Alancık Köyü-Roboskî maçının 3-0’lık skorunu 8-4 yapmayı başaran takımın 6 oyuncusu birden 28 Aralık’ta öldürüldü. Kalan iki kişinin de bir daha futbol oynayası yok.
“Şervan Encü, Selman Encü, Selahattin Encü, Cemal Encü, Serhat Encü, Cevat Encü… Sekiz kişiydi kaldık iki kişi. Ben Faruk ve fazıl. Takımdık, bir de kardeştik. Hayatta birbirimizin kalbini kırmazdık. İlk defa onlardan ayrıldım. Bir daha hiç kavuşamadım.”
28 Aralık’ta Roboskî’de hayatını kaybeden 34 kişiden 6’sı Faruk Encü’nün hem en yakın dostları, hem takım arkadaşı.
27 Aralık’ta Şırnak’a kadar giden Faruk Encü’nün sabah telefonu çalıyor, diğer ucundaki babası “Arkadaşların öldü” diyor.
“Neredeyse bir yıl oldu. Köyde genç kalmadı. Futbol oynamak ne? Yaşama sevincimiz kalmadı.”
Faruk’la Fazıl için bir yılın özeti bu.
İkisinin de “kaçağa” gitmişliği, 150 lira için iki eşek yüklemişliği, karda ayakları dondurup harap bitap geri dönmüşlüğü var. Para kazanmak için başka da çare bilmiyorlar pek:
“İş imkanı olmadığı için mecburen gittiler. Şırnaklılara iş vermiyorlar. Nereli olduğumuzu öğrenen bize terörist muamelesi yapıyor. İşte Veli’nin yaşadığı ortada. Çocuğun hakkı vekil öğretmenliği bile çok gördüler. Kim istemez rahat otursun? Televizyon karşısında cipsini çerezini yesin? 50 lira için o kadar acı inancınız olsun çekilmez. Mecbur diye bir şey var ama, mecbur.”
Faruk’un mayından ölen babasının mezarı Kuzey Irak’ta. Durup durup, “Babamın mezarını görmeye de gidemeyecek miyim?” diyor. “Buna da kaçak denir mi?”
Sahura kalkar, top oynardık
Köyde 28 Aralık’tan önce de çeşit çeşit eğlence yok. Bir halı saha var, iki de takım. Takımlardan birinin adı büyükler, birinin adı gençler. Fazıl ve Faruk gençlerin as oyuncularından “o” olay olmadan evvel.
“Sekiz kişiydik biz. Formalar hazırlayacak, forma baskısı yapacaktık. Üzerinde de Roboskî yazacaktı. Sahurda kalkardık, oynar, gelir yine oruç tutardık. Olaydan sonra köyde tek bir genç kalmadı. Oynayacak halimiz de kalmadı. Halı sahanın yanında o kadar yalnız hissediyoruz ki. Eminönü’nde gezerken formaları görünce onları hatırladım, ağladım. 7 yaşındaki bir çocukla karşılaştım, “adım Serhat” deyince içim buruldu. Nereye gitsek ne yapsak onları hatırlıyoruz. 1 yıl oldu, kimsenin sesi sedası çıkmıyor. Ailelere söz veriyorlar açıklayacağız diye, hâlâ açıklayamadılar.”
Gitmeden Serhat aramış Fazıl’ı. Planları var, dönecek, parayla İstanbul’a gelecek, iş bulacak… “Sürekli telefonla haberleşirdik. Hatta gittiği gece de beni aradı. Kaçaktan sonra gelecekti. Annesinden izin almış, odunlarını hazırlamıştı. Ben de gelince iş ayarlayacaktım.”
Tedavülden kalkan Roboskî takımının üyeleri arasında takım kavgası olmazmış, kayıtlara geçsin. Kimi Galatasaraylı, kimi Fenerbahçeli, kimi Beşiktaşlı’ymış. Özünde hepsinin takımı belli; re re re ra ra ra Roboskî Roboskî şampiyon.
Hikayenin mutlu sonu yok, onların bir mutlu hikayeleri var, Faruk’la Fazıl anlatsın:
“Alancık Köyü’yle karşılaşırdık. Halı saha maçı yapardık. Bizim köyde iki takım oluşturduk. Genç takımı ve büyükler takımı. Biz genç takımıydık. Büyükler gidip yenildi, gelip bize “Siz de yenemezsiniz” dediler. Kızdık. “Gidip oynayıp şansımızı deneyelim” dedik. Önce 3 gol yedik, çok üzüldük. Cevat Encü, “Faruk yeneceğiz” dedi. Oynadık, bizi yenmişlerken, defansta falan güçlendik. Cemal forvet oynadı, Serhat gerideydi, ben de sahadaydım. 8-4 yendik onları. Cemal rahmetli bize kola ısmarladı. Gece 1’e kadar orda oturup sevinçten kız arkadaşlarımızla mesajlaştık. Muhabbetimiz çok güzeldi. Büyükler gelip bizden özür diledi. Çok güzel, çok mülayim bir takımımız vardı. Yazık oldu… Ne oldu?”
2012 OT dergisinde yayımlanmıştır.