Defne 13 yaşında, 7. sınıfa gidiyor. Denizi, yüzmeyi, yelken yapmayı, her çeşit hayvanı ve onların resimlerini çizmeyi çok seviyor. Giller’in kedi ajandasında ve takvimlerinde yer edinen Scottish Fold cinsi ünlü bir de kedisi var. Matematik dersinden nefret ediyor ama Türkçe’ye bayılıyor. Yazısının güzel olmadığını söylüyor ama çok güzel öyküler yazıyor.
Selin ile Derin diye iki kardeş tanıyordum. Ama görseniz kardeş olduklarını anlamazdınız. Selin, kestane rengi saçlı, kahverengi gözlüydü. İncecik kaşlı ve minik pembe dudaklıydı, melek görünümlü bir şeytandı, ağabeyine her türlü muzurluğu yapardı. Annesine çekmişti besbelli. Etrafındakiler onu görünce annesinin küçüklüğüne benzediğini söylerdi. Tabii o beş yaşındaki aklıyla bu söylenenleri anlıyor muydu Allah bilir.
Derin’se babasına çekmişti. Sarı saçlı mavi gözlüydü. Bembeyaz teniyle gören İngiliz sanırdı onu. On beş yaşında bir delikanlıydı. Okuldakiler onu çok severdi hatta birkaç gizli hayranı bile vardı. Çok da dik kafalıydı, bir şeyi istedi mi olana kadar hiç susmaz, her fırsatta hatırlatırdı ailesine. Bir gün Selin ve Derin aynı serviste okuldan dönüyorlarken. Selin mutlu mutlu camdan bakıyordu Derin, arka koltukta arkadaşlarıyla sohbet ediyordu. Utanıyordu kardeşiyle yan yana oturmaktan “O daha anaokuluna gidiyor bense lise ikiye, karizmam çizilir” diyordu.
Sonunda eve geldiler. Selin hoplaya zıplaya aşağı indi ve beyaz badanalı apartmana doğru koşmaya başladı. Derin ise daha yavaş, hava atarmış gibi bir şekilde indi servisten, elinde anahtarıyla yürüyordu beş katlı apartmana doğru. Sevmiyordu bu evi, çirkin geliyordu ona. Eski püskü bir daireydi onlarınki, üç yaşından beri bu evde yaşıyorlardı. Kardeşiyle aynı odada yatıyorlardı. Aslında boş bir oda vardı evde; ama annesi o odayı misafir odası olarak kullanıyordu. Kardeşinin saçma sapan sorularını çekmek zorundaydı evde olduğu sürede. Bu yüzden arkadaşlarını bahane edip kaçıyordu evden. Ailesini bir türlü ikna edememişti yan odayı almasına. Neymiş kardeşinin nesi varmış, o oda misafir odasıymış, tekrar mobilya almak çok zormuş, kardeşiyle ranzada yatması daha iyiymiş falan filan. Bazen aileleri anlayamıyordu Derin.
Bu arada kapıyı açıp küçücük asansöre sığmaya çalışıyordu kardeşiyle. En üst kata kadar sıkış tıkış çıktılar, bir de iki kişilikti bu asansör. Dairenin tahta kapısında anahtar delikte dönerek “kilk” sesi çıkardı ve Selin içeri dalıp annesi ile babasına bu günün raporunu vermek için aramaya koyuldu. Derin de odalarına girdi ve artık eşyalarının orada olmadığını gördü. Tam annesi ile babasına bunu soracakken karşı odadaki yeni yatağı, çalışma masasını ve bilgisayarını gördü. Şoke olmuştu, demek artık kardeşiyle aynı odada kalmak zorunda değildi.
Hemen yeni odasına girdi. Yerler cilalanmış, camlar pırıl pırıl olmuştu. Odası, çok sevdiği deniz teması üzerine hazırlanmıştı. Camlarından kırmızı şeritli beyaz perdeler sarkıyor, duvarlarında yelkenli çizilmiş tablolar yer alıyordu. Yatağının başı tahtadan, eski bir dümen şeklindeydi. Beyaz komidininin üzerinde deniz feneri biçiminde bir okuma lambası vardı. Duvarlar maviye boyalıydı, tavandan yelkenli şeklinde bir avize sarkıyordu.
Derin ağzı açık bir şekilde odaya bakarken annesi babası ve kardeşi yanına kadar sessizce sokulmuştu. Annesi bir anda yanında:
– Beğendin mi canım? deyince yüreği ağzına geldi Derin’in :
– Beğenmez olur muyum anne, ama biraz daha sesli yaklaşsanız; ödümü kopardınız!
Hepsi bir ağızdan gülmeye başladılar, sonra da işlerine yollandılar; annesi yemek yapmaya devam etti, babası bilgisayarda bazı işlerini bitirdi, Selin odasında oyun oynamaya başladı, Derin de derslerine çalıştı.
Her akşam böyle olurdu zaten. Herkesin kendi işi, uğraşı vardı. Sadece yemek bir araya getirirdi onları. O akşam da yemek bahanesiyle bir araya gelmiş, toplantı yapıyorlardı işte. Önce Selin başladı:
– Bugün okulda maske yaptık.
Babaları:
– Nasıl oldu seninki, güzel mi?
Selin:
– Çok güzel oldu baba, önce mor bir kartonu aldım üzerine maskeli balolardaki maskelerin resmini çizdim…
Derin dayanamayarak:
– Sen maskeli balo ne biliyor musun ki? diye sordu.
– Biliyorum insanlar baloya maske takarak gidiyor bunda.
Selin ağabeyine bir şey deme fırsatı bırakmadan sözüne devam etti:
– Sonra bunun etrafını kestim, içinden dışını görebileyim diye de göz delikleri açtım. Önünü çevirip uhu sürdüm, üstüne de sim döktüm. Birkaç tane pul alıp üzerine yapıştırdım. En son olarak da iki mor tüyü kenarına bantladım. Öğretmen benimkinin sınıfın en iyisi olduğunu söyledi, dedi böbürlenerek.
Kardeşinin kendini beğenmiş tavırlarına artık dayanamayan Derin yemeğini bitirdiğini söyleyip kalktı. Odasına girdi masa lambasını yakıp internette oyun oynamaya başladı. Başka yerden bilgisayarına oyun yüklemeyi sevmiyordu. Ne güzel internette birçok ücretsiz oyun sitesi vardı ve her gün yeni oyunlar ekleniyordu bunlara.
İnternette oyun oynuyordu, günün ikinci sürprizi gelince. Anneleri onları çağırdı ve bir sürprizleri olduğunu söyledi. Annesi ile babası salonda oturmuş onları bekliyordu. Belli ki önemli bir haber vereceklerdi. Önemli bir haber verecekleri zaman iki kardeşi karşılarına oturtur, kimin söze başlayacağına karar vermeye çalışırlardı. Bu sefer konuşmacı anneleri olmuştu. Bir çırpıda:
– Bu tatilde kampa gideceğiz! dedi.
Bu kısa cümle iki kardeşte de farklı duygular uyanmasını sağladı; Selin bu habere çok sevindi, mutluluktan havalara uçtu. Derin’se hayatında böyle kötü bir haber almamıştı. Ailesiyle bir hafta boyunca internet, arkadaş ve cep telefonu olmayan bir yerde kalmaya dayanamazdı o. Ayrıca onlara hiç sorulmamıştı bu durum.
Hiç farkında olmadan iki kardeşin de ağızları bir karış (belki daha da fazla) açık kalmıştı işte. Anneleri bu duruma gülerek :
– Ağzınızı açmayın öyle, sinek kaçacak, dedi.
Derin kendinin farkına vardı ve ve hemen ağzını kapatıp utançtan kızarmış yanaklarıyla odasına döndü. Giderken yanlışlıkla kardeşinin odasına girmesi arkasındakilerin ona kahkahalarla gülmesine ve bu da zaten utançtan al al olmuş yanaklarının daha da kızarmasına neden oldu. Hışımla odasına girdi ve bilgisayarında oyun oynamaya başladı.
Salondan bir süre daha kahkahalar yükseldi sonra yavaş yavaş söndüler. Kahkahalar yerlerini televizyondan gelen maç seslerine bırakınca da Selin odasına gidip bez bebeklerini giydirmeye, saçlarıyla uğraşmaya başladı.
Günler ve geceler geçti. Derin ve Selin endişe ve heyecan içerisinde kampa gidecekleri günün hazırlıklarını yapıyorlardı. Anneleri ile babaları ikisine de birer çadır, uyku tulumu ve fener almıştı. Herkes her eşyasını hazır etmişti. Artık sadece gün sayıyorlardı. Sonunda gün saymalarına da gerek kalmamıştı; kampa gidecekleri gün gelip çatmıştı.
İki kardeş hazırlığını yapmış, babalarının arabayı otoparktan çıkarmasını bekliyorlardı. Çok geçmeden babaları arabayı getirdi. Selin, arabanın arka koltuğundaki yerine yerleşti. Tabii onun özel araba koltuğu vardı; rahattı. Deniz’se kardeşinin yanında, bavulların, şemsiyelerin, bagaja sığmayan eşyaların arasında iki büklüm olmuş oturuyordu.
Böyle iki büklümken bile müzik çalarının kulaklığını takmış müzik dinliyordu. Müzik dinlemek onu rahatlatıyor, kampa gideceği ve teknolojiden uzak kalacağı duygusunu bir süreliğine unutmasını sağlıyordu. Ama tabii ki bu da uzun sürmedi, müzikçaları şarjının bittiği sinyalini vermeye başladı. Çaresiz kapattı. Cızırdayıp duran radyoyu dinlemeye koyuldu.
Selin’se arabaya bindikten bir süre sonra derin ve rahat bir uykuya dalmıştı bile. Onun için hayat bir oyundu, hiç bir endişesi, kaygısı yoktu. Ağabeyi gibi kamp hakkında endişeli de değildi. Hatta kampa gittiği için gayet mutluydu. Onun teknolojiyle fazla bir alakası da yoktu. Sadece ağabeyinden gizli bilgisayarda oyun oyunamayı seviyordu, ona da çok bir ilgisi yoktu. Derin’in neden bu kadar kuruntulandığını da bir türlü anlamıyordu. O mutlu olduğu zamanlarda genellikle ağabeyi de keyifsiz görünürdü, neden olduğunu sorunca da büyüyünce anlayacağını söylerdi. Her zaman büyükler böyleydi zaten, çocukların anlamadığı ya da onlara söylemek istemedikleri şeyleri böyle kısa keserlerdi.
Derin de sonunda saat sabahın beşinde uyanmanın yorgunluğu ile huzursuz bir uykuya daldı. Uyandığında kamp alanına varmak üzere olduklarını gördü. Sıcaktan çıkardığı botlarını tekrar giydi ve oraya ulaşmak için beklemeye koyuldu.
Vardıklarında pek de kötü bir yer olmadığını gördü. Hava tertemizdi, pofuduk bulutlar her yerdeydi. Her yerde ağaçlar ve çalılar olan bir ormandaki açıklığa kurulmuştu kamp alanı. Kuşlar ağaçların üzerinde ötüyor, kamp alanına cıvıl cıvıl bir hava katıyordu. Bazen bir ağaçtan diğerine zıplayan sincaplar bir görünüp bir kayboluyordu. Kamp alanında çadırların konulacağı yerlere çiviler saplanmıştı ki çadırlar takılabilsin.
Derin dışarıda gerindikten sonra, kendi çadırını uygun bulduğu yere kurmaya girişecekken kardeşi ondan önce davrandı ve çadırını oraya koydu. Kardeşinin boyundan uzun olduğunu belirterek bir ağız dalaşına girişecekken babaları araya girdi ve Selin’e :
– Sen bize yakın bir yere kur çadırını kızım, burası çok uzak, dedi.
Böylece kavgayı başlamadan bitirmiş oldu. İki kardeşin neden böyle saçma nedenlerle kavga ettiğini anlamıyordu babaları. Oysa ki kendi çocukluğuna baksa alacaktı cevabını. Kendisi de ağabeyiyle hiçbir eşyasını paylaşmak istemez, en küçük paylaşamama durumundan kavga çıkarırdı. Ama büyükler nasıldır bilirsiniz, çocuklukları hiç olmamış gibi, annelerinden bu şekilde doğmuş gibi düşünürler. Oysa anlayamadıklarını düşündükleri sorunun cevabı tam da burunlarının ucunda, geçmişte duruyordur.
Neyse geçelim bunları. Sonuçta Derin kendisi için seçtiği yerde çadırının nasıl kurulacağını yazan kitapçık bir elinde, çadır bir elinde çadırını kurdu. Sıra gelmişti şişme yatağa; annesi ve babası rahat edebilsinler diye herkese bir de şişme yatak almıştı. Sonunda kollarındaki son güçle de şişme yatağını şişirdi (yatağı şişirmek için pompa kullandı).
Derin iyice yorulmuş bir halde kamp için yaktıkları ateşin başına oturdu ve sessizce ekmek arası köftesini yemeye başladı. Selin ve annesi yorulmamıştı çünkü onlar “yemek yapıyoruz” bahanesiyle bütün işi babalarına yıkmışlardı. Derin kamp şarkılarına kalmamak için yemeğini bitirdiğinde çok yorgun olduğunu ve yatmak istediğini söyleyip çadırına girdi. Şişme yatağının üzerinde, uyku tulumunun içinde sıcacık bir gece geçirmeye hazırlandı. Bir süre sonra derin bir uykuya daldı.
Selin ondan daha sonra uyudu. Çadırına girdi ama el fenerini arkasına yerleştirip ince, içinde yazıdan çok resim olan kitaplarını çıkarıp belki yüzüncü kez resimlerden başka başka hikayeler uydurarak kendini oyaladı. Sonunda yeterince hikaye uydurduğunu düşündü ve fenerini kapadı, arkasını döndü ve uyudu.
Sabah olunca herkes kalkmış kahvaltı etmek için Selin’i bekliyordu. Sonunda dayanamayan babası:
– Haydi, ben uyandırayım şu uykucuyu, dedi.
Selin’in çadırının fermuarını açtığında ise içeride kimse yoktu. Telaşla herkese durumu haber verdi:
– Selin ortada yok onu bulmalıyız! Vah benim güzel kızım, kim bilir nerede kayıp olmuştur?
Herkes telaş içinde Selin’i aramaya koyuldu. Her taşın altına, her örtünün altına baktılar fakat yoktu işte çocuk. Yer yarılmıştı da içine girmişti sanki. Annesi ile babası içten içe kendilerine kızıyorlardı, “bir kıza sahip çıkamadık” diye.
Sonunda Derin’in aklına nerede olabileceği geldi kardeşinin. Fenerini kaptığı gibi koştu daldı ormanın içine. Hem yürüyor hem de kardeşinin adını sesleniyordu. Ormandaki ağaçların arasından çok az güneş ışığı sızıyor, fenerini kullanma gereğini arttırıyordu. Birden minik bir ışık parçası gördü, sonra yok oldu. Sonra tekrar gördü, yine kısa sürdü yok oldu. Tekrar aynı şey oldu, ışık yine yok oldu. Yine ışığı gördü, bu sefer uzun sürdü yok oldu. Tekrar görünene kadar uzun bir süre geçti, sonra tekrar aynı şey iki kez daha tekrarlandı. Yine kısa ışığa geçtiğinde bunun mors alfabesinde S.O.S sinyali olduğunu anladı. Hemen ışık kaynağına doğru koşmaya başladı. Biraz daha yaklaştığında orada minik bir karaltının içinde pembe bir nokta gördü. Koşu temposunu daha da arttırdı. Biraz daha yaklaştığında ise kayanın içinde oturup büzülmüş kardeşini görebiliyordu.
Kendisine doğru koşanın ağabeyi olduğunu gören Selin de ayağa kalktı fakat o koşanın ağabeyi olduğunu anlayana kadar aralarında sadece on metre kalmıştı ve Derin rüzgar gibi koşuyordu. Yanına vardığı anda kardeşini sımsıkı, hiç bırakmayacakmış gibi kucakladı ve hıçkırıklar içinde sadece şu üç sözcük çıktı ağzından:
– Seni çok merak ettim!
Bu kısa cümle bile Selin’de tam bir duygu patlaması yaşattı ve iki kardeş de hıçkırıklar içerisinde birbirlerine sarıldılar. Bir süre böyle kaldıktan sonra Derin, kardeşinin bir yerinde bir çizik, bir morluk var mı diye baktı. Neyse ki sadece saçlarına otlar yapışmıştı.
Kardeşini kucağına aldığı gibi dönüş yoluna yöneldi. Kamp alanına vardıklarında bu sefer iki kardeşi de çok merak eden anne babalarıyla karşılaştılar. Aileleri Derin’i son kez gördüklerinde ormana doğru son hız koşuyordu. Şimdi ise ikisini de sağ salim görmek içlerini rahatlatmıştı.
Derin kardeşini kucağından indirdi ve ilk kez çok yorulduğunu fark etti; doğruydu tabii o kadar koşmaya bu bile azdı. Annesi Selin’in bir yerinde bir morluk, bir çizik, minicik bir şişlik aramaya koyuldu. Derin ise kardeşini bulmuş olmanın rahatlığı ile olduğu yere çöküverdi. Annesi ile babası, bir şey mi oldu, diye ona bakınca da:
– Bir şey yok, sadece o kadar koşudan sonra yoruldum, dedi.
Annesi tekrar başını kızına çevirdi ve soru yağmuruna başladı:
– Niye dışarı çıktın? Bir yerin çizildi mi? Yorgun musun? Halsiz misin? Oradayken bir şey yedin mi? Neden bize haber vermedin? Ağabeyin seni bulduğunda neredeydin? Ne yapıyordun? NEDEN CEVAP VERMİYORSUN, DİLİNİ Mİ YUTTUN KIZIM!?
Selin her soruya teker teker yanıt vermek zorunda kaldı:
– Uyuyamadım ben de dışarı çıktım; hiçbir yerim çizilmedi; yorgun da halsiz de değilim; ormandayken hiçbir şey yemedim ve çok açım; size haber vermedim çünkü uyandırmak istemiyordum; Derin beni bulduğunda kayanın içindeki bir girintiden S.O.S sinyali veriyordum, son sorunun cevabını sen de biliyorsun anne! dedi.
Bu şekilde annesini tatmin etmiş oldu. Derin de tatmin olmuş gibi duruyordu. Tatilleri bu olay dışında sorunsuz geçti. Eve dönerken Derin gelirkenkinden daha mutlu görünüyordu.
Aslında öyleydi. Kendini rahatlamış, hafiflemiş hissediyordu. Mutsuzluk ve kardeşine karşı duyduğu öfke gitmiş, geriye rahat, mutlu ve sevecen bir Derin bırakmıştı. Bir daha asla kardeşine kötü davranmayacağına dair yemin etti kendi kendine. Tatil bittiğinde artık serviste kardeşinin yanında oturuyor, biri ona hakaret ettiğinde onu ilk koruyan Derin oluyordu. Uzun lafın kısası kardeşini sevmeye, onun değerini bilmeye başladı. Bir daha da hiç değişmedi.