Son dönemde çocukların kaç yaşında okula gitmeye başlayacakları, hangi sınavla nereye girecekleri, kıyafet özgürlüğüne sahip olup olmayacakları, seçmeli ve zorunlu derslerinin kapsamı, anadillerinde eğitim alıp almayacakları politik iktidarın yasalarla yönetmeliklerle düzenlemeye çalışırken kamuoyu tarafından da tartışılan konular arasında yer aldı. Hal böyle olunca özellikle eğitim sistemi üzerinden çocukluğun nasıl politikanın biricik nesnesi haline geldiğini ve iktidarın hegemonyası dahilinde şekillendiğini görmek oldukça mümkünse de geçmişe doğru gitmek içselleştirdiğimiz değerleri sorgulamayı gerekli kılıyor ve mesele sanıldığından karmaşık hale geliyor.

Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası isimli kitap dönemsel farklılıkları da göz önüne alarak, çocukluğun iktidar tarafından kurgulanışının bugüne özgü olmadığını aslında 19.yy sonu, 20.yy başından beri var olduğunu anlamak açısından önem taşır. Bu dönemde kitlelerin yükselişine paralel olarak, ekonomi, sağlık, nüfus ve eğitim başta olmak üzere pek çok alan politikanın düzenlemesi içerisinde yer aldı. Bu anlamda çocukluğun politikanın bir nesnesi haline gelmesi ve inşa edilmesi modernite ile birlikte ortaya çıkan siyasal, toplumsal, ekonomik süreçlere içkin bir biçimde gelişti.

Yazarın da vurguladığı biçimde gelenekselden moderniteye geçiş ile birlikte yaşamın hemen her alanı ile beraber Türkiye’de de yetişkinlik ve çocukluk algıları evrim geçirmeye başlamış, coğrafi farklılıklar dahilinde ama daima bir “ideal” e yakın biçimde söz konusu evrelerin inşası çabasına girilmiştir. Osmanlı’da kamusal alanın politikanın ilgi alanına girmesi ile beraber düzene itaat ile “müstakbel mümin çocuk” sentezi, II. Meşrutiyet ile “yurttaş çocuk” olarak değişmiş, Balkan savaşları ile “öteki”si etnisist temelde belirlenen, intikam ile beslenen militarist öğelerle donatılan “milliyetperver asker “çocuğa evrilmiştir. Zira “öç alma” ve “düşman” vurguları toplumsal cinsiyet örüntüleriyle de birleşerek dönemin çocuklara yönelik eserlerinde sıkça işlenirken, çocuklardan annelerini, kardeşlerini kurtarmaları beklenir:

“Türk yavrusu artık uyan!

Düşmanların Bulgar, Yunan..

Ellerinde nazlı anan,

Öç almaya çağırıyor…” [1]

Cumhuriyet döneminde ise, Osmanlı’dan kendini koparmaya ayrıştırmaya çalışırken yenilik ve özgünlük için en verimli alanlar olarak gördüğü, geçmişle herhangi bir köprüsü olmayan çocuklar ele alınarak “cumhuriyet çocuğu” inşa edilmeye girişti.

Savaşa katılan, kahraman, bedensel açıdan mükemmel/gürbüz, çalışkan, tutumlu, cumhuriyet ilkelerini benimsemiş çocuklar ideal olarak gösterilir. Hatta erken dönemde militarizm açısından kız-erkek farkı da göz ardı edilir. Kadınlar ve kız çocukları da “milli namus” söz konusu olduğunda vatanı korumak için ellerinden geleni yapmalı, “gavura teslim olmaktansa” canından olabilmeli [2], yeri geldiğinde “militer” öğelerle bezeli Sabiha Gökçen gibi bizzat öldürme fiilinin içinde yer alabilmelidir. Elbette bu kadar kısa biçimde özet geçilen bu farklılaşmaların ayrıntıları ve bu dönüşümü görmemizi sağlayan materyellarin gelişmiş ve ayrıntılı tahlili kitabın içerisinde okuyucusu ile buluşmayı bekliyor. Özellikle “edebi” gözüken ama aslında egemen ideolojinin endektrinasyonun olan yayınların en az yasal, resmi uygulamalar kadar titizlikle incelenmesi kitabı önemli ve aynı zamanda eğlenceli, akılda kalıcı kılan bir diğer unsur olarak karşımıza çıkıyor.

Dolayısıyla kitabın başlığına bakarak belki “Çocukluğun politik inşası mı?”, “El kadar” çocuklar üzerinde ne politikası olabilir ki” ya da “haşa, benim cocuğum hiçbir zaman politikanin oyuncağı olmamıştır” gibi inkar refleksi de geliştirmek mümkünse de söz konusu davranış aslında politikanin pejoratif yorumundan kaynaklandığını söylemek mümkündür. Zira daha doğumuyla beraber “vatana millete hayırlı” olması dilenen çocuklar, büyüdükçe vatanına, milletine, ailesine, hocasına, kocasına, işverenlerine bağlı olacak şekilde yetiştirilir. Kendini bulmaya başladığını sanan çocuk iktidarin endoktrinasyonlarinin bombardımanıyla beraber büyür.

Kitapta da karşımıza çıktığı biçinde çocuk, kim olduğunu, “kimlerden asla olamayacağını bilerek”, itaati, boyun eğmeyi, sınırlarını ve göevlerini, hakları ve özgürlüklerinden daha fazla öğrenir.

Bu açıdan eser, bize hangi dinamiklerle “ağaçları daha henüz yaş iken eğmeyi” bu kadar içselleştirip, normalleştirdiğimizi gösterir. Bu anlayışla yetişen kuşaklar için kendinden sonraki her ağacın ne yöne eğilecegi en önemli sorunsallardan olmuştur. İktidar oyuncaklarından hikaye kitaplarına, beslenmesinden beden hareketlerine hatta fiziksel görünümüne kadar her alanı düzenleyip, ruh akıl ve beden açısından makbul olan kuşakların temelini atar. Dolayısıyla aslında hep önce “büyütülen sonra küçültülen” bu anlamda hep “büyüklerin kendileri için biçtikleri ve aslında kendilerine uygun olmayan kalıplar” içinde yaşamaya zorlanan çocuklar yetiştirilmiştir.

Bu anlamda kitapta da vurgulandığı biçimde çocukluk sadece çocuklar için inşa edilmez. Çocukluğun inşası aynı zamanda yetişkinliği de kapsar. Çocukluk daima yetişkinliğin bir “hazırlık aşaması” olarak algılanır. Kitap aslında bu hazırlık aşamasının kültürel, toplumsal ve siyasal yapıların çocukların yaşamlarına, toplumdaki çocukluk algısına nasıl etki ettiğini ortaya çıkaracak bir metodoloji çerçevesinde yazılmıştır. İktisadi rasyonalizmden, milliyetçiliğe, militarizmden, toplumsal cinsiyete her türlü ideolojik alt yapı, hazırlık aşaması dönemindeki çocuğun yaşamına metinlerden, ritüellere, oyuncaklardan, sanat eserlerine değin pek çok alanda sirayet etmiştir. Bu nedenle dönemin eserlerini, dergilerini analiz eden yazar, tüm bu geniş ancak birbirine de bağlı yelpazenin parçalarının bir araya nasıl geldiğini ortaya koymaktadır.

Diğer bir yönüyle kitabın aslında bir doktora tezi olduğu düşünüldüğünde, ne kadar uzun ve zahmetli bir sürecin ürünü olduğunu vurgulamakta fayda var. Kitapta, militarizm, milliyetçilik, toplumsal cinsiyet, öjeni meselelerini kendisine “dert edinmiş” yazarın tüm bunların çocukluk üzerinde nasıl etkide bulunduğunu ortaya koyduğunu görüyoruz. Bu açıdan kitap, ilgi alanlarına dair tez yazmanın önemini, başlangıçta birbiri ile ilgisizmiş gibi gelen konularda doğru sorular, kavramsal çerçeve, yöntem ve analizle algının aşılabildiğini göstermekte böylelikle özellikle siyaset bilimi, siyasi- toplumsal tarih içiçeliğinde çalışmak isteyenlere rehberlik ediyor.

Sonuç olarak yazar, temel iddiası olan Türkiye’de çocukların öznelik potansiyeli keşfi ile onların politikanın nesnesi haline getirilmesi eğilimin çakışmasını ve bunun Türkiye gibi güç mesafesinin yüksek olduğu toplumlarda otoriteye itaat ile ilişkisini başarılı biçimde ortaya koyuyorr.

Bu açıdan kitap, Türk modernleşmesinin çocukluk üzerindeki değişimin izini sürerken aynı zamanda “otorite” – “itaat” ilişkisinin ve farklı ideolojik paradigmaların yaşamın içerisine nasıl yerleştirildiğini görmek, Osmanlı’nın son dönemi ile Cumhuriyet dönemine bir de bu şekilde bakmak isteyenlerle buluşmayı bekliyor.

[1] Aktaran Güven Gürkan Öztan, Türkiye’de Çocukluğun Politik İnşası, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul, Aralık 2011, s.52

[2] Güven Gürkan Öztan, a.g.e, s. 87

Elif Çağlı’nın yazısı Bianet‘te daha önce yayımlanmıştır.