İlkokuldan liseyi bitirene kadar okuluma yürüyerek gidip geldim. Haftada en az bir kez duyduğum miyavlamaların izini sürer, bulduğum kedi yavrusunu çantama tıkıştırıp okulun yemekhanesine götürürdüm. Aşçıyı da kedinin fareleri yakalamaya yardımcı olacağına aşçıyı ikna ettiğimi düşünerek onu okula böylece kaydettirdikten sonra mutlu mesut sınıfıma giderdim. Zamanla okul yemekhanesinden kedi kapasitelerini doldurdukları yanıtı almaya başlayınca karakol, büfe, bakkal aklıma gelen her yere bulduğum kedileri pazarlamaya çalıştığımı gayet net hatırlıyorum.Hepsinin bir evi olmalıydı bana göre.
Evde hep bir kuş, bir balık, bir kedi olmuştu. Misafirliğe gittiğimiz evde hayvan yoksa çok şaşırır ve onlar için çok üzülür, isterlerse bu eksikliği yolda bulduğum yavru kedilerle giderebileceğimi söylerdim. Meslek seçimi evresinde veteriner olup olmamayı çok düşündüm. Ama bu işten para kazanıp geçimimi sağlayamacağıma karar verip vazgectim.
Erişkin olduğumda da bu pazarlama huyum sınırlarını iyice genişletti.
Hayat ince oyunlar oynuyor insana. Edebiyat öğretmeni olduğum halde öğretmenlik yapmadım, istemedim nedense? Hayatımda hep hayvanlar vardı, tanımadığım kör, hasta, yaralı, sakat her tür hayvan. Üstelik çocukluğumdaki gibi romantik ilerlemiyordu sahiplendirme işleri. İnsanlar seçiciydi, “illa cins olacak,” “yavru olacak,” “bunun tüyü dökülmez değil mi?,” “gözü mavi olanından olsun,” gibi istekler, çıldırtıcı talepler oluyordu. Bu insanların derdi neydi anlayamıyordum, sonuçta bir kedi, bir köpek, bir kuş, bir arkadaş. Eve gelince insanı sevinçle karşılayacak ,keyifle hayatı paylaşacak bir arkadaş?
Bana göre kurtarılmış olması katmerli zevkti, ama bu insanlar olmadık şeyler istiyorlar, üstelik yaralı bereli olanları asla kabul etmiyorlardı. Çok debelendim ama yaşadığım çevrede bile petshop sevdasının üstesinden gelemedim. Barınak dedim çığlık atarak kaçtılar. “Sahibi terketmiş, ama tuvalet terbiyesi var günah,” dedim. “İkinci el araba olsa neyse” deyip burun büktüler.
Sonunda delirdim. Ne olacaktı bu işin sonu ? Git petshoptan dönemin modası bir cinsi, küçük ev aletiymiş gibi al. Prospektüsü de yok bu hayvanların, bir kaç deneme sonra at gitsin. Ve bunu tanıdığım sevdiğim insanlar yapıyor, birlikte yediğim içtiğim, oturup kalktığım… Kurtarması da bana ve benim gibi bir avuç insana kalıyor.
Sonra tuhaf birşey farkettim. Hayvan kurtarma işleri ile uğraşan insanların büyük çoğunluğu hayatlarının bir döneminde kediden köpekten çok korkan, hatta sokakta görünce yolunu değiştiren insanlardı. İşte o an aydım. Bu öğretilebilir bir şeydi… Buluşumla gurur duydum ama yaşı kemale ermiş, doğrusu eğrisi oturmuş yetişkinlerle bu iş olmazdı. Dın dın dın…. Çocuklar!! Evet çocuklar olmalıydı benim hedefim.
İşte tam o dönemde hayatıma Güllü girdi, ıslak burunlu, mahzun bakışlı halis mulis sokak köpeği Güllü… Bir şeyin farkında değildim henüz,bir gün fırına giderken uyuz olduğu için her yeri kan revan içinde durmadan kaşınan 4/5 aylık bir yavru köpek gördüm. Etrafına toplanmış insanlar dehşet içinde ona bakıyor, bir yandan gördükleri manzaranın iğrenç olduğunu belirten sesler çıkartıyorlardı. Her zamanki gibi aldım, her cefamı çeken veterinerime götürdüm, rutin yani… Yavru birkaç haftaya iyileşti, eve geldi ve klasik sahip bulma çalışmaları başladı. Bir hafta, üç hafta, 2 ay, yok, isteyen yok! Kurdeleler taktım, taşlı tasmalar aldım poz poz resimler çektim, tık yok. Nereden bileyim bu kızın bir eğitim neferi olacağını? Ben kendi derdimdeyim, bahçede 4 köpek evde 2 kedi, onu nereye sığdıracağım?
Gel zaman git zaman, belki allı güllü bir ismi olursa kendi de güzel olur diyerek Güllü ismini verdiğim bu kız, hiç talibi çıkmadığı için bana kaldı. Ve hayatımız nasıl olduğunu anlamadan bir kader ortaklığına dönüştü. Çocuklara bayılan, aslında herkese bayılan, düşman bellediği bir Allah’ın kulu olmayan Güllü okullarda sahne almaya başladı. Önceleri tanıdık bildik velileri olan okullarla başladık, birlikte sahne alıyor ve Veteriner Karen Özel’in hazırladığı bir power point sunuyu interaktif bir söyleşi şeklinde gerçekleştiriyorduk. Çocuklar deliye dönüyorlardı, eğitimin sonunda tüm çocuklar Güllü’yü seviyor dokunuyor hatta bazıları o kadar sıkı sarılıyordu ki “boğulacak şimdi” diye yüreğim hopluyordu.
Karen’in sunusunu iznini alarak elden geçirdim ve aslında doğru bilinen yanlışları düzeltmekten öteye geçip eğer bir hayvan alacaksanız 1000 kere düşünün demeye gelen bir sunu haline getirdim. İsteğim, doğru bilinen yanlışları göstermek, çocukların zarar vermeden ve zarar görmeden “hayvanlarla yaşamı nasıl paylaşabiliriz”’i sorgulamalarını sağlamaktı. Bir süre sonra uygulamanın daha farklı olması gerektiğine karar verdim ve yaratıcı drama eğitimi aldım, bu teknikle eğitime devam etmeye başladım. Artık her slaytın konusuna göre çocuklar sahne alıyor ve her slayt bir yaşantı, bir oyun şekline giriyordu. Eğitimden sonra bazı okullarda tiyatro, bazı okullarda barınak gezisi, bazı okullarda çocukların yaratıcılığı ile gelişen farklı etkinlikler yapmaya başladık. Güllü her etkinlikte yanımızda, sahnede, başköşedeydi.
Bu eğitimleri daha sonraları yerel yönetimlerle işbirliği halinde uzun seneler yürüttüm, şimdi ise daha yavaş bir tempo ile devam ediyoruz. Güllü artık 10 yaşında, 150 civarında okul ziyaret etti ve korkarım emekli olmak istiyor. Amacım kısmen de olsa gerçekleşti. Bazı yerel yönetimler aralıklı, bazıları ise sürekli olarak bu eğitimi sağlık işleri bünyesinde ilçelerindeki okullarda sürdürüyor. Uzak ve büyük hedefim Milli Eğitim’in onayı ile müfredatta seçmeli ya da her ne şekilde olursa olsun bu eğitimin yer almasını sağlamak.
Çalışmalarımızı, anılarımızı, karşılaştığımız yürek burkan ve traji komik olayları sizlerle paylaşacağım. Tek amacım var. Sadece farkettirmek.