Geziden beri literatürümüz epeyce genişledi.
‘TOMA ne Akrep ne’ hepsini ezber ettik. Çocuklarımız, anne demeden ‘Gezi’ demeyi öğrendi.
Korumaya çalışsak da ne yazık ki küçücük yaşlarında şiddet nedir gözleriyle gördüler, öğrendiler.
Ama annelerinin memelerinden sütten çok sevgi emdiler. Öyle bir emdiler ki o sevgiyi hem…
Gezi’de direnenler de annelerinden aynı sütü emmişlerdi besbelli.
Hem ‘Gezi Direnişi’ o kadar kadındı ki öte yandan.
Her şeyi bağrına bastı, kapsadı, içine aldı. Her flama yan yanaydı, her görüş iç içe…
8 giden canın hepsi çocuğu oldu Gezi’nin.
Ve Berkin’imizin cenazesinde milyonlarca insan aktı sokaklara.
Gazdan kaçarken yol istediğim amca küfretti bana, sakinleştim, yanıyordu yüzü gazdan, solüsyonumu çıkardım “al” dedim, “sür, geçer şimdi”. Özür diledi. Utandı. İçimize işlemiş Gezi’nin ruhu sökülemez artık. “Canımızı alma artık” diyoruz. Anlamıyorlar. “Berkin’imizi sonsuz ettin, başka çocuklara dokunma” diyoruz, Yaşar Usta misali.
Akşam gelen 2 ölüm haberi vardı. Korkunç en uzun gece ne 21 Aralık ne de 2” Mayıs artık. Uzun geceler var önümüzde belli ki. Sakin ve salim düşünmek gerek. Şefkatli kadın ruhumuzla, sevip okşamak ve kapsamak yine…
Devlet eliyle öldürülen Ahmet Küçüktağ ve Burak Can Karamanoğlu kardeşimiz /oğlumuzdur. Ölümün dini, ırkı, siyasi görüşü yoktur!
Bu yazının olsa olsa göğe yükselen ağıtları olur, anaların, nenelerin içlerinden dökülen.