Geçtiğimiz günlerde Milli Eğitim Bakanlığı’nın okullara tavsiye ettiği Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü’nde yar alan ve kız çocuklarını aşağılayan, şiddeti özendiren ayrımcı örnekler sosyal medyada alıntılar halinde sıklıkla karşıma çıktı.
Bu örneklerden biri böyleydi:
“On beşindeki kız ya erde gerek ya yerde: kız on beş yaşına ulaştı mı evlendirilmelidir. Evlendirilmezse anneyi, babayı güç durumda bırakacak çok üzücü olaylar çıkabilir. Böyle olacağına kızın ölmesi daha iyidir.”
Diğerleri de şöyleydi:
“Oğlan doğuran övünsün, kız doğuran dövünsün: Doğacak çocuğun oğlan olması istenir. Kız olması istenmez. Onun için oğlan doğuran ana sevinir; kız doğuran ana üzülür.”
“Erine göre bağla başını, tencerene göre kaynat aşını: Davranışlarını içinde bulunduğun koşullara uydur. Kocan nasıl istiyorsa öyle giyin, kuşan. Gelirin nasıl yaşamanı gerektiriyorsa harcaman da o sınırı aşmasın.”
Çok geçmedi ki bir başka örnekle yine sosyal medyada karşılaştım. 8. sınıf matematik kitabındaki bir problemde soru şu şekilde soruluyordu:
“Evlenme programına katılan Temel dede kendisine talip olan 4 bayan arasından 1 tanesini seçiyor. Seçtiği bayanın elindeki kağıtta yazan sayı ile Temel Dede’nin elindeki kağıtta yazan sayılar eşittir. Buna göre Temel dedenin evlenmek için seçtiği bayan kimdir?”
Bu örnekleri hem bir kadın, hem bir anne, hem bir akademisyen hem de eski bir öğrenci olarak okudum. Okurken üzüldüm, ürktüm, öfkelendim, incindim ve kırıldım. Mutlaka bu konuda bir yazı yazmalıydım.
Ben daha o yazıyı yazmaya başlayamadan başka bir şey daha oldu.
İktidar sözcüsü Hüseyin Çelik “Bir kanaldaki, yarışma programında sunucu öyle bir kıyafet giymiş ki olmaz bu yani. Kimseye karıştığımız yok ama çok aşırı. Dünyada da kabul edilemez.” deyiverince, bizim Gözde kız işinden oluverdi. Şimdi pek çokları zannedecek ki bizim Gözde kızın derdi varsa yoksa dekoltedir. Hiç değildir. Neden mi? Anlatayım.
Bizim okuldaki çocukların anaları oğlan doğurunca da kız doğurunca da sevinip övünürlerdi. Bizim okulun çocukları 15 yaşına geldiklerinde iki dil konuşur, öğrendikleri o dillerin şairlerinin şiirlerini ezbere bilirlerdi. Bizim okulun çocukları 15 yaşına geldiklerinde eleştiri yazıları yazıp gazete çıkarır, tiyatro sahnelerinde oyunlar sergiler, elele tutuşup halk oyunları oynar, voleybol turnuvalarında tribünlere oturup hep birlikte takımlarını desteklerlerdi. Üstelik bütün bunları kızlı erkekli yaparlardı.
Bizim okulun çocukları birinin karısı ya da kocası olmak üzerine kurmazlardı gelecek planlarını. Başkaları değil kendileri nasıl istiyorlarsa öyle giyinip kuşanmak, özgürce yaşamak için kendi paralarını kazanmak önemliydi bu çocuklar için. Bizim okulda hiç bir çocuğun özgüveni kırılmazdı. Bizim okulun çocuklarının yetenekleri desteklenir, kız erkek ayrımı yapılmadan çocuklar her konuda cesaretlendirilirdi.
Sonra ne mi oldu? Gün geldi, o okulun kızları büyüdü. Hiçbiri Temel dedenin karşısına dizilip kendisini ona beğendirmeye çalışmadı. Hiçbiri kendisinden ‘bayan’ diye bahsedip kadınlığından utanmadı. Kimisi Sıla oldu, şarkılar yazdı, söyledi. Kimisi Meltem oldu, muhabir olup haber peşinde koştu. Kimisi Müge oldu, dişli bir avukat olup haksızlıklarla savaştı. Kimisi Aslıhan oldu, ifade özgürlüğü hakkına dair kitaplar yazdı, Sorbonne’dan hukuk doktorasını aldı geldi.
Daha niceleri oldu bizim kızlar ve işte içlerinden biri de Gözde oldu, ekranlarda göründü yıllar boyu. Anlaşılan iktidarın fendi şimdilik bizim kızlardan birini yendi. Ama bizim kızlar yetenekleriyle, özgüvenleriyle, cesaretleriyle iktidar nasıl istiyorsa değil kendileri nasıl istiyorlarsa öyle giyinip kuşanmaktan, özgürce yaşamaktan hiç vazgeçmediler, vazgeçmezler.
Gözde’nin başına gelenleri hem bir kadın, hem bir anne, hem bir akademisyen hem de eski bir okul arkadaşı olarak okudum. Okurken üzüldüm, ürktüm, öfkelendim, incindim ve kırıldım. Mutlaka bu konuda bir yazı yazmalıydım.