CNNTURK muhabiri Göksel Göksu, işitme engelli, 14 yaşındaki Z.K.’nın öyküsünü yazdı.
* * *
Z.K, ilk gördüğümde dışı siyah fligranla kaplı beyaz bir arabanın arka koltuğundaydı. Kaşık kadar bir suratın silueti yansıyordu camın öte yanından… Henüz 14 yaşındaki cılız çocuk bedeniyle, kendisine tecavüz edilen evleri gösteriyordu…
İşitme engelli biri sesleri duyamaz…
Sesleri duyamayan birine, -eğer eğitim almamışsa- günlük dilde kullandığımız kelimeler hiçbir anlam ifade etmez.
Örneğin bardağı nesne olarak tanır, onunla su içer ama ‘bardak’ yazısına anlam veremez.
Verebilmesi için eğitim görmesi gereklidir.
Bir yandan bardak gösterilirken, diğer yandan o bardakla su içip, ‘bardak’ kelimesini belki 100 kez cümle içinde kullanmak ve kelimeyi söylerken dudağın aldığı şekli, işitme engelli kişiye ezberletmek gerekir.
Biz buna kısaca “dudak okuma” deyip geçsek de işitme engelliler hayatla ancak böyle bağ kurabiliyor.
Z.K da işitme engelli.
Ve Z.K İşitme Engelliler Okulu’na 3 yıl önce başladı.
Eğitimciler 14 yaşındaki Z.K’yı bu yüzden 3 yaşında kabul ediyor.
Zeka geriliği olduğundan değil, Z.K’ya 3 yıl öncesine dek kimse ‘bardak’ ın bardak olduğunu bile öğretmediğinden.
Bu yüzden 14 yaşındaki Z.K, işaret dilini 3 yaşındaki bir bebeğin acemiliğyle konuşabiliyor.
Hani gündelik dilde ‘tarzanca’ diyoruz ya, öyle!
* * *
Peki işaret dilini ‘tarzanca’ konuşabilen Z.K’ya öğretilen ne?
Öğretilen şu: Büyük büyük adamlar senin küçücük bedeninle oynayabilir, o sırada canın yanabilir, eğer ağlarsan, kaçmaya çabalarsan başka büyük adam ya da kadınlar sana çok kızabilir hatta elindeki bıçağı boğazına dayayıp “sus, yoksa keserim seni!” diye üzerine yürüyebilir!
Z.K maruz kaldığı bu şiddetin adının ‘tecavüz’ olduğunu henüz bilmiyor.
Birebir yaşıyor ama kendisine yapılanların ‘cinsel taciz’ olduğunu da bilmiyor.
Dahası Z.K hayatın doğal akışının böyle olduğunu zannediyor.
Yani yaşıtlarının oyun çağında olduğundan bile habersiz!
Z.K hamile olmanın ne demek olduğunu ve nasıl hamile kalındığını da bilmiyor.
Hatta Z.K annesinin, babasının ve karedeşlerinin adını bile bilmiyor…
Çünkü onların isimlerini çıkaran sesleri hiç duymadı.
İsimleri bilmiyor ama annenin ‘anne’, kardeşlerin ‘kardeş’ olduğunu biliyor.
Aile fertlerini bile ancak tanımlayarak anlatabiliyor.
Büyük abi, sakallı abi…
Tutuklanan ağabeyini de böyle anlattı.
O ‘küçük ağabey’di..
* * *
Gelelim Z.K’yı bu haliyle gözünde canlandıranların aklına takılan soruya…
Aklınızdan geçen şu:
“Peki Z.K bunları bilmiyorsa ve biyolojik yaşı 14 olsa da eğitim yaşı 3 ise…
Böyle bir çocuğun yönlendirmesiyle 7 kişi nasıl tutuklanır?
Dile kolay tecavüz diyoruz!
O adamlar ya suçsuzsa?”
Vebali ağır.
18 yaşından küçük ve işitme engelli bir çocuğa karşı cinsel tacizde bulunmakla ya da tecavüz etmekle suçlanmak gerçekten de çok ağır bir itham.
Z.K aralarında 17 yaşındaki ağabeyinin de bulunduğu o kişileri işaret ederken, ağır bir ithamda bulunduğunun farkında bile değil.
Başta da söyledik ya, ‘tecavüz’ün ne olduğundan habersiz.
* * *
İşte bu yüzden Z.K ve Z.K gibileri konuşturmak için çok özel yöntemler kullanılıyor.
Ve o yöntemler mutlak surette aralarında psikolojik danışmanların da bulunduğu uzmanlar tarafından uygulanıyor.
İşte o yöntemlerden biri:
Mağdura uzman nezaretinde, pornografik çizimler kullanılarak cinsel ilişki pozisyonları gösteriliyor.
Ve kendisine uygulanan pozisyonu göstermesi isteniyor.
O da gösteriyor!
Bir başka yöntem de mağduru bir kısmı önceden tesbit edilen evlere rastgele götürmek.
Çocuk yer gösterirken tecavüze uğramaktan çok canının acıtıldığı mekanları tesbit ediyor.
Bir de kendisine gösterilen pozisyonların uygulandığı evleri…
Rastgele evlerin önünde durunca işaret diliyle o evleri tanımadığını söyleyen çocuk, tacize uğradığı bir evin önüne geldiğinde susuyor…
Beraberindeki uzmanlar bu defa oyun oynamaya başlıyorlar.
Yine işaret diliyle “bakalım bu evin hangi ev olduğunu kim bilecek?” diye başlıyor oyun.
Uzmanlar sırasıyla tahminde bulunuyor sonra da bilemedikleri için hayıflanmış gibi yapıyor!
Bu sırada mağdur da kendisini oyunun bir parçası gibi görerek, doğru cevabı verme yarışına giriyor.
Doğru cevabı o bulduğu için oyunu kazanan da o oluyor.
Oyunu kazanıyor ama iki eli istemsiz olarak vajinasının üstünde kenetleniyor!
Uzmanlar o elleri havada ‘çak’ yaptırarak ustaca bir hamleyle çözüyor.
Hem de her defasında…
Eller çözüldüğünde ikinci oyun başlıyor.
“Bakalım burda oturanları kim bilecek?” oyunu…
Yöntem aynı yöntem…
Ve sonunda çocuk bu oyuna da katılıyor, başlıyor tarif etmeye…
Ya saçsız ve top sakallı diye tarif ediyor ya çok yaşlı ve kambur diye ya da kafasındaki belirgin kaza iziyle…
Ve hangisinin kendisine ne yaptığını da anlatarak…
Tarif ettiği her evden verdiği eşgale uygun kişiler çıkıyor.
O sırada evde olmayanlara telefonla ulaşılıyor, gelen kişilerin hepsi verilen eşgale uyuyor…
Ön koltukta oturan uzmanın işaretle anlattıklarına, sağ elinin baş parmağını kaldırarak onay veriyor çocuk.
Ön koltuktaki adam kendisine bakmakta olan polise dönerek tekrarlıyor aynı işareti…
70 yaşlarındaki emekli matematik öğretmeni de böyle gözaltına alınıyor, 50’li yaşlardaki esnaf da, 60 yaşlarındaki kendisi gibi işitme engelli de…
Ve her defasında küçük Z.K’nın bedeni arabanın arka koltuğuna serilip kalıyor…
Zanlıların her biri polis otosuna bindirildiğinde aynı soru oluşuyor belleklerde.!
Onlar da 5 ay önce gözaltına alınanlar gibi serbest bırakılır da bu çocuk yine o eve gönderilirse!
Yine koruma altına alınmazsa!
Sonunda korkulan olmuyor ve 7 kişi tutuklanıyor.
Aralarında ağabeyi A.K’nın da bulunduğu 7 kişi…
* * *
Z.K, ilk gördüğümde dışı siyah fligranla kaplı beyaz bir arabanın arka koltuğundaydı.
Kaşık kadar bir suratın silueti yansıyordu camın öte yanından.
Kısa saçları arkada toplanmış, işaret diliyle konuşan adamın söylediklerini anlamaya çalışıyordu, belli ki..
Tecavüze uğradığı evlerden birinin önündeydi arka koltuğunda oturduğu araba…
Resmi bir lojman!
O lojmanın en alt katındaki bir ev…
Kendi evinin bir arka sokağı…
Henüz 14 yaşındaki cılız çocuk bedeniyle, kendisine tecavüz edilen evleri gösteriyordu…
Karnında taşıdığı ve mahkemenin kürtajla alınmasına izin verdiği tecavüz bebeği, belki de bu evde yerleşmişti o bedene…
Belki de bu evdeyken birileri çıkıp bağırmalıydı, belki de biz bağırmalıydık, bağırmalıyız belki de,
“Kaç çocuk, kaç” diye…