Merhaba, ben Gökçe. Bugüne kadar neler olduğunu kısa notlarla aktaracağım.
– Yolculuğumuzun ilk etabı olan Colombo birkaç tane ufak bölgeden oluşan büyük bir şehir. Sri Lanka’nın ekonomi başkenti. Bu bölgeler arasını 3 tekerli taksilerle katetmek gerekiyor, çünkü iki uç arasında 7-8 km var. Merkez Pettah-Fort denilen kısım ve olay da burada aslında. Diğer bölgelerde görülecek yerlere ayrıca gitmek gerek. En sevdiğimiz çarşı-pazar gezmesi işi de Pettah’ta olduğu için zamanın büyük kısmını burada geçirdik. En büyük tapınağı Gangaramaya, çok güzel ve samimi bir yer. İçinde etnografya müzesi denebilecek bir müze de var.
– Colombo’dan Kandy’ye trenle gittik. Bizim için bir klasik durum olarak trene son dakikada yetiştik 🙂 Ama iptal edilmişti ve bizi 1 saat sonraki bir trene aktardılar. Kandy’ye yakın bir kasabada inip 10 dakikalık bir yolculuk daha yaptık. Bu ülkede tren yolculuğu yapmak bir çok yerde tavsiye edildiği gibi olmazsa olmazlardan.
– Kandy ufak ve düzenli bir kent. Dünyanın en büyük Budist tapınaklarından biri burada. Gerçekten büyük ve güzel ama Colombo’daki tapınakla kıyaslayınca çok ruhsuz.
– Kandy’nin merkezinde gezdik ve civardaki botanik bahçesine, fil yıkayalım, üzerine binip gezelim kasabasına gittik. Böyle olduğunu bilmeden. Çok sevimsizdi. Turizm için bu kocaman hayvanların zincirlenmesi bizi çok üzdü.
– Kandy gezisi ve daha sonraki 2 gün için şoförlü araba kiraladık. Burada çok kullanılan ucuz ve pratik bir yöntem. İlyas olmasa başka türlü yollar seçerdik muhtemelen, ama bu hâli bile onun için oldukça yorucu oldu.
– Kandy’den karayoluyla Nuwara Eliya’ya, buradan da Ella’ya geldik. Bir gece burada kaldık. Otelimizi Web’den seçmiştik ve yukarılarda, etkileyici manzaralı bir yer olduğunu biliyorduk. Lakin sabah uyanınca gerçekten yukarıda ve gerçekten muhteşem bir manzarası olduğunu anladık 🙂 Fotoğraflardan göreceksiniz.
– Bu yolculuk sırasında Bukowski’nin “O kadar yeşil ki aklıma yazacak birşey gelmiyor” sözünü yineledik durduk. Çünkü tüm ülke çok ama çoook yeşil 🙂 Özellikle Hill Country denen orta bölge çok yüksek dağlar ve çay tarlalarından oluşuyor. Çay buraya yaklaşık 500 sene evvel İngilizler tarafından getirilmiş. Ondan önce buralar junglelık imiş evladım.
– Bugün (dün) tekrar arabayla yola koyulduk ve güneye Tangalla’ya geldik. Gelir gelmez kendimizi denize attık. En sakin koyu seçmiştik ama bugün biraz (!) dalgalı bir günü imiş. Çok tehlikeli bir deniz. Dalgalar çok kuvvetli ve bileği biraz aşan sularda bile alaşağı ediyor insanı. İlyas’ın her daim ensesindeyiz 🙂
– Bu güne kadar olan gezide birkaç coğrafya gezmiş gibiyiz. Hindistan, Uzakdoğu ve Afrika.
– Tüm ülkede inanamayacağınız kadar çok çocuk seviyorlar. Gözlerinin içi parlıyor bakarken. Nasıl ilgileneceklerini şaşırıyorlar, beraber birşey yapınca bayılıyorlar zevkten ve etraftaki herkes mevzuya iştirak ediyor.
Lakin sokakta çok çocuk yok. Misal İspanya’da filan ortalıkta daha fazla çocuk vardı. Çocuklara özel mağazaların sayısı enteresan bir şekilde yüksek gibi görünüyor. Bu da aslında popülasyonunun fazla olduğuna delalet sanırım. (Bu fikir bana ait Metin böyle düşünmüyor)
– Sigara içen pek yok. Bolca tütün çiğneyen var. Tütünü kalın yeşil yapraklara sarılmış olarak yollarda satıyorlar. Kimin tütün çiğnediğini kıpkırmızı ağzından ve tükürüğünden tanıyabilirsiniz 🙂
– Yemek çok çeşitli değil, aynı malzemelerin döndürülüp dolaştırılmış hâli genelde, ama lezzetli ve bol baharatlı. Bol ve çok lezzetli bir sürü meyvelerı olmasına rağmen meyve suları hayal kırıklığı. Çünkü bardağın üçte biri meyve suyundan, geri kalanı su ve şekerden ibaret!! Gene de kola içen Avrupalılara şaşırarak no sugar diyip paşa paşa meyva suyumuzu içiyoruz.
– İnsanlar, sokaklar, lokantalar herşey temiz ama herşey çok eski ve bakımsız bu da yanlış intiba oluşturuyor ya da oluşturabilir. Bir yıkanıp, boyansa bambaşka görünecek. Fakir bir ülke burası ve bu görüntünün tek sebebi bu.
– Ülkenin yüzde 70’i Budist, bir başka Budist ülke olan Tayland’da gezmiştim önceden ve zaman zaman orasıyla kıyaslıyorum. Orada adım başı bir Buda heykeli ve mütemadiyen bu heykelleri selamlayan insanlar vardı. Burada konu bu kadar abartılı değil ve o kadar dindar değiller. Gerçi buradaki de başka bir çeşidiymiş.
– Kuşlar… Kendileri ve sesleri o kadar çok ki. Seslerin kimlerden geldiğini bulamasanız bile fonda bu senfoni insanı mutluluktan eritiyor 🙂
– İlyas’ın sosyal biri olması burada bir miktar tökezledi. Çünkü insanlar bambaşka, rengi başka, kokusu başka, dili bambaşka… Bu da İlyas’ta şaşkınlık yaratıyor ve diğer memleketlerdeki insanlar gibi her el uzatana gitmiyor, biraz çekiniyor. O da burada inadına Türkiye’ye gelmiş siyah bebek etkisi yaratıyor ve herkes ilgilenmek istiyor.
– Çocukla gezmek… Zor birşey, hele böyle uzun ve çok etaplı bir yolda ve bambaşka bir coğrafyada. Onun için de, ebeveynleri için de. Ama beraber yaşananlar ve onun varlığında oluşturacakları düşünülünce bu yorgunluğa değiyor diye düşünüyorum. Bir de haliyle gezinin kültürel ve dağlar, tepeler kısmı ufak çocukları çok ilgilendirmiyor ve sürekli yer değişikliği sabit fikirli bebeleri geriyor. Sanırım son (!) durağımız olan Tangalla İlyas’a en iyi gelecek yer. Çünkü burada daha fazla kalacağız ve denize gireceğiz. Günübirlik bir ulusal park niyetimiz var, toplamda yollarda geçirilecek zamanın fazla olduğu yorucu bir gezi olacak. Ama oraya gidersek de doğal hayatlarında filler, kuşlar, leoparlar ve daha nicelerini göreceğiz ki bu da İlyas’ın çok hoşuna gidecektir. Ama şimdi biraz dinlenelim.
İlyas Yolda blogunun önceki yazıları için
Dünyanın (şimdilik) en konforlu ve ucuz çocuk rotası: Colombo, Sri Lanka
Ali İlyas yolda: Hindistan’ı al, Brezilya ve Kenya ekle, oldu Sri Lanka