Haşmet Babaoğlu, bugünkü köşesini zamane çocuklara ayırmış…
Oyuncak Vosvos minibüs öyle sevimli ki…
Çocuklaşıyorum. Bahçenin çimlik alanına kadar elimle sürmeyi istiyorum.
Şöyle bir hayal mesela…
Bir grup arkadaş o kıpkırmızı sevimli minibüsle yemyeşil bir çayıra pikniğe gelmişler, falan.
Oyuncağın sahibi sekiz yaşlarındaki oğlan ise ayağıyla bir tekme savuruyor.
Minibüs duvara çarpıyor, şoför tarafındaki kapı açılıyor.
Çocuk bana bakıp “ne saçma bir araba!” diyor.
“Hangi arabaları seviyorsun?” diyorum.
Biraz ilerdeki üstü açık Porsche’yi gösteriyor. “Ama bu minibüs de çok eğlenceli değil mi, arkadaşlarını içine doldurur, dere tepe gezersiniz” diyorum. Suratını buruşturuyor. Sonra birden annesine sesleniyor.
Zaten sürekli annesini çağırıyor; canı sıkılsın, sıkılmasın; her an, galiba yalnızca annesiyle konuşuyor. Okula başlayalı iki yıl olmuş ama garip şey; akranlarında da gözlediğim gibi, henüz hiç okula gitmemiş gibi. Çok çocuk, olduğundan bile daha çocuk!
Ama anne babasının söylediğine göre çok zeki. Şimdiki çocuklar harika ya, haklılar belki!
***
Yaz aylarında çevremdeki çocukları seyretmeyi seviyorum.
Okuldan, yani rekabetçi disiplin ve zordan uzakken daha kendileri gibiler.
Zaten asıl eğitimlerini televizyon okulunda(!) alıyorlar. İnternet önünde kaç saat geçireceklerine dair anne babalarıyla uzun uzadıya pazarlık yapıyorlar.
Ve huzursuzlar! Çok huzursuzlar. Birçoğunun büyüdüğünde “anksiyete bozukluğu”na yakalanmasına hiç şaşmamalı. Hayat hep risklerle dolu. Öyle anlatılıyor onlara.
Hiç kendi başlarına bırakılmıyorlar.
Dikkatimi çekiyor, arkadaşları geldiğinde bile, birlikte fakat tek tek vakit geçiriyor ya da sürekli huysuzluk yapıyor, itişiyor, kakışıyorlar. Yanı başlarında ya anneleri, ya babaları ya da aileden birileri oluyor.
Adları o kadar sık tekrarlanıyor, o kadar çok sesleniliyor ki onlara…
Eminim bundan içten içe bıkmış, usanmışlardır. Biliyorum, ergenlik denen o hüzünlü isyan burcuna girinceye kadar bu anlattığım halleri değişmeyecek!
***
Bazen düşünüyorum da…
Yaz vakti mesela…
O sıcak, güzel, coşkulu mevsim boyunca… Evde, bahçede, sokakta kendi bildiği gibi koşturan; arada eve girip ekmekten bir parça koparıp, buzdolabını karıştırıp, yeni pişmiş sıcak kurabiyelerden birkaçını ağzına atıp sonra kapıları sertçe çarparak tekrar dışarıya çıkan… Koşuştururken çıkardıkları seslerle atmosfere sevinç duygusu katan…
Ve büyüklerinin onlar oynarken hiç araya girip karışmadığı zamanlar çok mu gerilerde kaldı?
Şimdiki çocuklar farklı mı? Evet! Ama yeni anne babaların yarattığı bu “fark” iyi mi, hoş mu, bir gelişmenin eseri mi, diye soracak olursanız…
Ben susayım en iyisi!
Kaynak: Sabah
Bence de susun Haşmet Bey. Başlığınıza konu ‘şimdiki çocuklar’ parkta oynarken kaydırağın tepesinde ‘yorgun’ mermi’ kurbanı oluyorlar çünkü. Siz bundan bihaber olamazsınız. Olup da bu yazıyı yazdıysanız sorularınızın cevaplarını orada arayın lütfen.bayram şekeri toplamak için gidip dönemiyor artık çocuklar. Sokakta açılıp kapatılmayan rogarlara düşüp, elektrik kaçıran sokak direğini tuttu diye ölen çocukların ülkesi burası. Siz nerede yaşıyorsunuz acaba?. Ağaç tepesine çıkma zevkinden mahrum büyüyor şimdiki çocuklar. Bu içgüdülerine yenilip ağaç bulamadıkları yerde oturduğu apartmanını çevreleyen yüksek demirlerin tepesine çıkıyorlar.Olur da dengesini kaybederse ve şanslıysa o demirlerden birinin bacağına saplanmasıyla kurtulabiliyorlar ancak. Başka bir yerine denk geldiğini düşünmek istemiyorum.