“Annelik bir başkaldırı ve direniş” demiş Ayşegül Yalkın yazısında, beğendiğim bu yazıyı okurken sürecin, sistemin aslında herkes için aynı olmadığı fikri de belirdi bende, kendi deneyimim canlandı gözümde.

“Anne var, anne var” diyen bir girişle söylemeliyim ki tabii ki herkesin kendi doğruları ve kuralları var çocuk büyütürken, hamilelikle başlayan kendi hikâyesi var herkesin. Ama değişmeyen bazı şeyler var işler yürürken. Anne olanların anneleri de var bu hikâyenin bir yerlerinde.

Ayşegül Yalkın’ın annelik için kullandığı, “sürekli bilgiçlik taslayan ve sizi eleştirenlerin varlığıyla bir ruhsal bataklık!” tarifini okuyunca yaşadıklarımı farklı açıdan da tarif etmiş olduğunu anladım. Büyükler her şeyi bilir evet ama evde bir büyük de yoktu bizim.

Misal…

Öyle Anadolu’da falan bakıcı makıcı bilmez millet malum. Babaanne, anneanne ne güne duruyor, çocuk bırakılır mı yabancıya düşüncesi hâkimdir. Büyük şehirlerde ise çok azımız şanslıdır, herkesin yanında değildir büyükler. Oldular mı işlere karışırlar belki evet ama çocuk zaten daha çok küçüktür, öz bakımının yapılması yeterlidir. Benim gibi bakıcılar ile sorun yaşamış kişiler en kötü anneanne ve babaannenin çocuğa daha iyi bakacağını bilir, işlerine gönül rahatlığıyla gidebilirler. Ya da bir akşam olsun arkadaşlarıyla kocalarıyla sosyalleşebilirler.

Anneanne, babaanne şehir dışında olanlar vardır. N’apsınlar? denir, ama torunlar okul yaşına gelene kadar evi barkı kapatıp çocuklarının yanına giden, taşın altına elini koyan büyükler de vardır.

Bir de, “bana mı sordun çocuk yaparken, bakamam ben bu yaştan sonra” diyenler vardır. Yapacak bir şey yoktur. Baştan bilir ona göre önlem alırsınız. Zorlanır mısınız? Orası kesin.

Bir de annesi yalnız kaldığı için, meşgale olsun diye hakikaten sorarak, planları dâhilinde olmadığı halde, çocuk yapanlar vardır. Hamilelik süresince anneanne babaanne de heyecan hâkimdir, destek olurlar, ama bebek geldiğinde ve evde bebeğe bakmaya başladıklarında aslında büyük bir sorumluluk ve fedakârlık gerektirdiği dank eder. Yaşayamadıkları hayatlarını, gençlikte yapamadıklarını yapabileceklerini fark ederek yavaş yavaş sosyalleşmeye başlarlar. Çevrelerinde de öyle büyük şehirde yaşayan, sosyal, oturup çocuk bakamayacak tipler varsa “Ya deli misin daha gençsin çocuk mu bakacaksın!” derler, anneanne ya da babaanneye. İşte bu noktada anneannelik babaannelik kurumu yeniden tanımlanmaya başlar. Yeni anne de kendisine sorar “ya bunlar nasıl çocuk baktılar? -ki hele o zaman iyice gençtiler nasıl fedakarlık yaptılar?” diye.

O zaman da durum pek farklı olmamıştır anlaşılan, onların zamanında da sıkıntılar vardır. Misal, çalışan ebeveynler oldukları için yeni doğanı 40 günlük kreşe vermişlerdir, aile büyükleri hiç destek olmamıştır. O yüzden onlar da aynısını kendi çocuklarına yapma hakkını kendilerinde bulurlar ama bir diğer seçenekleri daha vardır önlerinde, bu durumdan ders alıp ben evladıma böyle yapmayacağım zihniyeti ile dört elle sarılabilirler de.

Yeni anne “başkaldırı ve mücadelesini” yalnız sürdürmek zorunda değildir. Anne yardımı almayacağını kabullenmek, mutlu olması için yapması gerekendir. Kavgalara, tartışmalara, ikna çabalarına, “sen öyle dedin böyle yaptın” demelere hiç gerek yoktur. Bu yolda bir seçim yapmaya da gerek yoktur. “İyi bir evlat mı olmalıyım, eş mi olmalıyım, iyi bir anne mi?” düşüncesine anneleri iten toplumsal, çevresel nedenlerdir. Evlat olmak konusunda, zaten ne yaparsa yapsın yaralı ilişkide haksız olan taraf o olacaktır, kabul etmiştir. Birinin ihtiyaçlarını karşılamak zaten oldukça güç gelirken, eş olmak da bir yük gibi gelir bir kısmına. Bebeğin ilk günlerinde hormonsal sebeplerden dolayı yeni anne ilgi bekleyebilir. Bu ilgiyi görüyor olsa bile yakınabilir, ilk zamanlar eşler arasında uçurumlar açılabilir. Bir tarafta çocuğun bakımının bir kısmını rahatlıkla paylaşabilen, en azından çabalayan babalar varken, bebeğin bakımını paylaşmak bir yana uyku uyumak uğruna odalarını ayıran babalar bile vardır. Bebek ile bile bağ kurmakta zorlanabilen babanın anne ile arasındaki uçurumun açılması kaçınılmazdır.

Bu noktada yeni anne aslında kendisini anlayacak, kaprislerine, duygusal dengesizliklerine, nazına dayanabilecek, aynı yoldan geçmiş birinin varlığına çok ihtiyaç duyar. Ki bu kişi kendi annesidir, bunu da bilir. Ama bilmeyen annesidir.

Anneanneler, çocuğunuz anne olduğunda da hala sizin çocuğudur. Çocuğu doğurmak anne olmak için yeterli değildir. Annelik emekli olunacak bir meslek de değildir. İlelebet süren bir maceradır. Büyüdü, evlendi, biz elimizden geleni yaptık, kendi ayakları üzerinde dursun diyemezsiniz çocuğunuz için, onun size sarılmaya, ya da hayatta birilerine naz yapmaya, tercihen annelerine, ihtiyaçları vardır. Ne yaparsa yapsın, hayatta karşılıksız onu seven birinin var olduğunu bilmeye hakkı vardır.

Annelik öyle mama yedirip, altını değiştirip, sabırlı olup, fedakârlık yapıp sonra bir oh çekmek hiç değildir. Annelik anneannelik, büyükannelik olarak ömür yettikçe devam eden bir dünyadır. Bazıları bu dünyayı güzelleştirmeye çalışır bazıları bu dünyayı kendilerine zehir eder, bazıları da bu dünyada olmamayı tercih eder. Emekli anneler kulübü kurup başka meşgaleler edinirler. İşte o zaman insan sorar kendine “anne var, anne var” diye.

Süper anneanneler, süper babaanneler ellerinizden öperim. Onlar da yok değil, bu yazılanlar azınlıkta olup, benzer durumda olanların duyguları, düşüncelerine bir tarif olabilir ancak. Anne olmak bir şans işte, öyle reklam cümleleriyle anne olmak dünyanın en büyük mutluluğu” demeyeceğim tabii ki kolay olmadığı kesin ama “kan, ter ve gözyaşı” olmadığı da “var olan annesinin yokluğunu çeken” ve çalışmak zorunda olan bir anne açısından bile söylemesi zor bir cümle. Çalışırken küçük yaşta çocuğunu bakıcılara emanet edip işe gitmek, ardından okula alıştırmaya çabalamak çok yaralayıcı bir süreç, anne ve çocuk için. Anneanne, babaanne bu sürece dahil olup işleri kolaylaştırsa…Peki ya yapanlar nasıl yapıyor? Onlar da bu durumu anlamakta zorlanıyorlar haliyle.

Mesela dün başıma gelen bir olay;

Bizim kızı okuldan aldıktan sonra hava güzel olduğu için parka götürdüm. Banka oturdum yanıma bir babaanne düştü. Bizim kızı sordu, “kaç yaşında? Okula gidiyor mu? Ne zamandır gidiyor?” Benim için sonuncu soru, kilit soru. Cevap, 2 yaş.

Babaanne beni kınadı “Aaa, çok küçük başlamış yazııııık!!” Aldığım klasik cevap! Ve bir savunma mekanizması nedenini anlatmaya itiyor insanı. Çünkü çocuğuna bakmayan, bakamayan bir şeyi doğru düzgün yapamayan insan kafasına sokuyor bu cümleler insanı. Çocuğu başımızdan attığımız yok öyle olmak zorundaydı diyoruz her defasında. “Yok mu bunun anneannesi babaannesi” diyor karşı taraf. Bana yok demek daha kolay geliyor. Var ama yok demekten. Bir anneanne de bir gün, “Ay yazık, bu çocuk hep hasta bu kadar erken okula verilir mi?” diyor, bir diğeri “Sen işten gelip de yemek yapacaksın da çocuk yiyecek” diyor. Bir diğeri “kızım senin annen yok mu?” diyor.

Psikoterapist Jasmin Lee Cori, Varolan Annenin Yokluğu kitabında anneliğin benzersiz bir durum olduğunu şu cümlelerle anlatıyor:

“Karşılanmamış bir sürü ihtiyacınız varken kendinizi adamak hiç kolay değildir. Oysa annelik tam olarak kendini adamayı gerektirir. İyi bir anne üşüdüğünde kendi vücudunun sıcaklığını paylaşır çocuğuyla, yemeğe ihtiyacı olduğunda kendi göğsünden sütünü verir. Hem doğmamış çocuğuna hem de beslediği çocuğuna kendi kemiklerinden kalsiyum verir. Bu birisine kendini vermenin oldukça temel bir biçimidir.”

“Bebeği sosyal, sağlıklı, pozitif kılan şey annesi” ise anneyi sosyal sağlıklı pozitif kılan şey nedir? Kişiden kişiye değişir tabii ki. Bazıları sadece bebeği ile geçirdiği zamanın ona mutluluk verdiğini söylerken bazıları da biraz kendime zaman ayırabilsem diyebilir. İşte bu biraz zaman meselesinde büyükler, bizim annelerimiz devreye girerse anne mutlu bebek mutlu meselesi… Anne yorgun, işten gelmiş, anne sosyalleşmeyi bırak banyo yapacak zaman bulamamış, anne pozitif düşüncesini kaybetmiş ise mutlu değildir, bir şekilde bebeğe yansır. Bazen bu düşünceleri kafasından uzaklaştırmak mutsuz olmak için hiçbir sebep olmadığına kendini ikna etmek isteyebilir. Ya da iyi bir anne miyim? sorusunu kendisine sorabilir.

Pediatr ve psikanalist D.W Winnicott tarafından “iyi anne” şu şekilde tanımlanmış; “bir çocuğa hayata iyi bir başlangıç yapabilmesi için gerekli olanları yeterince sağlayabilen anne.” Doğum, beslenme, yürüme, konuşma, okula başlama, işe başlama, evliliğe ilk adım, anneliğe ilk adım bunlar hayattaki başlangıçlarımız değil midir? O zaman kanımca “iyi annelik” ömür boyu süren anneliktir.