Oldum olası “kişisel gelişim”e merakım vardır. Mevcut kitapların çoğunu okumuşumdur. 40’tan sonra bir de kişisel gelişim seminerlerine kafayı taktım.
Kişisel gelişim seminerlerinin çoğu önce bugünün durum saptaması ve farkındalık yaratma üzerine odaklanır; çözüm önerileri sonradır. Katıldığım seminerlerde kuşkusuz herkesin ufak ya da büyük bir gelişim alanı olur. İnsanlar artık işlerine yaramayan ya da onları mutsuz-başarısız kılan alışkanlıklarını olumlu yönde değiştirmek isterler. Çoğu kez de bu değişim çileli ve zordur.
Bu seminerlerde dikkatimi çeken önemli bir nokta şu; o an kişide olumsuz etkiler yaratan alışkanlıkların çoğu, çocukluk dönemine dayanmaktadır. Alışkanlık kalıbını başlatan; çözülme-hatırlama anlarının çoğunda anne veya babadan duyulmuş bir söz-bir davranıştır. Bir bakarsınız kocaman adam babası ona beceriksiz dediği için kendine güven sorunu yaşıyor ya da bir kadın annesi, “öyle giyinmek kötü kadınlara özgüdür” dediği için kadınlığını geri plana atıyor.
Bu olguları gördükçe derim ki: İnsanlar ne büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde olsalar çocuk sahibi olurlar mıydı acaba? Zira 0-7 yaş arası çocuğunuza söylediğiniz her söz – her davranış onun hard diskine kayıt edilmekte ve sizin hiç de istemeyeceğiniz travmalar yaratmakta. Tabi 7 yaş sonrası da önemli ancak 0-7 yaş arası çocuk henüz sağlıklı bir şekilde zihnini koruyacak yapıya sahip değildir. “Annem yorgun olduğu için öyle davrandı” ya da “Babam beni düşündüğü için kızdı” diyemez.
Bu konunun tüm inceliklerini kısa bir yazıda konuşmak olanaksız. Burada vurgulamak istediğim sadece her gün çocuğunuzun hard diskine yeni kayıtlar yüklediğinizin farkına varmanız.
Şimdi gerçekçi olursak-kimsenin çocuğunu sıfır travma ile yetiştirmesi mümkün değil; üstelik bu çocuğu hayata hazırlamak için gerekli de. Çocuk kuşkusuz ebeveynlerinden ileriki dönemde yararlanacağı, hayatın dokusunda olan olumlu veya olumsuz şeyleri de görmeli. Demek istediğim çocuğu yalıtılmış bir dünyada hayattan kopuk yetiştirmek değil.
Ancak önemli bir fark yaratacak yaklaşım ne olur dersek, sanırım buna cevap olarak olumlu konuşma diyebiliriz. Çocuğa geri bildirim verirken kullanacağımız her tür rastgele, düşünülmeden sarfedilen, aşağılayıcı, küçümseyici, kaba ve olumsuz etki yaratacak cümle, hard diske sonradan delete etmesi kolay olmayan bir virüs salıvermekte.
Bu, çocuğa geri bildirim vermeyeceğiz ya da onunla hep iyi şeyler konuşacağız anlamına da gelmiyor. Tersine sınırları konmamış ilişkiler ya da doğru ve yanlışı öğretmemek daha zararlı olabilir. Ancak geri bildirim de gerçekçi ve olumlu bir ifade ile verilebilir. Merak etmeyin; çocuğunuz hayatın içinde-çevreden veya tv’den zaten tahmininiz ötesinde bir girdi alıyor zihnine. Siz doğruları paylaşmazsanız o vakit de zihindeki diğer bilgilere yer açmış oluyorsunuz.
Peki çok kısaca ne yapmalı?
1- Çocuğu kişiliği için eleştirmeyelim. Eleştireceksek davranışı-işi eleştirelim. “Sen beceriksizsin” değil, “Bak bunu bir daha deneyip, daha güzel yapalım mı?” gibi.
2- Çocuğunuzu ne kadar tanır ve sizinle ilişkisinde açık olmaya ikna ederseniz, o kadar ilk elden bilgi sahibi olursunuz. O zaman delete tuşu daha iyi çalıştırılabilir.
3- Çocuktan bir şey isterken, onu “Böyle yaparsan seni daha çok severim” ya da “Sevmem” gibi duygu ifadeleriyle tehdit etmeyin. Aksine sevginizin koşulsuz olduğunu bilsin. Sadece hayatta bazı kurallar var ve uyulmalı.
4- Çocuğunuzla olumlu dille konuşun; diliniz “yapabilirsin-başarabilirsin” temalı olsun. Hard diske bunu ekerseniz, kendine güvenen bir birey yetiştirirsiniz.
Ne de olsa bu hard disk diğerlerine benzemez!
Yazdıklarına katılmamak mümkün değil Candancığım. Ama bu yaşta, hayattaki öncelikler tamamen değişince, yalnızca “keşke…” demek kalıyor. Doğa biz kadınlara “keşke ” biraz daha insaflı davransaydı da doğurganlık 40’lı yaşlara kadar uzayabilse, biz de en azından gençliğin ve yaşanmamışlığın (kompleksler…hırslar…hayalkırıklıkları…hastalıklar…ölümler…) verdiği hamlıktan bir nebze olsun kurtulunca “insan” yaratmaya soyunabilseydik. Bütün cahilliğimizle ve çiğliğimizle çocuk sahibi olduk ve şekillendirmeye çalıştık. Belki de doğa insaflı davransa çok azımız buna cesaret edecekti ve kurgu tamamen değişecekti. Acaba bunda da bir “düzen” olabilir mi? Sevgi ve özlemle…