Olup bitenler vicdana sığmıyor pek çoğumuza göre. Vicdanı olan siyasetçi böyle konuşmaz, vicdanı olan patron sorumluluğunu böyle inkâr etmez, vicdanı olan polis böyle saldırmaz, vicdanı olan müşavir böyle tekme atmaz çünkü. “Biraz vicdanlı olsalardı, ah fıtratlarında biraz vicdan bulunsaydı…” diye düşünüyoruz şimdilerde pek çoğumuz.
Hakkanî ve adil olsun istediklerimiz haktan, hukuktan ve adaletten her geçen gün bir fersah daha uzaklaştıkça “vicdansız olmasalardı bari” diyoruz. Vicdansız olmasalardı, belki kötülüğün bu kadarı mümkün olmazdı diyoruz.
Vicdanın tek başına bizi kötülüklerden korumaya yetmeyeceğini söylüyor Arendt. Fatmagül Berktay şöyle özetliyor Arendt’in vicdan anlayışını: “Vicdan ve diğer şeyler bireysel olduklarında önemli meseleler değillerdir; insanların içselleştirebilmesi için vicdan gibi değerlerin ortak alanda, bireylerin birbiriyle diyalogları yoluyla, tartışıp birbirlerini ikna etmeleri yoluyla oluşturulmaları gerekir. Böyle olurlarsa ancak içselleştirilebilirler ve toplumda sorumluluk duygusu yaratabilirler. Ortak vicdan da yine bu yolla oluşturulursa etkili olur.” (1)
Burada üzerinde durmamız gereken asıl mesele, vicdanın fıtrata, yani öze dair olmadığı. Vicdanımızı doğuştan getirmiyoruz hiç birimiz, sonradan ediniyoruz. Vicdan denilen şey, toplumsal bir varoluş hali. Bir toplumsal varoluş hali olarak vicdanın oluşma süreci çocukluk çağında başlıyor. Öğrenme kuramcılarına göre vicdan gelişimi, ana babanın koyduğu standartların çocuk tarafından benimsenerek bir iç kontrol sisteminin geliştirilmesi olarak tanımlanıyor. (2)
Yani vicdan, tek başına değil, çocukluktan itibaren iletişim süreci içinde kurulan ve gelişen bir iç ses. Tam da Berktay’ın vurguladığı gibi, Arendt’e göre de “vicdanlı olabilmek, erdemli olabilmek son derece dünyevi, yine iletişimsel olarak kurulan, başkalarıyla diyalog içinde, ikna ve konuşma süreci içinde kurulan bir şeydir. Dolayısıyla o ortak alanı, başkalarıyla bir araya gelme ve diyalog kurma imkanını kaybettiğimizde o vicdanı oluşturma zeminini de kaybetmiş oluruz ”.
Öyleyse vicdan gibi vicdansızlık da, hiçbir yönüyle bireysel değil, bütünüyle toplumsal bir varoluş hali. İktidarın pek çok çeşidini elinde bulunduran bu türlü türlü adamların hiç biriyle ortak bir vicdan zemininde buluşamıyoruz. Onlar bizi duymak, bizimle diyalog kurmak, bizimle konuşmak istemiyorlar. Bizi duymuyorlar, bize bakmıyorlar, bizi görmüyorlar.
Biz derken, bizi kuşatan siteminin girdilerinden ibaret olmaklığımızdan ötürü “biz” deyişim. Daha fazla sermaye biriktirme azmine dayalı bir sistemin içinde varolma çabasındayız hepimiz. Sistem denilen şey, aynı işlevleri gerçekleştirmek için, birbirleriyle bağlantılı kişilerin ve kurumların oluşturduğu bir birlik. Bizlerse bu sistemin girdileriyiz, sadece bundan ibaretiz. Sistemlerini bizimle besliyorlar. Biz ne kadar ucuz ve örgütsüz olursak, onlar o kadar çok biriktiriyorlar.
“Kapitalizmin olduğu yerde etikten bahsetmek olanaksızdır çünkü bir kapitalistin umursadığı tek şey, daha fazla sermaye biriktirmektir” demişti Immanuel Wallerstein, kendisine global kapitalist sistemin yarattığı köle-işçilerin durumları hakkında etik bir eleştiri yapmanın mümkün olup olmadığı sorulduğunda. Şimdi biz Soma’dan sonra, vicdandan bahsetmenin de olanaksızlığıyla yüzleşiyoruz.
Umursanan tek şeyin yalnızca daha fazla servet biriktirmek olduğu Soma’da, işçilerin can yakan, can alan çalışma koşulları hakkında neden şimdi bu kadar çok konuşuyoruz? Neden daha önce bu kadar çok konuşmadık? Şimdi yaptığımız yüksek sesli vicdani eleştiriyi, yaşanan iş cinayetinin öncesinde neden bu kadar yüksek sesle yapmadık? Bizi bu sistemi sorgulamaya götürecek ne varsa, hakkında düşünülmemesi ve gündeme getirilmemesi gerekenler listesine yazılı çünkü.
Ortak alanlarımızda ve ortak zeminlerimizde, birbirimizle hak, hukuk ve adalet temelinde iletişime geçmediğimiz sürece, ortak bir toplumsal vicdandan söz etmemiz mümkün olmayacak.
Düşünmememiz ve gündeme getirmememiz istenenleri düşündüğümüz ve gündeme getirdiğimiz zaman inşa edebileceğiz toplumsal vicdanı. Toplumsal sorumluluk duygusu ve toplumsal vicdan, hak, hukuk ve adaleti geri isterken çıkardığımız sesten doğacak.
[2] Enver Özkalp (der.), Davranış Bilimlerine Giriş, 2002, p. 192