Hatırı sayılır bir kesim tarafından hâlâ ‘çocuk filmi’ kategorisinde anılan animasyon filmlerinin son haftalarda art arda karşımıza çıkan üç örneği, vizyon sırasıyla, ParaNorman, Frankenweenie ve Otel Transilvanya, korku sineması öğelerini eğlenceli bir üslupla kullanıyor. Endişeli ebeveynler için alarm sinyalleri çalmalı mı? Bu furya neyin habercisi?

Paniğe gerek yok, çünkü kurmaca korkuların dünyası, grafik şiddet öğeleri içermediği müddetçe aslında çok eğlencelidir. Çocuklar da bunu neredeyse içgüdüsel olarak iyi bilirler. Korku, büyümenin bir parçası ve şartı olarak meydan okunması ve aşılması gereken en önemli engellerden biridir. Mülayim korku olarak adlandırabileceğimiz öğelerle donatılmış aile filmleri ise, bu meydan okumayı kolaylaştıran en güvenli ve yaratıcı araçlardan sayılabilir.

Yönetmen Brad Bird’ün Hollywood’un büyük bütçeli gişe filmlerine imza atmadan önce çektiği ilk orta bütçeli muhteşem işi Iron Giant / Demir Dev’deki baş karakteri, dokuz yaşındaki Hogarth, gece mesaisine kalan bekar annesinin “Erkenden yatağa gideceksin, geç vakit korku filmi izlemek yok!” şeklindeki uyarılarına belli ki asla kulak asmaz ve filmin en keyifli sahnelerinden birinde yasaklı tüm çerezleri yanına toplayıp 1950’lerin o muhteşem siyah-beyaz bilimkurgu / korku filmlerinden birini neşeyle izler. Filmdeki kahramanın sarsaklığıyla dalga geçer, en heyecanlı yerinde elektrik kesildiğinde bile en küçük bir korku belirtisi göstermez. Asıl endişelendiği şey filmin sonunu göremeyecek oluşudur. Korku öğelerini hikayelerine yediren birçok filmde öne çıkan amaç, toplumsal olarak çocuklara dayatılmış ya da öğretilmiş bazı korkuların aslında yersiz olduğunu pekiştirmeye yöneliktir. Hogarth’ın karanlıktan ve korku filmlerinden korkmayışı dolaylı ama isabetli bir kimlik modeli teşkil eder.

Sadece Hollywood’la sınırlı değil, dünya sinemasında saygın bir yere ulaşmış birçok yaratıcı yönetmen, hakikaten de kendi çocukluklarında sakıncalı addedilen bu siyah-beyaz fantastik filmlerden beslenmişler, onları kendi korkularını yenmek ve daha olumlu bir şeye dönüştürmek için kullanmışlardır. Tim Burton (Frankenweenie’nin yazarı ve yönetmeni) filmlerinde ölüm olgusunu naif ve şiirsel bir doğallıkla işleme becerisini Vincent Price’lı Christopher Lee’li filmlere borçludur biraz da. Frankenweenie’de ölüme meydan okuyan Victor, meşhur soyadına rağmen bunu Tanrı kompleksine kapıldığı için değil, sadece çok sevdiği kuçu kuçusunu hayata döndürmek için yapar. Ne zaman ki başarıya ulaşan deneyi amaçsız sınıf arkadaşlarının kıskançlığı ve rekabet hırsı sonucu aşırıya kaçarak kullanılır, o zaman zıvanadan çıkar.

Dev canavarların bir tek beyazperdede varolabildiğini öğrendikleri erken yaşlardan itibaren sinemanın rengarenk ve çoğu zaman da gerçek hayattan daha heyecanlı, ayrıca kesinlikle daha güvenli, bir evren sunduğunu keşfeden her çocuk gibi ParaNorman’ın kahramanı Norman da çok fazla korku filmi seyreder. Özel bir yeteneği de vardır. Ölmüş kişilerin ruhlarını görüp konuşabilmektedir. Mesela, babaannesinin ruhu onunla birlikte zombi filmleri seyreder. Norman etrafı tarafından garipseniyor, dışlanıyor, alay ediliyor. Ama öfkeli bir hayalete bile anlayışla yaklaşmaktaki ısrarı sayesinde kasabayı kaosa sürüklenmekten kurtarıyor. ParaNorman’ın hikayesi, genel manzarada, önyargıların yıkıcılığına dair çok başarılı bir önerme sunuyor. Zombilerin bile yanlış anlaşılmış varlıklar olabileceğini ima etmesi de işin hınzırlığı.

Bu filmin gösterildiği bir seansta, filme çocuklarıyla gelen bir annenin tepkisi “Ayol korkacaklarına kah kah gülüyorlar” şeklindeydi. Oysa çocuklar tam da filmin gülünecek yerlerine tam da doğru zamanlamayla gülüyorlardı. Yanlarında tedirgin biçimde izleyen birçok yetişkinin aksine filmin amacını ve formülünü doğru biçimde en iyi hazmedenler yine çocuklardı.

Çocuklara göre uyarlanmış korku, Hollywood’un yeni keşfettiği bir formül değil. Özellikle 13 yaş izleyici kitlesini hedeflemiş aile filmlerinde, hafifletilmiş gerilim ve korku unsurlarına sık sık rastlanır. Harry Potter serisinde, kahramanların yaşı büyüdükçe korku öğelerinin nasıl da arttığını bir anımsayın. Cumartesi günlerinin TV’de çizgi film kuşağına yerleştirilmiş Scooby Doo gibi bir serinin, hortlaklı evler, vampirler ve kurt adamlarla dolu hikayelere adanmış olması kötü bir tercihin, bir art niyetin, etik bir yanlışlığın sonucu değildir.

Hedef kitlesini çocuk seyirciler olarak belirlemiş bir yapımda korku filmlerinden herhangi bir şey ödünç alınacaksa, bu hiçbir zaman kopan bir kafa, eli bıçaklı manyak bir katil, fışkıran kan ve irin olmaz, şiddet ise söz konusu bile değildir. Açıkçası, aksiyona ve eğlenceye dayalı birçok animasyonda, adını andığımız üç filmdekinden daha fazla şiddet öğesine rastlanabilir. Korkuyu eğlendirme amaçlı kullanan animasyonlar, benzerlerine kıyasla çok daha dikkatli ve sorumlu davranmak zorundadır. Adını andığımız filmler de bu hassas dengeyi korumayı başarmış nitelikli örneklerdir.

Çocukları korumak konusunda şaşmaz kurallarla hareket eden ve özellikle pedagoji uzmanlarına danışmayı ihmal etmeyen stüdyoların, çocukların ödünü patlatarak dünyayı onlara dar edeceğini düşünmüyordunuz herhalde. Yeter ki bu filmlerin yaş sınırlamasına dikkat edin. Çocuğunuz vampirleri ve kurt adamları heyecan verici bulsa bile, onun neyden korkabileceğini anne babaları olarak yine en iyi siz tahmin edebilirsiniz. Yalnız küçük bir tavsiye, çocuğunuz en küçük bir korku belirtisi göstermiyorsa, filmin en heyecanlı yerinde onun kulağına eğilip “canavar diye bir şey yoktur, biliyorsun değil mi?” diyerek eğlencesine turp sıkmayın, sıkıcı bir ebeveyn olmayın. O canavar diye bir şey olmadığını zaten biliyor, sinemaya bunun için gidiyor.

Kerem Sanatel kimdir?

Bir zamanlar her köşe başında bir sinemanın ve çizgi roman dükkanının bulunduğu Koca Mustafa Paşa semtinde doğdu. O günden beri yaklaşık kırk yıldır da ne sinemadan, ne çizgiromanlardan ne de video oyunlarından koptu. Sinema yazarlığı 1995 yılından itibaren asılmesleği haline geldi. Atılgan ve Nostromo gibi bağımsız dergilerde yazarak başladı. Popüler Sinema, DVD+, Film+, Empire Türkiye, Milliyet Sanat, arkapencere.com ve Turkuvaz Sinema dergilerinde yardımcı editör veya serbest yazar / çevirmen olarak görev aldı. Clive Barker, H.P. Lovecraft, Lawrence Block, Terry Goodkind ve Vikas Swarup gibi yazarların kitaplarını Türkçe’ye çevirdi. 2006’dan beri SİYAD üyesidir.