ diye.
Aslında bebekken bile adamdı. Annemlerde yemeğe giderdik, geç vakit döneceğimiz zaman çoktan uyumuş olurdu, yavaşça montunu giydirirdim, uyandırmadan. Tam kapıdan çıkacağımız sırada, omzumdan terli kafasını kaldırır, NANAY diye bağırırdı. O zamanlar arabadan çalınmasın diye sapından çekilerek alınan kızaklı radyo-teypi portmantonun kenarında unutup unutmadığımızı kontrol ederdi, peşimizi toplardı.
Şimdi bu ‘adam’ı götürdük bıraktık okuluna, kendi ayakları üstünde dursun diye. İki adımlık/ bir uçaklık mesafede, eee, bunun tatili var, 3 ay sonra gelecek nasıl olsa. Hem kaç senedir o yarış senin bu yarış benim bütün yaz yurt dışında değil miydi? O zaman niye karnım burulmuyordu ki? Peki şimdi niye durmadan etraf bulanık görünmeye başlıyor?
Hani sözleşmenin ödeme koşulları bölümü?