Kadın hareketinin mevcut öncülerinden biri olan avukat Hülya Gülbahar, gazeteci Ayşe Arman’a verdiği bir söyleşide Sağlık Bakanlığı’nın yayınladığı bir genelgeyle gebelik testi yaptıran kadınları fişlemeye başladığını söyledi. Ertesi gün üç şey oldu: Fişlendiğini söyleyen kadınlar Ayşe Arman’a yazdıkları mektuplarla vaka özetlerini anlattılar. Fişleme denilen mevzuun nasıl gerçekleştiğine dair bir hikâye de bir aile hekiminden geldi. Öte yandan Sağlık Bakanlığı böyle bir genelge olmadığını açıkladı ve Hülya Gülbahar’a eğer kendisinde varsa paylaşmasını söyledi. Gülbahar çok sağlam kaynaklardan böyle bir genelgenin olduğuna dair bilgi aldığını ancak genelgeyi görmediğini söyledi.
Sağlık Bakanlığı’nın web sitesinde genelgelerin yayınlandığı bir sayfa mevcut. Son yıllarda anne-çocuk sağlığıyla ilgili olarak yayınlanmış genelgelere baktığınızda, Gülbahar’ın söylediği manaya gelebilecek bir genelgeye sahiden rastlıyorsunuz. Genelge, Gülbahar’ın söylediği gibi altı ay önce değil, 2008 yılında yayınlanmış ve “Doğum Öncesi Bakım İzlem Protokolü Genelgesi” başlığını taşıyan genelge, gebe olduğu tespit edilmiş kadınların sağlık durumlarının nasıl izleneceğine yönelik bir standardizasyon getiriyor. Çok basit bir dille kaleme alınmış protokol toplam üç maddeden oluşuyor:
“1. Tüm gebeler tespit edilecek ve ilk izlemde risk değerlendirmesi formu (Ek:2-1 sayfa) kullanılarak değerlendirilecek ve risk durumu belirlenerek izlemlerin nasıl yapılacağı kararlaştırılacaktır. 2. DÖB protokolünde belirtilen muayene ve tetkikler belirlenen haftalarda yukarıda adı geçen form ile herhangi bir risk tespit edilmeyen tüm gebelere, en az dört izlem olarak sunulacaktır. Sağlık personeli tarafından herhangi bir risk tespit edilmesi halinde izlem planı ve sayısı yeniden belirlenecektir. Ayrıca kişinin talep etmesi halinde de daha fazla izlem yapılacaktır. 3. İl düzeyinde sağlık personeli hizmet içi eğitimleri ekli protokol esas alınarak Güvenli Annelik modülü ile yürütülecektir.” Protokolün ekinde iki de form var. Formlarda anne adayının kimlik numarasından, ekonomik koşullarına, telefon numarası ve adresine kadar her türlü kişisel bilgi ve tabii ki sağlık ve gebelik öyküsünün detayları soruluyor. Bir doktorun bütün bunları bilmesi gerektiğine şüphe yok.
Birinci madde “Tüm gebeler tespit edilecek” diyor zaten. Ancak bu tespit çalışmasının gerekçesi, gebelere standart bir sağlık hizmetinin verilebilmesi. Bunda bir problem yokmuş gibi görünüyor. Devlet standart bir sağlık hizmeti verebilmek için bilgi topluyor. Bilgi toplamak devletin, özellikle de modern devletin en temel işlevlerinden biri. Çünkü modern devlet zaten sahip olduğu kaynakların çetelesini tutup onlardan vatandaşlarını yararlandırabildiği ölçüde meşru. Buna insan kaynağı da dahil elbette. Devletin bizlerin sağlıklı insanlar olması yolundaki hizmetleri bu kadar önemsemesi yalnızca bizim iyiliğimizi düşünmesinden kaynaklanmıyor. Bizim sağlıklı insanlar olmamız devletin bekası açısından önemli. Ayrıca bize iyi bakmak, onun üzerimizde hâkimiyet kurmasına izin vermemiz karşılığında ortaya koyduğu hizmetlerden biri. Ancak bütün bunlar Gülbahar’ın sözünü ettiği fişleme durumunun yaşanmadığı anlamına da gelmiyor. İki nedenden dolayı:
Arman’a mektup yazan doktor, aile hekimlerinin bu formlarla ilgili sorumluluklarının “fişleme” anlamı taşıyabileceğini, dahası hekimlerin gelirlerinin bu sorumlulukları ne kadar yerine getirebildiklerine dair kimi çok sıkı ölçütlere dayandırılması dolayısıyla bazı bilgilerin alınması ve prosedürlerin uygulanmasında beklenenden fazla ısrarcı olmaları gerektiğini söylüyor: “Ben bir hekimim. Aile hekimiyim. ‘Gebe kadınların fişlendiği’ doğru ama olayın sadece bir bölümü. Size öncelikle aile hekimlerinin çalışma şekillerini anlatayım. Biz, kesin kayıtlı bebekler, gebelerin aşıları ve takipleriyle sorumluyuz. Onların bize gelmelerini sağlamakla yükümlüyüz. Herhangi bir sebeple aksaması halinde, hemşiremizle birlikte negatif performansa girmekte ve ceza puanı almaktayız. Maaşımız 400-800 lira arasında kesilmekte. Haliyle gelmeyen gebelere telefonla ulaşmaya çalışıyoruz. Ulaşamazsak, evlerine kadar giderek kuruma davet ediyoruz. Biz de bu durumdan memnun değiliz çünkü hakaretlere, kapıdan kovulmalara kadar aşağılayıcı hareketlere maruz kalıyoruz. İstanbul’da 5 yıl önce kurulan GEBLİZ adındaki merkezi bilgisayar ağıyla gebeleri ve yeni doğan bebekleri tespit edebiliyoruz. Buraya bilgiler gebelerimizin muayene olduğu özel hastaneler veya kamu hastaneleriyle özel hekimler tarafından girilmekte. Faydalı olduğu kadar kadınların kişisel ve özel hayatlarını deşifre ettiğinden dolayı da sakıncalı olduğuna inandığımız bir program. Ama bugün de halen kullanılıyor…”
Aile hekiminin fevkalade açıklıkla ifade ettiği gibi sorun bilginin toplanmasından değil, hangi koşullarda nasıl kullanılacağına ilişkin süreçlerin iyi tanımlanmamış olmasından kaynaklanıyor. Sonuçta hekimle gebe kadın arasında, kadının kocasının bile bilmesini istemeyebileceği (kaldı ki her gebe kadının bir kocası olmak zorunda değil) bir bilgi paylaşılabilir. Ancak ne genelgede ne de formda anneye ilişkin bilgilerin gizliliğine dair en ufak bir ibare bulunuyor. Aksine aile hekimi, kendisine uygulanan maaş-performans baskısı dolayısıyla bu bilgileri “annenin iyiliği” adına, ona rağmen ve bazen ona karşı kullanmak zorunda bırakılabiliyor. Devlet sırf rahminde müstakbel bir vatandaş taşıdığı için bir kadının özel hayatına, sağlığına ve bedenine dair her türden bilgiyi istediği her şekilde kullanma yetkisini görüyor kendisinde ve üstelik bu yetkiyi gebenin ve bebeğin sağlığından sorumlu tuttuğu hekim eliyle kullanmaya kalkışıyor. Bu bağlamdaki güven ilişkilerinin, özellikle sorunlu öykülerde ne menem boşluklar yaratabileceğini siz düşünün. Vatandaşlarının özel hayatlarını kendi hâkimiyet alanı olarak görme eğilimindeki devlet, bu alanı genişletmek için yalnızca bireyler arası değil, bireyin kendisiyle arasındaki ilişkilere de müdahale etmeyi “devletlü bir hak” olarak tarif ediyor. Bu koşullar altında yine devletin sergileyebileceği sistematik ve niyetlenilmiş hoyratlık ve düşüncesizlik ise ayrı ve çok önemli mesele…
İkinci sorun daha da vahim. Bırakın doktorla gebe kadın arasına, gebe kadınla ailesi arasına bile kadından çok henüz doğmamış, müstakbel ve muhayyel vatandaşın iyiliği için giren devlete kadınlar güvenmiyor. Haklarında gebelikleri bahane edilerek toplanan bilginin bir gün herhangi bir yerde, herhangi bir gerekçeyle, kendi aleyhlerine kullanılacağı endişesini taşıyorlar. Bunun sebebi ise doğrudan doğruya kadınlıkla ilgili değil yalnızca. Terörle Mücadele Kanunu’ndan Telif Hakları Yasası’na, BEDAŞ faturalarının sizi izleme kapasitesinden, kredi kartı borcunuzdan dolayı donunuza bile el koyabilecek bankaların size reklamlarını ya da yaptırımlarını ulaştırma süreçlerinde devlet garantisi altında olduklarını biliyorsunuz. Devlet bireyi kurumlardan değil, kurumları ve şirketleri bireylerden korumayı tercih ettiği, dahası kurumlar ve şirketler lehine vatandaşlarını “harcayabildiği” için sadece kadınlar değil, erkekler de hızla güven kaybediyorlar devlete. Devletin polisinin telefonda Kürtçe konuştunuz diye size sokak ortasında eşek sudan gelinceye kadar dövdüğü bir ülkede, devletin doktorunun sizden aldığı bir bilginin nasıl kullanılacağından emin olmanızın bir yolu var mı ki?
Dolayısıyla ilk bakışta devlet -eğer sözü edilen yukarıdaki genelge ve ekindeki formlarsa- üzerine düşeni yapıyor ve üzerine düşeni yapabilmek için bu bilgileri topluyor. Ancak üzerine düşmeyen bunca şeye karışan ve vatandaşıyla giderek çok daha fazla platformda ve şiddetin dozunu artırarak karşı karşıya gelen bir devletin bu bilgileri aleyhimizde delil olarak kullanmayacağından emin olmadığımız için, devletin sorduğu her soru ve her türlü tespit çalışması birer “fişleme” pratiğine dönüşüyor.