Üniversitenin ilk yıllarıydı. Burdur’da anneannemin göl evindeydik. Her sabah hepimizden önce uyanır, kahvaltıyı hazırlar, sonra ince ve melodik bir sesle ”kahvaltıya buyruuuuuğğğğnnn” diye aşağı kattan merdiven aralığına doğru bağırarak bizi uyandırırdı. Böyle tatlı serin bir göl evi sabahında, anneannemin ”kahvaltıya buyrun” çağrısındaki beklenmedik hüzünlü minör tınının merakıyla, pijamalarım üzerimde merdivenden indim. Bir baktım bahçedeki kahvaltı masasının kenarında oturuyor. Elinde kırılmış bir biber fidesi,anneannem, gözyaşları pıtır pıtır pazen eteğinin çiçekli desenine düşerek, ağlıyor.
-Anneannecim n’oldu?
-Bahçenin kapısı açık kalmış a yavrum, biber fideleeem hep gırılmış. Kim etti ki bunu, vicdansızlar ühühüh.
-Ayyy, ağlama annanecim, yine büyür…
O anda anneannemin kırılmış bir biber fidesi için döktüğü gözyaşlarına hiç ama hiç anlam verememiştim. Netekim, o yaşlarda (ve devamındaki uzun yıllar boyunca da) anneannemin bahçede domates biber nane vesair yetiştirme, bahçeye meyve ağacı dikip senelerce bekleme sevdasını az biraz anlasam da (yani taze sebze meyve lezzetli oluyordu kahvaltıda hakikaten), bu hobisine beni de zorla alet etmesinden dolayı sıkıntılanırdım. ”Hadi yavrum, bahçeyi bi sulayıveee”. Ne kadar sıkıcı bir işti bitki büyütmek. Çok uzun zaman alıyordu, bir sürü emek… Çok uzun yıllar, seyahate çıkan arkadaşlarımın bana bakmam için bıraktıkları bitkileri de bir şekilde mutsuz etmeyi, soldurmayı başardım.
Ne zaman ki geçen sene kendi fesleğenimi ektim tohumdan, o vakit bu işin büyüsüne ben de kaptırdım kendimi. Belki 30 yaşın hormonlarıydı sebep, biyolojik saatim ”annelik” diye tıklamaya başlamıştı, belki de sebep bilmediğim başka bir şeydi. Ama tohumdan diktiğim o fesleğen filizlerinin topraktan kafalarını uzattıklarını, gün be gün büyüdüklerini izlemek, bende acayip hislere sebep oldu. Annelik duyguları yaşamaya başladım.
Bu sene, fesleğenden aldığım güçle, oturduğum evin de imkanları olduğundan, arka bahçeye bir sebze bahçesi yapmaya karar verdim. İşi büyüttüm. Domates, marul, biber, fesleğen, kekik… Bunların arasında en çok domates fidelerimin tohumdan büyüyüşlerine şahit olmak etkiledi beni. Sıcak koşullar gerektiğinden önce evde büyütmeye başladım. Minicik kafalarını topraktan çıkardılar, günden güne dallandılar, gövdeleri kalınlaştı ve mini mini kılsı yapılarla kaplandı. Yapraklarına her dokunduğumda ellerim taze domates kokuyordu. Bir de baktım, telefonumdaki fotoğrafları orada burada arkadaşlarıma gösteriyorum, bakın nasıl da büyüdüler, nasıl da güzeller!
Sonra fideleri bahçeye geçirme, dış dünyaya çıkarma zamanı geldi. Bende bir endişe… Ya rüzgardan kırılırlarsa, ya bir hayvan gelip yaprakları kemirirse, ya toprağı sevmezlerse? Nasıl çıkaracağım minik yavrularımı o tehlikeli dünyaya ve orada bırakacağım!!!??
İşte o an, anneannemin biber fidesi için döktüğü gözyaşları geldi aklıma. Bunca sene sonunda onun bir bitkiye beslediği annelik hislerine gark olmuştum. Evren yine benim için laflar hazırlamış, yüzüme çarpı çarpıveriyordu. İşte anlıyordum olan biteni.
Her annenin, içi gide gide evladını yuvadan salıverdiği gibi, korkarak ama yaşadığım deneyimden yine de memnun, domates fidelerimi bahçeye diktim. Her şeyin yolunda gideceğine inandırdım kendimi. Her şey de yolunda gitti bakın:
Kendime bir sebze bahçesi yaptığım bu günlerde, bu 2012 senesinde ben, en nihayet bir çocuk sahibi olma fikrine de hayatımda ilk kez sıcak bakmaya başladım. Sebze bahçesi bir tesadüf değil. Kendimi her geçen gün, anne olmaya daha yakın ve daha hazır hissediyorum. Oysa ki benim senelerim, ergenlik yıllarım, 20li yaşlarım, hepsi ”çocuk yapmanın ne kadar saçma, ne kadar büyük dert, insanın kendisine atacağı en büyük kazık” filan olduğunu düşünmekle, hatta bunu bu kadar sert olmasa da ifade etmekle geçti. Yani aslında kimseyi çocuk yaptı diye eleştiriyor değildim o zamanlar tam olarak da, ödüm kopuyordu kendim çocuk sahibi olmaktan.
Ödümün kopmasında da hakkım vardı çünkü ne ekonomik ne de psikolojik olarak bir çocuk dünyaya getirip ona adam gibi bakabilecek durumda değildim. O yaşlarda çocuk sahibi olsaydım, bir bahçenin niye emek emek sulanıp, çapalanıp meyvelerinin alınacağını zerre kadar anlamadığım, kendimi zerre kadar sevmediğim, nitekim kronik depresyonda olduğum (bunun da teşhisinin konması için taaa 29 yaşımı beklemem gerekecekti) bir genç, bir aklı karışık, bir stres yumağı olarak çocuk sahibi olacaktım. O yaşlarda çocuk sahibi olsaydım, o çocuk benim bunalımlı bir anne oluşumdan nasibini alacaktı, hayatı boyunca taşıyacağı psikolojik yaralar alacaktı. Bahçesinde keyifle domates yetiştiren bir annesi değil, yatağından çıkamayıp gözleri patlayana kadar ağlayan ve bunu neden yaptığını bile bilmeyen bir annesi olacaktı.
Ben 20li yaşlarımda (korunmaya dikkat ettiğim halde, bir şekilde) hamile kaldım ve kürtaj oldum. Bunun, hayatımda aldığım en doğru kararlardan biri olduğunu şimdi daha iyi görüyorum, o zaman da biliyordum zaten. Ama bu olayın beni etkilemediğini söylersem yalan olur. O zamanlar o kadar çocuk istemediğim halde, bu konu zerre kadar umrumda olmadığı halde, yine de bu doğmamış çocukla ilgili zaman zaman kâbuslar gördüm.
Kürtajın kararı bana ait, ardından yaşayacağım duygular ve üzüntüler de. Bunların hepsi benim (ve bir de ortak kararı aldığım babasının) ama başka kimsenin değil. Başka kimseyi ilgilendirmiyor. Henüz yetişkinlik hayatının başında, bunalımlar içinde, ne yapacağını bilmeyen, daha kendisi çocuk biri olarak, o çocuğu dünyaya getirmediğim için hiç ama hiç pişman değilim. Eğer o bebeğe bu durumu açıklayabilseydim, eminim o da kendisine iyi bakacak, kendisini sevecek ve ”hayatım bu bebek yüzünden mahvoldu, hiçbir özgürlüğüm kalmadı” diye onu (elinde olmadan) suçlamayacak bir anneyi tercih ederdi.
Oysa ki şimdi hazırım! Şimdi ben, kendim seçtiğim bu zaman diliminde, çocuk sahibi olduğum zaman, elbette hayat önümüze zorluklar çıkaracak, elbette her şey güllük gülistanlık olmayacak. Ben o zaman yatağımda ağlayıp hayata karşı kendimi güçsüz hissetmek ve lanet etmek yerine, yavruma sarılıp onu öpeceğim ve ona diyeceğim ki “hayat zorluklarıyla güzel, her şeyin üstesinden birlikte geleceğiz korkma e mi!” Ve bahçemize gidip birlikte tohumlar ekeceğiz.
Yazı ve fotoğraflar, biyolokum‘dan alınmıştır.