Geçen haftaki yazımda; geleceğin tohumlarını elinde bulunduran Monsanto şirketinin kronolojik geçmişinden, bu şirketin tohumlarının –bugün kendi kurumsal geçmişinde hiç bahsetmese de- esasında son derece toksik kimyasal ürünlerle atıldığından, hatta atom bombası geliştirme çalışmalarıyla bağlantılarından söz etmiştim. Peki; bu son derece kirli kimyasal ürün geçmişi bir yana, günümüzde Monsanto dünyada nasıl bir güç oluşturmakta? Bunun için Monsanto’nun ABD’de, Avrupa’da ve Türkiye’deki girift ve karanlık politik bağlantılarına bir bakalım…
Monsanto’nun ABD hükümeti ve kamu kuruluşlarıyla bağlantıları
Resmî sayılara göre Monsanto ABD’de 2008 yılı lobicilik faaliyetlerine toplam 8,8 milyon dolar harcamıştır. Bu verilere yansıyan bir diğer kalem de bağışlardır; şirketin diğer dönemlerde doğrudan en büyük bağışta bulunduğu bilinen iki isim 1999-2003 yıllarının Temsilciler Meclisi Tarım Komitesi Başkanı Larry Combest ve 2001-2005 yıllarının Adalet Bakanı John Ashcroft’dır. Ancak esas çarpıcı olan bildirilen resmî sayılara bakarak göremeyeceğimiz, Monsanto hesabına ABD hükümeti ve kamu kuruluşlarında çalışan birçok kilit adam olmasıdır.
Monsanto’nun adamlarından biri hepimizin tanıdığı bir isim: George Bush Sr., yani “Baba Bush”. 1987 yıllında, o zaman Başkan Yardımcısı olan George Bush Sr., Monsanto laboratuvarını ziyaret eder ve bir ekin DNA’sına Roundup Ready transgeni enjekte ederken görüntü verir. Bu videoyu “The World According to Monsanto” belgeselinde ya da google’da arayıp seyredebilirsiniz. Roundup Ready soyanın piyasaya sürülmesinden dokuz yıl önceki bu haber görüntüsünde, bir şirket yetkilisi Bush’a üzerinde çalıştıkları bu ürünün onaylanması hakkındaki endişesini dile getirir ve Bush “Beni arayın, deregülasyon bizim işimiz” der [deregülasyon: düzenlemelerin azaltılması veya kaldırılması yönünde yapılan yasal düzenlemeler]. İki yıl sonra, 1989’da Bush Başkan seçilir. Üç yıl sonra 1992’de, Başkan Yardımcısı Dan Quayle, Food and Drug Administration’ın (FDA / “ABD Gıda ve İlaç Dairesi”) tüketicinin bilme hakkını hiçe sayan yeni politikasını ilan eder: Artık GDO’lu besinlerin etikette belirtilme zorunluluğu olmadığı gibi, test edilme zorunluluğu da yoktur.
İkinci tanıdığımız isim, iki ayrı ABD hükümetinde Savunma Bakanlığı yapan ve 9 Eylül olaylarından sonra Afganistan ve Irak Savaşı’nın arkasındaki en önemli isimlerden biri sayılan Donald Rumsfeld. 1975 ve 1977 yılları arasında Ford Hükümeti’ndeki Savunma Bakanlığı görevinin ardından politik kariyerine ara verir ve G.D Searle & Company’de çalışmaya başlar. 1977-1981 yıllarında Aspartam patentini elinde bulunduran G.D Searle & Company ilaç şirketinin CEO’su, Başkanı ve sonra Yönetim Kurulu Başkanı olur. 20 Ocak 1981’de Ronald Reagan ABD Başkanı seçilince, Rumsfeld’i geçiş dönemi takımına alır. 20 Mayıs 1981’de, yani seçimden sadece dört ay sonra, aspartam FDA’den sekiz yıldır alamadığı onayı alır. 1985’te Monsanto G.D. Searle’i satın alır. Bu satıştan 12 milyon dolar kazandığı konuşulan Rumsfeld, 2001 ile 2006 yılları arası bu kez George W. Bush (oğul Bush) tarafından Savunma Bakanı olarak atanır.
Diğer isimlere, hükümette önemli görevlerde bulundukları ve çevirdikleri oyunlar durumun vahametini ortaya koyduğu için kısaca değinmek istiyorum.
Amerikan medyasının deyimiyle Monsanto ve ABD hükümeti arasındaki “döner kapı”yı sıklıkla kullanan diğer isimlere ise, Türkiye’de pek bilinmeseler de, durumun vahametini görebilmemiz için değinmek istiyorum.
Clarence Thomas: 1976–1979 yıllarında Monsanto’da avukat. 1991’de George Bush Sr. tarafından Anayasa Mahkemesi’ne atanır. 2000 Başkanlık Seçimi’nde, Florida eyaleti oylarının yeniden sayılması hakkında açılan Bush vs. Gore davasında (Kevin Spacey’nin oynadığı Recount filminden hatırlayabilirsiniz) seçimin kaderini belirleyen oyu George W. Bush lehine kullanarak, oğul Bush’un seçilmesini sağlar. Anne Veneman: 1989-1991(Baba Bush dönemi) Tarım Bakanlığı müsteşar yardımcısı görevinde bulunur. 1993’te biyoteknoloji şirketi Calgene’in yönetim kurulu üyesidir. [Calgene insan tüketimine sunulan ilk genetik yapısı değiştirilmiş besin olan Flavr Savr domatesini üreten biyoteknoloji şirketidir. Flavr Savr 1992’de FDA’nın onayına, 1994’te ise tüketiciye sunulur ve 1997’de üretimi durdurulur.]. Flavr Savr’ın tüketime sunulmasından bir yıl sonra yani1995’te, Venema Kaliforniya Gıda Dairesi Başkanı olur. 1997’de Monsanto, Calgene’i satın alır. 2001-2005 yıllarında Veneman, George W. Bush hükümetinde Tarım Bakanı olur. Tommy Thompson: 1987-2001 Wisconsin Eyaleti Valisi. Monsanto Thompson’un 1987 valilik seçimlerinde kampanyasına 50.000 dolar bağışta bulunur. Thompson döneminde Wisconsin eyaletinde Monsanto’nun 1994’te piyasa sürdüğü inek sütünü artıran büyüme hormonu Posilac’ın (rBST/rBGH) kullanımı için 37 milyon dolarlık bir biyoteknoloji bölgesi kurulur. Thompson, 2001-2005 yıllarında George W. Bush’un Sağlık Bakanı olur.
Monsanto Posilac’ın (rBST/rBGH) FDAonayı, piyasaya sürülmesi, kullanılması ve ürün etiketinde rBGH içerip içermediğinin belirtilmemesi için yıllarca elinden geleni ardına koymaz. Piyasaya sürülmeden önce Posilac’ın FDA’dan onay alma sürecindeki bir kilit isim ise Margaret Miller’dır. Miller, FDA’ya rBGH büyüme hormonunun güvenirliği hakkındaki bilimsel raporu yazmakla sorumlu Monsanto laboratuvar yöneticisidir. Miller, raporu yazar ve 1989 yılında, Monsanto raporu FDA’ya sunmadan kısa bir süre önce Monsanto’dan ayrılıp FDA’da çalışmaya başlar. Peki, FDA’daki görevi ne midir? Miller artık Monsanto’dayken yazdığı raporun FDA’nın onaylayıp onaylamamasına karar verecek kişidir. (Bu dönemde bir diğer “başarısı” da FDA’nın sütte kabul ettiği antibiyotik oranını 100 milyonda 1’den, 1 milyon’da 1’e -yani 100 kat- yükseltmek olmuştur.) Onay sürecinde Miller’in yardımcısı da eski bir Monsanto araştırmacısı Susan Sechen’dir. Özetle, Monsanto kendi raporunu onaylamıştır. FDA onayından sonra; Monsanto etiket yönetmeliğini de birazdan okuyacağınız Michael R. Taylor aracılığıyla halledecektir.
Monsanto ve kamu kurumları arasında gelip giden kilit isimlerden biri de EPA’da (Environmental Protection Agency – “ABD Çevre Koruma Kurumu) 10 yıl kadar müdür yardımcısı, yönetici yardımcısı gibi önemli görevlerde bulunan Linda J. Fisher’dır. Fisher, EPA’dan ayrılıp, 1995-2001 yıllarında Monsanto Başkan Yardımcısı olur. 2001’de ise Yönetici Vekili olarak EPA’ye geri döner.
Monsanto’nun adamlarının sıklıkla girip çıktığı (hatta neredeyse birer Monsanto şubesi olan) iki önemli kurumdan biraz söz etmekte fayda var. İlki, FDA -Food and Drug Administration (“ABD Gıda ve İlaç Dairesi”)- kamu sağlığını koruma ve sağlamakla yükümlü, yönetmelik ve denetimler aracılığıyla tütün ürünleri, gıda takviyeleri, ilaç, aşı, biyoeczacılık ürünleri, kan transfüzyonları, medikal ürünler, elektromanyetik radyasyon yayan aletler, veteriner ürünleri ve kozmetiklerden sorumlu ve ABD Sağlık Bakanlığı’na bağlı bir birim. FDA’nın başındaki yetkili (“Commissioner”) Senato’nun önerisi ve onayı doğrultusunda ABD Başkanı tarafından tayin ediliyor. İkincisi ise EPA – Environmental Protection Agency (“ABD Çevre Koruma Kurumu”)- insan sağlığı ve çevreyi korumakla yükümlü, Kongre’den geçen yasaları temel alarak yönetmelik yazan ve uygulamaya koyan ABD federal hükümetine bağlı bir kurum. Kurumun başındaki yönetici (“Administrator”) ABD Başkanı tarafından tayin ediliyor ve Kongre tarafından onaylanıyor. Yani, kamu sağlığını koruma ve sağlamakla ve insan sağlığını ve çevreyi korumakla yükümlü, bunlarla ilgili yönetmelik ve denetimleri yapan iki kurum Monsanto’nun elinde.
Her şeyin Reagan ve Baba-Oğul Bush, yani Cumhuriyetçi hükümetler döneminde kaldığını ve Clinton hatta büyük değişimler vaat eden Barack Obama döneminin farklı olduğunu düşünüyorsanız, çok yanılıyorsunuz. Mayıs 2010’da Başkan Obama’nın FDA Gıda Güvenliği Dairesi Başdanışmanı olarak atadığı Michael R. Taylor’ın da geçmişi oldukça düşündürücüdür. 1976’da FDA Daire Başkanı Özel Kalem Müdürü olan Taylor, 1980’lerde (rBGH ) Posilac’ın FDA onay sürecinde Monsanto’yu temsil eden hukuk şirketinde çalışmaya başlar. 1991-1994 yıllarında FDA Politikalarından Sorumlu Başkan Yardımcısı yani Monsanto’daki ikinci adam olur. FDA’nın rBGH etiketleme yönetmeliğini yazar ve süt ürünleri şirketlerinin etiketlerde rBGH içerir ya da içermez gibi bir ayrım yapmasını gerçek anlamda yasaklamış olur.1994-1996 yıllarında ise Tarım Bakanlığı’nda Gıda Güvenliği ve Denetimi Bölümü’nde yönetici olur. Kısa bir süreliğine aynı hukuk şirketine geri döndükten sonra, Obama’nın atamasına kadar Monsanto’nun Kamu Politikası’ndan Sorumlu Başkan Yardımcısı yani şirketin ikinci en güçlü adamı olarak görevini sürdürür. Ayrıca Obama’nın Tarım Bakanı Tom Vilsack, “Amerikalıların yeme alışkanlıklarını değiştirmeleri” gerektiğini söyleyen ünlü bir Monsanto ve biyoteknoloji destekçidir, ABD Zirai Ticaret Temsilcisi Siddiqui, eski bir Monsanto lobicisidir. Obama en son olarak da GDO’lu Roundup Ready Alfalfa Kontaminasyonu davasında Monsanto’nun savunma avukatı Elena Kagan’ı da Anayasa Mahkemesi’ne atadı.
ABD’de durum son derece iç karartıcı, bakanlıklar ve kamu kuruluşları amiyane tabirle Dingo’nun hatta “Monsanto’nun ahırına” dönüşmüş vaziyette. Ne yazık ki, Monsanto’nun gücü ABD ile sınırlı kalmıyor. Ocak 2011’de Wikileaks, dünya gıda stokunu kontrol etmeyi hedefleyen Monsanto’nun, kuklası ABD Hükümeti aracılığıyla diğer ülkelere uyguladığı baskıları açığa çıkaran bazı diplomatik belgeler sızdırdı.
Monsanto’nun Avrupa’daki diplomatik oyunları
Belgelere göre, ABD’nin Paris Büyükelçisi Craig Stapleton (1989-1998 George W. Bush’un Texas Rangers Baseball takımındaki ortağı) Washington’la 2007 tarihli bir yazışmasında, Fransa’nın Monsanto’nun GDO’lu mısırını yasaklama girişimine cevap olarak, GDO’lu ürünlerin kullanımını teşvik etmeyen AB ve diğer ülkelerin askerî tarzda ticari savaşla cezalandırılmasını tavsiye eder. Belgeleri yayınlayan Guardian gazetesi, ABD diplomatlarının doğrudan Monsanto gibi GDO şirketlerine çalıştıklarını gösterdiğini yazar. Vatikan’la yapılan 2008 tarihli bir yazışma, gelişmekte olan ülkelerdeki Katolik piskoposlar GDO’lu ürünlere karşı çıktıkları için, ABD’nin Papa’nın danışmanlarına uyguladığı baskıyı ve Papa’nın GDO’lu ürünlere destek vermesi için Vatikan’daki lobi faaliyetlerini açığa çıkarmakta. 2009 Madrid Büyükelçiliği yazışmaları ise, ABD’nin AB’yi biyoteknoloji yasalarını sıkılaştırmamaya ikna etmek için İspanya’yla beraber çalıştığını göstermekte. Hatta bir yazışmada, büyükelçi “İspanya da düşerse, Avrupa’nın geri kalanı da düşer” ifadesini kullanır. Yazışmalar İspanya Hükümeti’nin ABD’den Brüksel’e baskı uygulamaya devam etmesini istediğini ve ABD’nin İspanya Biyoteknoloji Kurulu’nun açıklamasından önce İspanya’nın nasıl oy vereceğini bildiğini göstermektedir.
Bu son nokta, bugünlerde Biyogüvenlik Kurulu’nun Türkiye Gıda ve İçecek Sanayi Dernekleri Federasyonu’nun gıda amaçlı 29 gen ve Tüm Gıda Dış Ticaret Derneği’nin 3 soya geni ithalat başvurularına cevabını bekleyen ülkemiz için de çok düşündürücüdür. (TÜGİDER’ın ithalatını istediği üç çeşit GDO’lu soyanın ikisi Monsanto, biri Bayer’indir).
Türk medyası şu ana kadar GDO şirketlerinin oyunlarından ikisine yer verdi.
Türk medyasında yer alan bir hadise, bir önceki yazımda bahsettiğim (Monsanto tarafından satın alınan) Delta & Pine Land’in Türkiye’deki şirketi Türk Delta Pine’nın 2001 ve 2006 yılları arasında hükümet raporları ve sertifikasyonlar elde etmek için bazı Tarım ve Köy İşleri Bakanlığı çalışanlarına yaklaşık 43,000 dolar rüşvet vermesi. Bu skandal ABD Sermaye Piyasaları Kurulu tarafından ortaya çıkarıldı, yani esasında bu skandal ABD’de patlak verdikten sonra Türk medyasında yer aldı.
Diğeri, Nisan 2009’da, yani Türkiye’de GDO’lu Ürün Yönetmeliği çıkmadan altı ay önce, TBMM Tarım Komisyonu üyeleri CHP Mersin Milletvekili Vahap Seçer, AKP Denizli Milletvekili Mehmet Erdoğan, AKP Gaziantep Milletvekili Özlem Müftüoğlu, AKP Bursa Milletvekili Ali Koyuncu, MHP Afyonkarahisar Milletvekili Abdülkadir Akcan ve TÜBİTAK Başkan Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Arif Adlı ve Adana Çiftçiler Birliği Genel Sekreteri’nden oluşan bir heyetin ABD Tarım Bakanlığı’nın davetlisi olarak yaptıkları ABD gezisi. Heyetin TBMM Genel Kurulu kararıyla gittiği bu gezide, uçak paraları hariç tüm masraflar ABD Tarım Bakanlığı tarafından karşılandı. Heyet, Washington’da Tarım Komisyonu çalışmalarına katıldıktan sonra St. Louis’e gidip Monsanto’yu gezdi. Medyanın tepkisini çeken milletvekilleri dönüşte “uzaya götürseler etkilenmem”, “ben ikna olmadım” ve “faydalı bir gezi oldu” gibi açıklamalarda bulundular. Altı ay sonra ise GDO’lu Ürün Yönetmeliği yürürlüğe girdi.
Monsanto’nun Türkiye’deki bağlantılarından bazıları da dünyanın en büyük gıda işleme ve dağıtım şirketlerinden Cargill üzerinden. Mayıs 1998’de Monsanto ile Cargill bir biyoteknoloji ortak girişimi kurduklarını ilan ederler, birkaç ay sonra Monsanto Cargill’in uluslararası tohum operasyonlarını 1.4 milyar dolara satın alır. Artık, Cargill’in tohum sattığı 51 ülkenin kapıları Monsanto’nun GDO’lu tohumları için aralanmıştır. 1960’dan beri Türkiye’de faaliyet gösteren Cargill, aynı yıl Türkiye’de bir hamle yaparak Bursa’da İznik Gölü’ne yakın bir mevkide, tarım arazisi üzerine 90 milyon dolarlık (mısırdan elde edilen) nişasta bazlı şeker (NBŞ) fabrikası kurar. Bazı sivil toplum kuruluşları ayaklanır, dava açılır ve iki yürütmeyi durdurma kararına rağmen 1999 sonu fabrika faaliyete geçer. 2004’te mahkeme yapı ruhsatının iptaline karar verir. Başbakan Erdoğan’ın 2004 ABD ziyareti öncesinde, Cargill tesisinin yasal bir statüye kavuşmasının ve bu firmanın üretimini yaptığı NBŞ üretim kotasının yükseltilmesinin Bush’la görüşmesinin gündem maddelerinden olduğu medyada yer alır. Daha sonradan Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı yasası ile tarım arazisinde inşa edilmiş sanayi tesislerine af getirilse de, hükümet işi sağlama almak için Temmuz 2005’te hazırladığı bir kararnameyle Cargill fabrikasının arazisini özel endüstri bölgesi ilan eder, ayrıcalıklı bir statü kazandırır ve mahkeme kararlarını etkisiz hale getirir. Mısırdan elde edilen NBŞ ve tatlandırıcı üretim kotasına gelince de o söz de tutulur; Fransa Hollanda ve İngiltere de %0, AB ülkeleri ortalaması %2-3 olan bu kotanın Türkiye’de kanunla belirlenen oranı her ne kadar %10 gibi yüksek bir oran olsa da, Bakanlar Kurulu bu oranı dilediği gibi daha da yükseltmekte bir çekince görmemektedir. 2009-2010’da toplam 25 Avrupa ülkesi 1,2 milyon ton NBŞ üretirken, Türkiye tek başına 500.000 ton üretmiştir.
Türkiye’de NBŞ üreten beş tesisin en büyüğü Cargill (400.000 ton kapasite),
2001’de Cerestar’ı satın alarak, bu Fransız nişasta ve tatlandırıcı şirketinin Ülker’le 1993’te ortaklaşa kurmuş oldukları PNS Pendik Nişasta Sanayi’nin de %50 ortağı olur. NBŞ’yi en çok kullanan gıda üreticilerinden Ülker’in piyasanın en büyük şirketiyle ortaklığından karı ve çıkarı çok büyüktür. Türkiye’de yaşanan bu denklemi özetlemek gerekirse: Dünyanın en önemli GDO’lu mısır tohumu üreticisi Monsanto’nun en büyük müşterilerinden (organik bağı da bulunan) Cargill, Türk ortağı Ülker ile Cola-Turka için mısırdan NBŞ üretir, Erdoğan’ın oğlu Cola-Turka’nın en büyük dağıtımcılarından biridir. Hükümet NBŞ’in hammaddesi mısırın ithalatında fon ve gümrükleri düşürür, bu arada eski Maliye Bakanı Unakıtan’ın oğlu da en büyük mısır ithalatçılarından biridir. Bakanlar kurulu da NBŞ üretim kotasını istediği gibi yükselterek bu çarkın dönmesine aracı olur.
Bu yazıda Monsanto’nun sadece ABD, Avrupa ve Türkiye’de bazı bilinen bağlantılarından söz ettim. Gelişmekte olan ülkelere yapılan baskılar ve oynanan oyunlara başka bir yazıda değineceğim. Dünya gıda stokunu kontrol ederek dünyayı kontrol etmeyi hedefleyen bu büyük güce karşı Haiti ve Peru gibi bazı ülkelerin direnme gayretleri biraz da olsa ümit uyandırıyor. Öte yandan, 2010 yılında 500,000 Monsanto hissesi satın alan dünyanın en zengin adamı Bill Gates’in, GDO’lu tohumların dünyayı açlıktan kurtaracak tek çare olarak göstermesi ve Asya ülkelerine kabul ettirilmek istenen GDO’lu “altın pirinç”in geliştirilmesi için kendi vakfı aracılığıyla 20 milyon dolar yatırım yapması, ne yazık ki daha da büyümekte olan bir güçle karşı karşıya olduğumuza işaret ediyor.