Bu okul da cehennemin dibindeymiş yani, git git bitmiyor. Sonunda buluyorum okulu. Şehrin göbeğinde ortaçağdan kalmış gibi bir mahalle.
Teneffüs zamanına denk gelmişiz, bahçedeki çocukların içinden geçerek içeri girmemiz zor gözüküyor, beklemeye karar veriyorum. Demir kapının parmaklıklarının arkasındaki çocukları izlemeye başlıyorum. Hiç oyun oynayan yok, itiş kakış, tekme, yumruk, güreş, küfür …
Oyun oynayan yok, bir tane bile yok!
Zil çalıyor, demir kapıyı yumruklayarak sesimi duyurup nöbetçi öğrenci ve görevli eşliğinde giriyorum içeri. Bahçede bir anda etrafımda ellerinde tespihler olan bir grup öğrenci toplanıyor. Bıçkın bıçkın Güllü’ye laf atıp ne olduğunu anlamaya çalışarak sorular sormaya başlıyorlar.
– Hooop, şşşışt, alooo, K9 mu bu?
– Aaa Köpek, tut, tut, tut!!
– Şşıttt kışşşt, saldır oğlum!!
– Abla, ne iş?
– Kurt bu kurt…
– Biiiiiip, ne anlarsın sen köpekten be.
– Biiiip anlarım lan.
– Yok ya, bam güm, yumruklar ve tekmeler…
– Hadi lan!!
– Biiiip!!
Kendimi ve Güllü’yü tanıştırıyorum ve 4, 5, 6. sınıflarla bir söyleşi yapacağımı söylüyorum. Kahkalarla gülmeye başlıyorlar, durumu anlıyorum ve bahçedeki kırık dökük bankın ucuna ilişiyorum. Konuşmak istiyorum, içlerinden birisi sanki o grubun lideri, tespihini afili hareketlerle çevirerek yanıma oturuyor. Sorular soruyor, eğitim ne hakkında, köpek ne cins, ben kimim, neden böyle bir şey yapıyorum vs…
Yüzüne bakıyorum, hayatımda gördüğüm en güzel gözlerden, bir sürü ışık yanıp sönüyor içinde. Anlatıyorum, dinliyor. Güllü’nün soyu sopu belli olmayan bir sokak köpeği olduğunu duyunca hayret ediyor. Biraz şaşkınlık biraz küstahlıkla Güllü’ye bakıyor ama ellemiyor, sevmiyor. Ben anlattıkça sanki yumuşuyor, küstah tavırlarından vazgeçiyor, tespihini çevirmeyi bırakıyor ve sanki yeniden yaşına dönüyor.
“Bizim dövüş köpeklerimiz var, aşağı mahallede dövüştürürüz, bunun gibi köpekleri çocuklar toplar getirir, bizim pitt’ ler bunları yer” diyor. Diğerleri böbürlenerek onaylıyorlar güzel gözlü çocuğu.
Kasılıyorum, nasıl yani? Bu çocuk ağabeyi ile köpek dövüştürüyor, bahis oynuyor, oynatıyor demek? Onun için mi dokunmuyor Güllü’ye? Para kazanmak için mi yapıyor? Kimliğini böyle mi kazandığını sanıyor? Yüzüne bakıyorum, aklımdan bir sürü şey geçiyor..
“Kaçıncı sınıftasın?” diye soruyorum. “Lise 2” diyor. “Sizin sınıfla da yapsam bu çalışmaya gelir misin?” diyorum. Sen beni çocuk mu sandın, der gibi bakıyor yüzüme, sen git küçüklerle yap bu işi, bizi bozar diyor. Ama kaçamak bakışlarını yakalıyorum, çocuk bakışı, büyük olmaya çalışsa da, kabadayılık taslasa da çocuk çocuk bakıyor işte…
Bozuntuya vermiyorum, küçükler için ayrı sizin yaşınızdaki büyük öğrenciler için ayrı sunumlarım var, diyorum. Gözlerini kaçırmıyor bu sefer, öteki bıçkınlara çaktırmadan kulağıma eğiliyor, aslında ben severim köpekleri diyor usulca. Diğerleri olmasa belki daha başka şeyler anlatacak belki?
Yanımıza doğru gelen nöbetçi öğretmeni görünce yanımdan kalkıyor, diğerleriyle birlikte tesbihini çevire çevire gidiyor…
Küçük sınıflarla dersi yapıyorum, Güllüyü sevme faslı başlayınca kapıda yeniden görüyorum içinde ışıklar yanıp sönen o güzel gözleri. Tespihli arkadaşları olmasa sanki o da gelecek, sevecek, belki sarılacak Güllü’ye, belki daha uzun konuşacağız, bana başka şeyler anlatacak..Başımla selam veriyorum, selamıma karşılık verip gidiyor. Biliyorum merakından çatlıyor ve gelmek istiyor ama racona ters…
Bu okuldan köpek dövüşleri hakkında çok şey öğreniyorum, hangi mahallelerde nasıl dövüş düzenleniyor, nasıl ve kaça bahis oynanıyor, gizli yerler nereler, çocuklar bu işe nasıl katılıyor vs.
İçler acısı gerçekten içler acısı… Dost, bekçi, iş ortağı, arkadaş olabilecekken küçücük çocuklar ağabeyleri, komşuları, aileleri ile köpek dövüştürüyor, hayvanların birbirini parçalamasını seyrediyor, bahis oynuyor, köpek üretip ticaret yapıyor. Yerler gizli, her dövüş yeri farklı, asla aynı yer kullanılmıyor, gizlilik esas.
İçim yanıyor, hem şiddeti normal karşılayarak yetişkin olacak bu çocuklara, hem acımasızca ölesiye dövüştürülen, yem olarak ortaya atılan zavallı hayvanlara.
Nasıl oluşmuş bu sistem böyle ? Herkesin gözü önünde, ayan beyan neler oluyor ve herkes normal karşılıyor.
Bu nasıl önlenir ? Nasıl anlatılır? Ne yapılabilir? Çocuklar bu işten nasıl uzak tutulabilir?
Aynı mahalledeki bir başka okula da gidiyoruz aynı gün, orada öğrendiklerim daha da beter. Öğrenciler için şiddet gayet normal, insanlar arası şiddet ve hayvanlara uygulanan zulum normal, sıradan… Konuşma fırsatı bulduklarında bülbül gibi anlatıyorlar, X ağabey bakkalın beslediği köpeğin kafasını taşla ezdi, Y ve Z sapanla kuş avlama yarışı yaparlar, mahallede kuş yok artık, bizim burada kedi kalmadı, X teyze hepsini torbaya koyup gölete atıyor, biz de yardım ediyoruz.
Dinledikçe içim şişiyor, kalbim sıkışıyor. Atıyorlar herhalde diyorum içimden, kendilerini gösterme gibi bir dertleri var, çok çocuklu ailelerde kaybolmuş sevgi yoksunu çocuk sendromu olabilir mi? Uydurma hikayelerle kendilerini dinletmek gibi bir istek olabilir mi?
Bakkala gidip konuşuyorum, doğruluyor, müdürle konuşuyorum kem küm etse de bazı olayları o da doğruluyor, rehberlik ile görüşmek istiyorum belki bir proje geliştiririz, ya da ne bileyim bir fikir üretiriz… Rehber öğretmen yok!
Bunlar çocuk, ama köpek kafası eziyorlar, kedi yavrularını imece usulu toplayıp torbalara doldurup gölete atıyorlar, köpek dövüştürmeyi eğlenceli bir etkinlik olarak algılıyorlar…
Eve gelince araştırma yapmaya başlıyorum, hayvan derneklerinin elindeki bu tip vakaları araştırıyorum, gazete haberlerini tarıyorum. Tahminimden de çok… Çocuklar tarafından yakılan, kuyruğu kesilen, suya atılan, gözleri oyulan, camdan atılan bir sürü hayvan.
Peki, bu işten dehşet duyan, canı yanan bir tek ben miyim? Neden kimsenin umurunda değil? Bende mi bir tuhaflık var? Kimse bir çocuk neden bir hayvana eziyet eder ve bunun altında bir şey mi var diye düşünmüyor mu? Benim kafamda bir tuhaflık mı var?
Düşünüyorum, araştırıyorum, didikliyorum ve buluyorum.
Hayır, deli değilim ve doğru yerdeyim.
Birileri bu işi araştırmış, ortak bağları bulmuş, yaşasın! Yalnız değilim.
Şiddet, çocuk, suç, aile ve hayvanlar… “Ortak bağ”lar bir sonraki yazıda…