O kadar inanırım ki bu cümleye. Bilen bilir, bilmeyenlere de şimdi söylemiş olayım: Bade ve Barış bizim ikizler, namı-ı diğer “Pavuryalar” için uykuyu öğrenme tamam, kendi kendine giyinip soyunma tamam, yemek içmek tamamdı. Haa, bu arada kendileri 17 Temmuz günü dört yaşlarını bitirdiler.
Tamam olmayan iki şey kalmıştı: ikisi için yatarken biberon ile süt içmesi ve sadece Barış’ın beze kaka yapması…
Yine her zamanki gibi her kafadan bir ses çıktı.
Eş, dost, arkadaş, akraba, bakkalın annesi, parktaki başka anne, pastanedeki abla, eczacı kadın, fırındaki abi…
“Aaaa, bizimki iki yaşında bıraktı bunları.” “Aaaa, çok geç kalmışsınız.” “Aaaa, çok zorlanacaksınız.” “Aaaa!” “Aaaa!”
Sustuk, dinledik, anladık… İnanın herkesin her söylediğini bir kerede anlıyorduk ama işte insanoğlu çok ısrarcı. 9 Eylül’de uyum haftası adı altında anaokuluna başlayacak bizim pavuryalar. O zamanı da yaşayınca ayrıca yazacağım. Çok heyecanlıyız. Üstelik her şeyi bu kadar idrak etmeye başlamışken bizim pavuryalar (rüya görüp anlatma, masal uydurma, bize keskin bir şekilde kızma, küsme ve mutluluklarını anlatma…) onların üçüncü ama idrak bakımından ilk tatil deneyimini yaşadık.
Bu tatil için plan yapmaya başladım. Yok yok, öyle valizler, ilaçlar ve kıyafetler ya da gezip görülecek yerler değildi planların amacı.
Açık ve net: “İkisini de uyurken biberonla süt içmemeye ve beze kaka yapmamanın en güzeli olacağına Barış’ı ikna etmek.” (Bade, kaka sorununu bir süredir halletmiş durumda bu arada…)
“Tatil Ablası” diye bir şey uydurdum. İşten eve geldim ve Barış’a dedim ki:
Ben: “Barış’cım biz tatile gideceğiz ya.”
Barış: “Evet.”
Ben: “İşte oradaki Tatil Ablası ‘Buraya bez getirmek yasak’ dedi.”
Barış: “Yaaaaa! Nedeeen?”
Ben: “Bilmiyorum, gidince sorarız. Ama bak, aklıma bir fikir geldi. İstersen tatile gidene kadar tuvalete kaka yapmayı bir dene ya da istersen sen ve ben gitmeyelim, evde kalalım. Bade ve baba gitsin. Ne dersin?”
Barış: “Tamam, biz gitmeyelim.”
Ben: “Tamam.”
Barış: “Bi’ fikrim vaaar. Tatil ablasını arayalım soralım bakalım bana orada öğretir mi?”
Ben: “Tamam, arayalım.”
Yakın bir arkadaşımı aradım (Teşekkürler Gökçe), şükürler olsun ki onu aradığımda hemen oyunuma dahil oldu ve Barış ile konuşmasını yaptı. İçim rahatladı, yalandan kurtuldum. Barış çok sevindi. Bade’nin “Annem bana öğretti, sana da öğretsin” demeleri hiç tutmamıştı. Tatil ablasının tüm söyledikleri çok tuttu, Barış’ın gözünde o anda.
Sıra hakikaten tatil ablasına bu bilgiyi vermeye geldi. Bodrum Ortakent’te Yılmaz Otel’e gidecektik. Dünya tatlısı Yasemin’e her şeyi anlattım. O da dahil oldu ve bize sadece oraya gitmek ve olacakları yaşamak kaldı. Birkaç bezi ve biberonları valizin iç gözüne saklamak yetti.
Şahane bir yolculuk geçirdik. Eğlenerek, şarkılar söyleyerek önce Bursa Orhangazi’deki köy evimize uğrayıp bir gece geçirdik, ertesi gün ver elini Ortakent. Akşamüstü vardık otele. Ayrıntıları geçiyorum. Yasemin hemen oyuna girdi ve bize sordu: “Yalnız bez getirmek yasaktı, getirmediniz değil mi? Herkes tuvalete gidiyor değil mi? Barış’a da öğretelim, o da artık tuvalete yapsın, tıpkı konuştuğumuz gibi, değil mi Barış’cım?” Bizimkinden ses yok, biraz utandı zira, Yasemin’i çok beğendi.
Ertesi gün tatil ablası ve Barış konuştular kafa kafaya. Dört gün Barış kaka yapmadı ama hep “Gelsin yaparım tuvalete” dedi. Sonunda Serdar dayanamadı, anlaşma yaptılar. Bir tane bez getirdiğini, aralarında sır olarak kalacağını, yine beze isterse yapabileceğini söyledi. Bunu kabul eden Barış ve babası odaya gittiler. Barış biraz beze yapıp, babasını çağırıp gerisini tuvalette tamamlayacağını söylemiş. Sonrası malum. Bu iş burada bitti. Koşarak yanıma geldi ve dedi ki “Anneeee ben babamı çok mutlu ettim, tuvalete kaka yaptım, sen de mutlu oldun mu?” Nasıl olmazdım, sıkı sıkı sarıldık ve hemen o soruyu sordu: “Artık büyüüüük abi bisikletleri alalıııım.” “Alalım tabii” dedim, dedik. Hem Bade’de hep bu anı beklemişti zira bisiklet için. Yasemin başta olmak üzere orada artık bizi tanımış ve muhabbetimiz olan herkese anlattı Barış bu durumu. Bade de çok sevindi. Değinmeden edemeyeceğim hiç ama hiç biberon da aramadılar orada. Hiç sormadılar. 12 gün boyunca istemediler ne öğlen yatarken ne de akşam yatarken. Şaşkındım ama biliyordum, bu tatilde pek çok şey değişecekti, değişti de…
Tatilde bir de pavuryalardan beş ay küçük olan ikizler Doruk ve Çınar vardı. Otel sahibinin torunları. Şahane arkadaş oldular bizimkilerle. Uyanır uyanmaz onları sorup, odadan fırlayıp fırlayıp gittiler yanlarına. Onlar da durur mu, sabahları uyanınca kapıya gelip kapıyı çalıyorlardı: “Arkadaşlarımız nerdeee, uyandılar mııı, gelsinler hadiiii.”
İlk tatil arkadaşları da bu tatilin sonucudur. Birlikte delice bisiklete bindiler, bütün gün ve akşamları şahane oyunlar oynayıp durdular, dondurma ve gazoz seansları yaptılar. Doruk ve Çınar’ın 12 yaşındaki muhteşem ablası Çağla’yı da es geçemem. Hem ablalık hem de arkadaşlık yaptı dört bebeye.
Yılmaz Bey otelin sahibi. Kulakları çınlasın. Havuza klor koyarken gördükleri gün pavuryalar ona “Havuz Dede” dediler. O da güldü hep. Üç torunu varken birden beş torun oldu o anlarda. Tüm aile şahaneydi.
Ne demiştik?
“Her şey anını bekler.” Hakikaten anını bekliyor her şey. Acele etmeye, sıkıştırıp üzmeye, dünyayı anlamaya çalışan çocukların başının etini yemeye ne gerek var? 15 yaşında yatarken biberonla süt içen çocuk gördünüz mü? 12 yaşında hala bez kullanan çocuk gördünüz mü? Peki, siz hiç üç kulaklı adam gördünüz mü? “Olur mu hiç üç kulak dön de aynaya bak, hey!”
Heyecanlı, güzel zamanlar bunlar. Ne çocuklara ne de kendine eziyet etmemeli insan, bu anlar ve tüm bu duygular çok önemli, bence tabii… İstedim ki böyle durumlar yaşayanınız varsa bilsin ki yalnız değiller, bir sürü insan uzayan pek çok sorunla baş başa. Bu anları ara sıra sinirden kudursak da yaşayıp, geçirip sonunda hep başka uzayan sorunla birlikte bir de yanında türlü güzellikler de yaşayacağız. Aman yeter ki sağlık eksik olmasın…
O zaman, o halde “Yaşasın bağzı şeyler!”
Evet, her şey anını bekliyor, inanın.