Türkiye’nin dünya listelerinin en ön sıralarında yer aldığı mevzulardan biri de iş kazaları. Yapılan istatistiklere göre Türkiye iş kazalarının yaşandığı ülkeler arasında Avrupa’da birinci, dünyada ise Çin’den sonra ikinci sırada. Bu ülkede kayıtdışı istihdamın, kayıtlı olanların yaklaşık iki katı kadar olduğu düşünülürse durumun fecaati daha da açık bir şekilde çıkıyor ortaya. Peki buna karşı ne yapılıyor? Devletin yaptığından başlayalım: TBMM’de uzun bir müddet boyunca bekletildikten sonra yasalaşan ancak yürürlüğe girmesi için iki yıl daha beklemeye karar verilen yasa “iş sağlığı ve güvenliği” başlığını taşıyor. Bir bakıma öncelediği şey, işçi sağlığı ve güvenliği değil, işin kendisi…
Türkiye’de son yıllarda iş kazalarının arttığı biliniyor. Bunun sebebi ise riskli sektörlerdeki hızlı yükseliş. Daha doğrusu, ekonominin temel dayanağının riskli sektörlerdeki büyüme olması. Söz konusu sektörlerin finansal riskleri devlet teşvikleri ve kredi politikaları aracılığıyla vergi verenlerin omuzlarına bindirilirken, işin yapılması esnasında doğan riskler ise doğrudan doğruya işçiye yükleniyor. Bunun en bariz delili ise yine devletin, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik’in geçtiğimiz 10 yılı değerlendiren açıklamaları. Çelik, İstanbul Bağımsız milletvekili Levent Tüzel’in iş kazalarına ilişkin soru önergesine cevap verirken, bir yandan da AKP hükümetinin başa geçip, söz konusu riskli sektörleri ekonominin dinamosu olarak gören hızlı büyüme politikasının çıkarttığı faturayı özetlemiş oldu…
Çelik’in verdiği rakamlara göre, 2002-2011 yılları arasında 706 bin 608 iş kazası meydana geldi. Bu kazalarda 15 bin 961 işçi iş göremez hale geldi, 10 bin 297 işçi ise hayatını kaybetti. Yalnızca 2010 yılında bin 500 işçi hayatını kaybederken, 2 bin işçi iş göremez hale geldi.
Çelik’in açıklamalarında işçi sağlığının kimler tarafından nasıl denetlendiğine dair bilgiler de vardı. Buna göre İş Teftiş Kurulu Başkanlığı’nda yalnızca 901 denetim elemanı çalışıyor ve bunlardan yalnızca 465’i iş yerlerini denetleme yetkisine sahip. Bu koşullar altında iş yerinde güvenliğiniz aslında sizden soruluyor çünkü hedefi her koşulda kâr etmek olan patronunuzun insafına kalıyor hayatınızı kazanmaya çalıştığınız yerde korunması gereken can sağlığınız…
Çelik, 2011 verilerine göre en çok iş kazasının hangi sektörlerde gerçekleştiğini de söyledi aynı açıklamasında. Madencilik, makine ve teçhizat hariç fabrikasyon metal ürünleri, ana sanayi ve elbette inşaat… İş kazalarına ilişkin bilgilerin bakanlığa nasıl ulaştığına gelince… Çelik durumu şöyle özetliyor: “Bakanlığımız İş Teftiş Kurulu Başkanlığınca düzenli olarak basın haberleri izlenerek çalışma hayatı ile ilgili tüm haberler değerlendirilmekte ve dosyalanmaktadır. Gerekli görüldüğü takdirde konu ile ilgili işyerleri teftiş programlarına alınmaktadır.” Bunun ötesine gidemiyor çünkü bakanlık şirketlerin ticari sırlarına erişebileceği mahrem duvarların ötesine geçme yetkisini görmüyor kendisinde. Zira ekonominin büyümesi gerekiyor…
İtirazı olanlar nöbette
Mayıs ayından bu yana çocuklarını iş kazalarında kaybeden aileler Galatasaray Lisesi önünde her Pazar 13.00-14.00 saatleri arasında nöbet tutuyorlar. Her birinin dava süreçleri yıllardır devam ediyor ya da yeni başlamış ama davanın bir an önce sonuçlandırılacağına dair hiçbir işaret bulunmuyor. Aksine davanın iş yerlerinin denetiminde sorumlu kamu görevlilerinin, bakanlığın, dolayısıyla hükümetin sorumluluk alanlarının sorgulaması yönünde genişlememesi için ilgili bir iki yöneticiye birkaç yıl ceza ve ailenin tehdit ve tekliflere direnme gücü oranında tazminatlarla geçiştirilmeye çalışıldığı pek çok örnek yaşanıyor. Tutulan nöbetin adı bu yüzden “Vicdan ve Adalet Nöbeti”. Bir yandan dava süreçlerinin yalnızca o işçinin ailesi tarafından değil, bu sorun etrafında bir araya gelmiş inisiyatiflerce izlendiğini ortaya koymak, diğer yandan işçi olduğunun farkında bile olmayan milyonlarca insanı uyarmak: “Siz de çalışıyorsunuz, sizin de başınıza bu kaza gelebilir, bugün farkında olmadığınız ihmaller, hayatınıza mal olabilir.”
Her hafta o günlerde dava sürecinde gelişme yaşanan bir vaka ele alınıyor. Bir gazeteci ailelerin arasına yerleşip soruyor: Çocuğunuz, kardeşiniz, eşiniz nasıl biriydi?
Yapılmaya çalışılan açık, hayatını kazanırken canından olan insanın da bir insan olduğunu hatırlatmaya çalışıyorlar.
Bir diğer soru: Dava sürecinde neler yaşandı?
Akla hayale gelmeyecek zorlamalarla karşılaştıklarını görüyorsunuz ailelerin bu aşamada. Şirketlerin birbirinden çirkin rüşvet teklifleri ve tehditlerinden söz ediyor aileler. Bir iş cinayetinin yaşandığı ortada olmasına rağmen olay mahalli incelemesinde gönülsüz davranan savcıları anlatıyorlar. Ve dahası kamunun sorumluluğu söz konusu olduğunda, kamu kurumlarının nasıl da kendi elemanlarının soruşturulamayacağına dair kararlar çıkarttıklarını görüyorsunuz. Her bir öykü iş kazalarının kaza değil, kollektif birer cinayet olduğunu ortaya koyuyor. Bu cinayetin sebebi çok belli: Para. İşbirliği yapan tarafların kimler olduklarını ise mahkeme sürecinde kimlerin birbirlerini kolladıkları ve kayırdıkları ortaya koyuyor. Açıkça konuşalım her bir kazada yargı ve bürokrasi bir şekilde patronları koruyor. Çünkü patronlara aitmiş gibi görünen sorumluluğun önemlice bir bölümün de kendisine ait olduğunu, dahası denetim görevini yerine getirmediği için bizatihi suça iştirak ettiğini saklamaya çalışıyor.
İş kazalarını akılda tutmaya yönelik bu eylem, kendileri de her an bir iş kazasına kurban gidebilecek risk grupları arasında yer alan gazetecilere de iş bilgilerini sahici anlamda kamusal bir hizmette bulunmak üzere kullanma olanağı tanıyor. Eylemde Davutpaşa’daki kaçak maytap atölyesinde gerçekleşen patlamada hayatını kaybeden, OSTİM patlamasında ölen, Bedaş için çalışırken elektrik akımına kapılan, Arka Sıradakiler dizisinin setinde gerçekleşen kazada hayatını kaybeden, Esenyurt’taki çadır yangınında göz göre göre yanan işçilerin yanı sıra iki de gazetecinin aileleri bulunuyor. Van’daki ilk deprem sonrasında hasar tespiti yapılmadığı için kullanıma açık tutulan Bayram Otel enkazında hayatlarını kaybeden Cem Emir ve Selahattin Yılmaz’ın aileleri…
Bu hafta, yani 8 Temmuz Pazar günü, saat 13.00-14.00 arasında aileler Galatasaray Lisesi önünde olacak ve çocuklarının davasından vazgeçmediklerini gösterecekler. Tuttukları nöbet yalnızca kendi çocukları için değil… Her hafta aynı zamanda bir önceki hafta yaşanan iş kazalarının çetelesini sunuyorlar onları dinleyenlere. Dertleri biraz da kendi başlarına gelenlerin, başkalarının da canını yakmaması için uyarıda bulunmak.
Belki de işçi olduğunuzun farkında değilsinizdir. Zannediyorsunuzdur ki işçi TOKİ inşaatında çalışırken gerçekleşen kazada mahsur kalan ve kurtarma çalışması esnasında başı bedeninden kepçeyle koparılan Cengiz Demirel’dir, Giresun’daki HES inşaatında çalışırken göz göre göre gelen heyelanda hayatını kaybeden Mustafa Yiğit, Kenan Özdemir, Kerem Erdem ve Eren Erdem’dir, Eskişehir’deki bir organize sanayi bölgesinde belli ki kayırıldığı için yasadışı işletilen kimya atölyesinde Ahmet Uysal, İsmail Çınar, Umut Küçükarabacı ve Melik Duran’dır…
Hayatınızı her gün gittiğiniz iş yerinde kazanabildiğiniz ücretle geçindiriyorsanız siz de işçisiniz. İşinize giderken bindiğiniz aracın yaptığı kaza da iş kazası…
İş’in ve işçi’nin ne demek olduğunu bir kere daha düşünmek için Vicdan ve Adalet Nöbeti’ni uzaktan da olsa izleyin…