Günlerdir yazmaya çalışıyorum, yazıp siliyorum, karalıyorum. Kendimi anlatacak kelimeleri bulup bir cümle kuramıyorum. Sanki hiçbir harf, hiçbir kelime yetmeyecek boşluğumu anlatmaya… İçimdeki şu bomboş duyguyu anlatacak bir kelime dahi yok. Dar zamanımda sığındığım yirmi dokuz harf yetmez oldu şimdi bana.

Çocukluğumdan beridir sustuklarımı hep yazdım, kimseye diyemediğimi döktüm kâğıtlara, kim bilir kaç kâğıt şahitlik etmiştir olup bitenlerime… Kaçı yırtılıp çöpü boylamıştır, kaçı yastık altında saklanmıştır kim bilir? Ama bu kez sustuğum için yazmıyorum, bu kez konuşmak için yazıyorum…

Sana yazıyorum; sıfatını dudaklarıma hükmedip de dillendiremediğim sana. Bugün babalar günü. Babaların günü. Yürekli her adamın günü bugün. Ama asla senin değil…

Bildiğim bir şey var. Sevmeyi bilmeyen adamdan baba olmaz. Önce sevdayı taşımayı öğreneceksin. Omuzlarında hissetmeden sevdanın ağırlığını adam olamazsın, adam olamazsan baba da olamazsın. Önce karakterli olacaksın. Onuru, gururu taşımayı öğreneceksin ki adam olasın. Öyle kilitli kapılar ardında şerefini kirleten adamdan baba olmaz. Ruhunu elin tenine süren adamdan baba olmaz. Baba dedin mi çatacak kaşlarını, ağzında sigarasını tüttürecek, dizlerin titreyecek karşısında, öylesine büyük olacak şerefi, haysiyeti. Yüreğin temizlenecek gözlerine baktığında. Ellerindeki nasırları gördükçe için sızlayacak. O nasırlarda görünce anlayacaksın, geceleri camda onu neden beklediğini. Doğum günlerinde neden hep yalnız olduğunu anlayacaksın. Baba dediğin göklere çıkaracak seni, yerle bir etmeyecek, gözünde yerle yeksan olmayacak. En mühimi de; utanmayacaksın soyadını taşırken! Baba dediğin eğmeyecek başını öne, lekelemeyecek dününü, bugününü…

Şimdi bir kez olsun söyle bana; parayla satıldıysak kaç kuruş ettik? On mu? Beş mi? Hiç değilse bir ederi var. Sence de daha gurur verici değil mi hiçe satılmaktan? Hani bir de bir söz vardır ya çok meşhur olan: “Gemiyi en son kaptanlar terk eder” diye. Sen kaptandın kaptan olmasına da bu gemi senin gemin değildi belli ki. Çünkü senin dümenin hep başka limanlara çevriliydi. Bizim denizler sana dar gelirdi, okyanuslara ulaşmak isterdin hep, maviliğin ortasında, rotanı dilediğin yöne çevirmek en büyük hayalindi bilirim.

Şimdi. Adını anmıyorum. Yakıştıramıyorum kendime kirlenmiş adını. Hiç affetmedim seni, hiç hoş görmedim. Aksine çığ gibi büyüdü hırsım, öfkem, kırgınlığım. Sen ki beni ilk mahveden insansın! Sen ki bana ihaneti ilk öğreten. Teşekkürler… Öyle çok şey öğrendim ki senden. Misal; terk edişinle öğrendim birinin elini sımsıkı tutmayı, acımasızlığında öğrendim bir anda dönüp gidilemeyeceğini, ihanetinle öğrendim sadakati, namusu öğrendim senin ruhunu kirletişinle, utanmayı öğrendim senin hayasızlığında.

Uzun zamandır fark ettiğim bir şeyi itiraf edeceğim sana; ne öfke ne kin, yalnız hakikat bu. (Ne de olsa yalanında öğrenmiştim doğruyu!) Hatırlar mısın bilmem; bir arife günü işten dönüyorken karşılaşmıştık bir otobüs durağı kenarında. Göz göze geldik, sonra da birbirimizi ilk kez görüyormuşuz gibi çekip gittik. İşte gün o gündür, Nâzım’ın dediği gibi; SEN DE HERKES GİBİSİN… O yoldaki diğer herkes gibi…

Şimdi benim sana en büyük hediyem olsun, Mavi Gözlü Dev’in dizeleri:

Kalbime baktım da işte iyice.
Anladım ki; SEN DE HERKES GİBİSİN…
Büsbütün unuttum seni eminim,
Maziye karıştı şimdi yeminim,
Kalbimde senin için yok bile kinim
BENCE SEN DE ŞİMDİ HERKES GİBİSİN…