Hamile olduğumu öğrendiğimin ikinci haftası Gökay bizdeyken haliyle bebekten konuşuyorduk. Bebeğin büyüyünce hangi okulu okursa rahat edeceğini! Rahat etmek derken pek bildiğiniz annelerden teyzelerden olmadığımız için iyi eğitimler alıp şahane üniversiteler kazanmasını değil, hem sınav işinden uzak kalıp hem de bir mesleğinin olabileceği, daha daha da önemlisi sağlam karakterli olmasında etkili olabilecek bir okul…
Mesela küçükten spor ya da müzikle ilgilense, yeteneği de çıkarsa, spor, müzik okuyup istemediği fizikle, coğrafya muhattap olmasa…. Ya da kimyaya meyli varsa Karahanlılarla hiç işi olmasa… gibi hayali hayali şeyler. Ama esas şuydu konumuz; devlet lisesi olursa şöyle olur, özel okul olursa böyle olur, Anadolu Lisesi olursa bilmem ne oluru detaylandırarak okunan lisenin karakterine etkisini konuşuyorduk. Doğmamış bebeğe don biçmek işinin elli level falan ilerisindeydik yani. Annelik ufaktan sıyırmanın başlangıcıdır da çünkü.
Başka başka arkadaşlarla onlarca konuşmamızda ise şu minvalde yüzlerce cümle geçmiştir herhalde:
“Uyuması için ağlatırsan içine kapalı olur, umursanmamayı içselleştirir.”
“Gerekirse ağlatmayıp, bir disipline sokmazsan uykusunu çocuk ileride de sınırsız olur, çocuklar için sınır gereklidir.”
“Çocuğun yanında kavga edersen psikolojisini tahrip eder.”
“Çocuğa para eğitimi vermek gerekir ki gerçek hayatta işlerin nasıl yürüdüğünü bilsin ve ona göre hareket etsin.”
“Çocuğu mümkün mertebe para ile tanıştırmamak gerekir ki ticari ilişkilerle kirlenmesin.”
“Çevresinde dayanışmayı, paylaşımı görsün ki o da öyle öğrensin.”
“Kitap olsun evde bol bol okunurken görsün, sevsin, alışsın.”
“Hemen hayır denmeden kendisini ifade etmesine izin ver ki, büyüdüğünde de kendini ifade etmekten çekinmesin. Hayır’ı duyar duymaz sinmesin.”
“Sınırlarını çiz ama kişilik kazanmasına da izin ver, onun da dediği olsun ki birey olabilsin.”
“Montessori Eğitimi çok mantıklı, bu eğitimle büyüyen çocuklar özgüvenli bireyler oluyorlar.”
“Çok kısıtlama, hayal gücüne ve zihnine özgürlük ver ki sorgulayan, hemen kabul etmeyen bir beyni olsun”…
Daha neler neler… Kimisi birini doğru bulur, kimisi diğerini kimisiyse bunlardan çok başkasını.. Fakat genelde ebeveynlerde ortak kaygı büyüyünce ortaya çıkacak insan evladının aklını iyi kullanabilen, kendine güvenli, kendini ifade edebilen, sorgulayan, vicdanlı, kendisiyle barışık, iç huzuru olan biri olması. Ve yine genelde, bu tür kaygıları en çok hissedenlerin ortak noktası kendileriyle ve kendi ebeveynleriyle sıkıntıları olan insanlar olması. Kendi hayatlarına baktıklarında “Anne babam şöyle yapsaydı ben de şöyle olmazdım.” cümlesini en çok kuranlar, çocuklarında aynı hatalara düşmemek için diğer ana babalardan daha çok kasıyorlar, neye dikkat etsek de, ne yapsak da hata yapmasak diye uğraşıp duruyorlar. En yakın örnek kendim.
2005′ten beri pedagoji kitapları okuyorum. Mümkün mertebe mutlu bir çocuğum olsun istiyorum. Okuduğu okul, mesleği, kazanacağı para umurumda değil (şimdilik durumum bu demekte fayda var. Mevzu çocuksa ilerleyen günlerde kim neye dönüşecek belli olmuyor çünkü), diller bilsin, sanat, spor şahane yapsın istemiyorum. Tek istediğim yukarıda da söylediğim gibi; kendiyle barışık, kendi ayakları üzerinde durabilen, iç huzuru olan bir insan olsun. Bir de vicdanlı olsun… Bunun için de kendimce çalışıp duruyorum. Okuyup araştırıyorum, kendimi zorluyorum kimi özelliklerimi değiştirmek için.
Ve fakat gel gör ki çevremi izlediğimde okuduğum kitapların, mantığıma uyan yolların çoğu fosluyor! Hayattaki duruşunu, tek başına hayatla başetmesini, algısını çok beğendiğim ve “Aze benzese keşke” dediğim kadın arkadaşlarımdan üçünden birinin annesi bildiğin psikopat. Arkadaşımın tüm çocukluğunu zehir etmiş. Hala da devam ediyor. Baba ise sinik ve anneyi engellemeyi denememiş hiç.
Yine çok beğendiğim, en çok da karşısındaki kim olursa olsun sorgulamadan asla kabul etmeyen, her duyduğu fikri süzerek karşılayan yanını beğendiğim evrensel bir bakış açısına sahip arkadaşım ise sanırım dünyanın en mutsuz insanı!! Bunca sorgulama, empati ve incelikli, bencil olmayan düşünmenin karşılığında insanların kötülüğü karşısında şaşkın ve mutsuz olmuş durumda. Anlayamıyor. Hakikaten insanların çelişkilerini, bencilliklerini, çıkar için dönebilen dolapları ve daha binlerce şeyi anlayamıyor ve mutsuzluktan yıkılıyor.
Aynı klasmandaki şahane arkadaşım ise yatılı okulda okumuş!! Ki böyle tanıdığım bir kaç kişi daha var. Buyur bakalım. Yatılı okulların, aileden ayrı kalmaların çocuk üzerindeki onca olumsuz etkisini okuduktan sonra bir de sonucunda şahaneliğinden bir şey kaybetmemiş örneğe gel… Bir de benim de “Evet çocuk yetiştirirken böyle böyle yapmak lazım” dediğim metodları uygulayıp da şımarık birer canavar yetiştirmiş aileler var. Yani bu işin formulasyonu kesinlikle yok gibi.
Akrabalarımızın çocukları var. Her tür kitaptan, makaleden öte benim için ennn gerçek örnekler. İki kız çocuğu, büyüğü ziraat mühendisliği okuyor çok uzak bir ilde, küçüğü şu an Anadolu Lise’sinde. Çok olgunlar, çok kendilerine güvenli, cin gibiler. Kendi ayakları üzerinde durmaya çok erken başladılar. Lisede yazları çalışmaya başladılar. Üniversitede okuyan bayram tatilinde şehre geldiğinde bile çalışıyor mağazalarda. Minik bir kardeşleri oldu, yaşlarının gerçekten hakkını vererek, olgunlukla sorumluluklarını taşıyorlar kardeşlerine karşı. Yaş grubuna göre oyuncak alımından, kıyafet alımına, gezdirmeye kadar…. Dünyaya karşı tepkisiz değiller. Yaşamlarına sahip çıkıp, kendilerini ilgilendiren konularda ses çıkarıyorlar. Protesto gösterilerine de katılıyorlar, yazı da yazıyorlar. Uzatmayayım, aklımda canlanan, yukarıda anlattığım genç profili işte. Ve anne babalarının okuyup araştırıp bir eğitim biçimi falan uyguladıkları yok. Çocuklarına birey gibi davranıp, onlardan da birey gibi davranmalarını bekliyorlar. Gerekirse kendi harçlıklarını da kazanmalarını, dershaneye gidemiyorlarsa oturup kendilerinin çalışmalarını…
Biz yeni çoğunluk ise çocukları incitmemek ve her kolaylığı sağlamak üzerine kuruyoruz hayatlarını genelde. “Büyüdüğünde çalışacak bolca şimdi ne işi var?”dan, tüm maddi şartları zorlayıp “Dershaneye gitsin ki sınavda şansı artsın”a kadar çocukları kolaycılığa alıştıracak onca şey yapıyoruz. Ah canım vah gülüm bilmem ne derken ortada hayatın, kendinin ve dünyanın zerre sorumluluğunu alamamış boy boy Reşat Çalışlar’lar yetiştiriyoruz.(Allah muhafaza)
Aslında bu yazının özü şu ki kitaplar, makaleler, gerçek hayatla çok az alakalı. Bir psikopatın şahane bir çocuğu olabiliyorken aklı başında iyi bir insanın çocuğu sorumsuzun önde gideni olabiliyor. Öyle hissediyorum ki en önemli gerçek çocuğu “bir şey” yapmaya çalışmamak. Eğer anne baba kendi yaşamında çocuktan beklediği özelliklerle varsa, öyle yaşıyorsa çocuk zaten en çok görerek öğreniyor ve şekilleniyor. Tüm yazı boyunca yaptığım gibi çocuğu çok narin bir hamurmuş da biz kibar kibar istediğimiz şekli verebilirmişiz gibi kabul etmemek gerek. Ve yine önemli bulduğum başka bir yan ise berbat ötesi bir yer olan gerçek hayat yokmuş gibi, cam fanusta yetiştirmeyip, günü gelip o hayatla karşılaştığında hazırlıklı ve güçlü olmasına izin vermek.
Yıllar önce Haşmet Babaoğlu köşesinde Ray Charles filmiyle ilgili yazmıştı. “Ray Charles Türk olsa Ray Charles olamazdı.” demişti. Hatırladığım kadarıyla “Filmde küçük yaşta gözleri işlevini kaybetmeye başladığı zamanda bir gün mutfakta kendine sandviç hazırlıyor Ray Charles. Annesi de mutfakta oturuyor. Küçük Ray elini kesiyor. Annesi irkiliyor, gözleri yaşarıyor ama kalkmıyor yerinden. Ray elini de kendi sarıyor, sandviçini de kendi hazırlıyor. Kendi kendine yetmeyi öğreniyor, sonunda da Ray Charles oluyor zaten. Türkiyede olsaydı ise annesi hemen koşar “Oğlum sen dur napıyorsun, otur ben sana hazırlarım.” deyip bıçağı elinden alır, bir ömür de ihtiyacı olan her şeyi karşılar, kendine bağımlı birini oluştururdu.” gibi bir çıkarıma varmıştı ki kesinlikle katıldığım…
Bu hikayedeki gibi çocuğumuza iyilik yaptığımızı sandığımız ama uzun vadede zararına olan o kadar çok şey var ki… İşte bunların tam olarak ne olduğunu bilemiyor olmak beni çok korkutuyor. Geçtim şahane şeyler yapmayı, uzun vadede kızıma zarar verecek bir davranışta bulunmayayım, çocuğundan başka bir şeyi olmayıp da sıkı sıkı yapışıp boğan, her lafı, her işi çocuğu olan, “istediğim gibi ol” annelerinden olmayayım bana yeter.
Bizden öncede bizim gibiler vardı, diğerleri gibiler de…Bizden sonrada bizim gibiler olacak diğerlerinden de…
Sanırım, en önemlisi anne-baba eş-dost her kimlerse … o kalabalığın söylediklerine kulak vererek ama içimizdeki sesi dinleyerek yola devam etmek.
Hedeflediğimiz geleceğe sağlık ve sevgiyle…
Harika bir yazı 🙂 Teşekkürler…