“ama başka bir şeyi de değiştiriyor,
atları atları,
atları….”
Turgut Uyar, Atları Seven Bir Çocuk
***
Büyükada’daki faytonlarda çalıştırılan atların başına gelenlerle meşgul epey kişi. Bir süredir atların ölümleri, yaralanmaları, ağır çalıştırılmaları ufaktan gündeme getiriliyordu. Ama artık kamuoyunun gündeminde. Bu nasıl oldu peki?
Öncelikle teknolojinin rolünden söz edelim. Artık herkesin elinde bir kameralı telefon var ve bir medyada yayın yapabiliyor. Ne demişti eski başbakanımız: sosyal medya denen “bir bela” var. Hani Marx’ın Manifesto’sunda komünizm korkusunu tasvir ettiği “hayalet”in dolaşması gibi bir şey. Hiçbir şey “kol kırılır, yen içinde” kalmıyor, bir anda mecrasını bulduğunda dünyaya yayılabiliyor.
Sonra gelişen bir bilinç var: Hayvan hakları. Bugüne değin tartışılan, özgürlük, eşitlik, egemenlik kavramları, ırklar, cinsiyetler, kimlikler derken geldi diğer türlerin kapısına da dayandı. İnsan olmayan bu canlılara niye zulmediyoruz? Buna ne hakkımız var? soruları sorulmaya başlandı. Git gide daha fazla kişi bunu dert edinir oldu. Kan ter içinde koşan atlara bir makineye bakar gibi, normalmiş gibi bakan insanlar, o atın gözlerindeki ıstırabı fark eder oldu.
Bunlar işin bir boyutu, bir de sosyo-ekonomik kısmına bakalım. Bir kitle turizmi olayı var. Tüm dünyanın “orta sınıfları” birleşmiyor ama kendilerini gezmeye tozmaya veriyor. Bu durum seçkinler nezdinde özellikle Adalar’da rahatsızlık verici bir konu. Hele bir de kolektif bilinçaltımızda hiç de saygın bir yere sahip olmayan Araplar bu işin içinde büyük bir yekun olunca!
Seçkinleri rahatsız ediyor ama esnaf memnun; turist demek para demek. Ama fayton sayısı sabit, turist sayısı ise artan bir grafik çiziyor, her geçen gün artıyor. Bir de henüz gelmeyen Çinlileri var, onlar ufaktan giriyor bu işe – Çinlilerin ufağı milyonlar demek. Bu durumda iş atlara yüklenmeye bakıyor. Turları daha hızlı tamamlamak gerekiyor, dinlenmeyi azaltmak gerekiyor vb. Grup getiren acentalar, ekstra para verip tur ayarlamak zorunda vb.
Her şey para olunca ne merhamet kalıyor, ne insaf. Peki bu sadece faytoncularda mı böyle. Bütün memleket “paranın ne önemi var, mühim olan insanlık” diye mi yaşıyor sanki. Ülke ne ise faytoncu da o. Sahte kanser ilacı üreten doktorlu çeteyi hatırlıyor musunuz, yakın zamanlarda. Hatta içlerinden biri kanser tedavisi falan görüyordu yanlış hatırlamıyorsam. Yani paranın pusulamız olduğu bir alamete binmiş gidiyoruz topyekun.
Bir başka teknolojik gelişme daha var, akülü araç. Adalar’da motorlu taşıt yasak, ama Koruma Kurulu mevzuatı akülü aracı kapsamıyor. Yani 250 kg. ağırlığında 20 km. hız yapabilen akülü aracı bir sağlık raporu ile alabiliyorsunuz. Eh, Adalar’da yaşayanların büyük bir bölümü de bunu alabilecek yaş ve maluliyete sahip. Bu arada bisikletleri saymaya imkan yok. Belediye Başkanına bile çarşı içinde bisiklet çarpabiliyor. Tam bir curcuna.
İşte bunların ortasında Hayvan Özgürleşmesini savunan gruplar, Kadıköy, Bostancı derken, “Atlar Ölüyor”, “Atlar Sana Binse Nasıl Olur” sloganları ile Büyükada’ya geldiler 31 Ağustos pazar günü. Gezi’de “üç beş ağacı” dert etmişler arasından gözümüzün ısırdığı bu gençler, atların ıstırabını duyurmak için epeydir mücadele ediyorlardı. Dertleri atların yaşam haklarını savunmak.
Gel gelelim, bu durum Adalar’da değişik tepkilere yol açtı. Faytoncular haliyle kendi çıkarlarını düşünmek durumunda. Kaldıracağız da yerine ne koyacağız, bizim geçim derdimiz ne olacak? Bunun anlaşılmayacak bir yönü yok. Ancak Adalar’da bir grup seçkin kişi, bu eylemi itibarsızlaştırma kampanyası yürüttüler.
Sınır kapısını geçtiğimizde ilkokul öğrencilerinin bile mantığını ters yüz edecek bir demagojiye başladılar. (Bu ülkede ne yazık ki eğitim, mantığı ortadan kaldırma gibi bir işlevi içerdiği için etkili olabiliyor.) Bunlara göre atların yaşamını savunanlar, imar lobisine, motorlu taşıt lobisine çalışanlar olup çıktılar. Oysa bunlar arasında düz mantıkla bile bir ilişki kurmak zor. Adalar’da imar yasaları belli. Herkesin heyecanla beklediği planlar belli. Peki yasalar bu ülkede bir hukuk olduğunu mu gösteriyor, hayır, biz fanilerin anlayamayacağı bir yolla nasıl delinebileceğini gösteriyor yasalar. Ama faytonlarla falan ilgisi yok bunun. Nitekim, Büyükada’nın bağrına saplanmış Lido ve Seferoğlu inşaatları faytonlar varken yapıldı; bu yapılaşmaya karşı yapılan eylemlerde pek kimse yoktu.
Yine bir başka iddiaları, faytonların kaldırılacağı, atların sucuk olacağıydı. Adalar atlardan arındırılacaktı, oysa Adalar atlar olmayınca ağlardı, koşmazdı… Atlar için bir şeyler yapalım, onları kurtaralım diyenler, bir yığın grup ve insandan oluşuyor. Herkes başka bir şey söylüyor. Özgürleştirelim diyen de var, iyileştirelim diyen de. Bu bir süreç, her kesim sorun konusunda hemfikirse tartışılıp bir yol bulunacak. Bunda yerel yönetimler de olacak, faytoncular da.
Ayrıca faytonu savunanlarla yerel yönetimin verdiği rakamlar yılda 200 ila 400 atın öldüğüne dair, doğru dürüst kayıt bile yok, ama tek bir gerçek var; ölüyorlar yani bu atlar ne olacak sorusunun anlamı yok, o atlar hep aynı atlar değil, ölüyor, yerine yenileri geliyor. Şimdi bu sorunu faytoncu bile kabul ederken, “at süs hayvanı değildir, çalışmak için vardır”, gibi tuhaf kategorileştirmelere, üstelik doğa savunuculuğuyla ne alaka dedirtecek, laf cambazlıklarına ne gerek var…
Bu bir gelenekmiş! Zulmün geleneği mi olur? Ayı oynatıcıların elinden ayılar toplatılıp kurtarıldığında iyi ki sosyal medya yoktu, bunlar o zaman da “ayı oynatma geleneği” deyip ortaya döküleceklerdi. Artan turist talebini karşılamıyor fayton deyince ona da cevapları, seyahat özgürlüğü engellenmeli oluyor. İyi de Kuzey Kore dışında dünyada böyle bir örnek kalmadı, ülkeyi niye geriye götürmeye çalışıyorsunuz!
“Faytonlar giderse motorlu taşıtlar gelir” iddiası da boş. Yukarıda bahsettim. Büyükada’da 350 adet akülü araç var. Yani Adalar’a motorlu taşıt girmiş durumda, bizzat Belediye Başkanı elimizde buna engel olabilecek bir mevzuat yok diyor.
Toparlayayım. Atların ölümlerine dur demek konusunu bir başlangıç kabul edip bir tartışma platformu oluşturmak gerekiyor; Adalar ve Büyükşehir Belediyeleri, sivil toplum örgütleri, faytoncular bir araya gelip bir komisyon oluşturabilir. Burada ulaşım alternatifleri, Adalar’da atlar ile nasıl birlikte yaşanabilir, faytoncuların gelirleri, çalışanların durumları tartışılarak bir çözüm aranabilir.
Benim naçizane önerim, birçok kentte, özellikle koruma altına alınmış kentlerde var olan toplu taşıma aracı olarak mini trendir. Bütün bu dağınıklık ve yoğun talep ancak böyle kolektif bir yöntemle çözüme kavuşabilir. Ama atlar da hayatımızda olsun, belki at binme alanları oluşturulabilir, özellikle çocuklar, atlarla daha yakın bir temas kurabilir.* İlla ki olacaksa az sayıda fayton belirlenmiş kısa bir turda yüksek fiyatla bu nostaljiye karşılık verebilir.
Tabii, tüm bu alternatif ulaşım araçlarını faytoncuların işletmesi gerekir, böylece bir kayıpları da olmaz.
Herkesin gönlü olur mu, bilinmez ama atların gözüne bakabilecek yüzümüz olsun derim.
(*) Şu içinde yaşadığımız “çocuk-merkezli” toplumda bunun ne büyük bir potansiyel olduğunu düşünün ey kazancımıza halel gelmesin diyenler. 20 milyonluk kentte, çocuklara bu imkanı tanımanın değerini bilsek. Atları yakında tanımaları, onları sevebilmeleri ne büyük bir şans, ne eşsiz bir deneyim olur onlar için. Çocukları için seferber olan bunun için ne yapmazlar.
Çocuklar ve atlar konusunda güzel bir yazı için: Oktay Kurtulan, “Çocuk Gelişiminde Atın Önemi”