Advertisement

Yazar: Metin Solmaz

Nihat Genç

Nihat Genç okumuyorum. Onunla ilgili okumamaya da özen gösteriyorum. Çünkü onun Halil Berktay durumundan farklı bir yanı var benim için. O, benim dergicilik yıllarımın Nihat abisiydi. Fakat Genç, maalesef sürekli öfke saçarak dolaşınca insan ne kadar uzak dursa çarpmadan edemiyor. Nihat Genç, “Radikal Gazetesi’nin şaban yazarı Ahmet İnsel yedi yıldır gafletin aymazlığın cehaletin dibini bulmuş, yedikleri herzelere doymamış…” demiş. Ahmet İnsel Cumhuriyet’e geçmeden hemen önce. Bu cümlelerin üzerine söyleyecek çok bir şey yok aslında. Sıradan bir terbiyesizlik. Bunları okuyup ciddiye alan birisinin zaten Ahmet İnsel’in temas alanında olmasına pek olanak görünmüyor. İnsel’in bunları ciddiye alıp cevap verdiğini de sanmıyorum…...

Devamı…

Taha Akyol buyurmuş: Fakirler (pek) doğurmasın!

Taha Akyol bugün talihsiz bir yazı yazmış. Tipik bir faturayı fakirlere çıkarma yazısı. Ah şu fakirler… Akyol yazı boyunca klişe istatistikler verdikten ve nüfus olayına Wikipedi düzeyinde yaklaştıktan sonra baklayı kaçırmış ağzından: “Fakat düşük eğitimli ve yoksul kesimlerde doğurganlık yüksektir! Türkiye’de artan “çocuk sorunları”nın sosyolojik kaynağı budur.Semiha Şakir Vakfı’nın bulgularına göre, suç işleyen çocukların yüzde 80’i varoş kökenli… Düşük eğitimli, yoksul ve aile içi şiddet ortamında yetişen çocuklar şiddete eğilimli oluyor. (Hürriyet 14 Şubat 2014) Bunların daha fazla doğurgan olması, o çocuklara da büyük bir haksızlıktır. Fikret’in feryadını hatırlayalım: “Ey kimsesiz âvâre çocuklar…  Hele sizler, hele sizler!” Netice: Nüfus...

Devamı…

Çocuk ve anaokulu

Biliyorum, İlyas okula gitmeli. Bir şey öğreneceği için değil. Hatta öğreneceği o şeylerin hiçbiri umurumda değil. Okulda saçma sapan “faaliyet”ler yapıyorlar. Bir kağıdı kesip sonra bana gururla göstermeyi öğrendi. Çaresizlik içerisinde beğeniyorum. Basit hareketlerinin ödüllendirilmemesi gerektiğini biliyorum. Ödüllendirmenin tıpkı cezalandırma gibi faydasızlığını biliyorum. Normal şeyleri normal yaşaması gerektiğini iyi biliyorum. Hiç bir çocuğun sıradan çizik çuzukları için aferin almaması gerektiğini biliyorum.

Devamı…

Ali Koç: "Dersaneler mi özel okula dönüşecek, yoksa özel okullar mı dersaneye?"

Metin Solmaz: Dersanelerin olmadığı bir hayat neye benzer Türkiye’de? Ali Koç: Dersanelerin olmadığı bir Türkiye, eğitimin çıktılar üzerinden değil; süreçler üzerinden değerlendirildiği, aldığımız eğitimin değerinin girdiğimiz sınavdaki başarımıza etkisi ile değil; öğrenmekten aldığımız keyif ya da elde ettiğimiz yeni beceriler ile ölçüldüğü bir Türkiye olur sanırım. Metin Solmaz: Dersaneler “özel okul” olarak devam edebilir mi? Bu kadar yakın şeyler mi, öyle mi olmalı okul ve dersane? Ali Koç: Dersanelerin açık lise ya da akademik lise olması önerisi eğitimin ya da öğrencinin ihtiyacını çözmek için değil, dersanelerin kapatılmasının yaratacağı ekonomik ve sosyal sorunları ortadan kaldırmak için yapılıyor. Dersaneler hukuki olarak...

Devamı…

Bülent Somay: "Gezi’den sinema, TV dizisi, resim, grafik çıkar ama edebiyat çıkmaz…"

Metin Solmaz: Gezi’den çıkan ürünlere yaratıcılık açısından ne diyorsun? Küçük klipler yapıldı, yüzlerce binlerce grafik üretildi. Dâhiyaneydi çoğu. Bir de kolektif oldu, bir tür anonim. Biri bir şey yaptı. Öteki üzerine ekledi. Bunların geleneği filan yoktu bir günde ortaya çıktı. Ve o bir günde çıkmış olan şey geleneği olan Batı ülkelerini solladı, esti geçti. Düşün ki Amerika’da Vietnam’dan Fransa’ya 1968’den beri sürekli muhalefet için üretilen bin türlü malzeme var. Ve bunların içine doğuyor bu herifler. Bizim bu çocuklar bunların içine doğmamış olmalarına rağmen bunlardan iyisini yaptılar ve koydular masanın üzerine. Bülent Somay: Doğunun geç kalmışlığının avantajı böyle bir şey....

Devamı…

Bülent Somay: "Özel hayatla kamusal hayat arasındaki ayrım alt üst oldu"

Metin Solmaz: Benim annem 17 yaşında köy öğretmeniymiş Sivas’ın bir köyünde. Şimdi düşünsene 17 yaşında bir kız Sivas’a bilet alıp gidemez kendi başına. Bülent Somay: Y kuşağı 20’lerinde ve hâlâ ailesiyle yaşıyor. Biz bunu kapitalizmin getirdiği bir şey olarak görüyoruz. Ama aynı zamanda mezar kazıcısı. Çünkü o gençler maalesef duygusal olgunluğa ulaşmamış ama politik görüşleri olan, dünyayla internet üzerinden bağ kuran bir kuşak. Biz neden korkuyorduk? 25 yaşına gelecek adam evinde oturuyor. Ama anne babadan başka bir şey bilmiyor… Öyle olmuyor. Hem evinde oturuyor, çünkü ekonomik bağımsızlık şansı tanımıyor kapitalizm ona. Hem de dünyayla çatır çatır bağlantılı. Annesinden babasından...

Devamı…

Bülent Somay: “Uslu bir dünya benim çok sıkılacağım bir dünyadır…”

Metin Solmaz: Bir meşhurun direnişi nasıl övdüğünü anlatıyorlardı. Gezi’deki çocuklardan birisi mümkün olduğu kadar nâzik, “Valla, Allah razı olsun öyle dediği için de çok affedersin s**imde değil.” dedi. Bülent Somay: Şimdi ben Çarşı çocuğunu eleştirsem ne olacak, övsem ne olacak, tamam mı? Abi küfretmeselerdi iyi olurdu, derim. Fakat ne yürekmiş, derim. Ama umrunda olmaz tabii. M: Bu Gezi çocukları pek sinirlenmiyorlar. B: Gerçekten umurunda değil de o yüzden sinirlenmiyorlar. M: Muhtemelen öyle. Ama bu çocuklar iktidar, başbakan falan dışında hiçbir şeye kızmıyorlar. Hak etmesine rağmen polise bile kızmadılar pek. Ama akıllarına yatmayanı hep düzelttiler de. Nezaketle. Bir tanesi gitmiş...

Devamı…

Kadına bakarken kendine dokunmadan boşalmak!

Memleket insanlarının bir kısmı erkekleri evinde tutmak konusunda gerçekten cansiperane bir çaba içindeler. Neredeyse her türlü yasak, kelam, tavsiye vb. bu konuda geliyor. Bu konu dediğim erkek abazanlığı. Listede de fantezilere baksanıza. Uykuda boşalıyor, unutup sevişiyor, dokunmadan boşalıyor. Ne lan bu? Aydemir Akbaş’ta yok böyle fantezi. Hakikaten kadına bakarken kendine dokunmadan boşalmak mümkün müdür? Kendine dokunduğun sürece boşalmak zaten erkeklerin ömür boyu yaptıkları bir rekreasyon çalışması. Ama dokunmadan ve uyanıkken? Bakarak ve kendisine dokunmadan boşalmayı becerebilen birisini bence zaten tecrit etmek gerekir. Her suça açık birisidir o birisi. Olaylara bu perspektiften bakınca bütün bu savcı ve hakimlerin tecavüzcüleri neden...

Devamı…

Bizimkiler, naif devrimciler, naif çevreciler: Bu başbakan bir harika dostum

Taksim Platformu ile ilk olarak 4 Kasım’daki Taksim eylemlerinde tanıştım. Tabii ki çok sıkıcıydı herşey. İki konuşma dinledik. Birisi harikaydı. Mevzunun ne biçim herkesi ilgilendirdiğini ve asla siyasi olmadığını, olmaması gerektiğini anlatıyordu. Diğeri konuşmasını onu yalanlamak üzerine kurmuştu. Simitçinin, yoldan geçenlerin ürkek bakışlarla izlediği, pek sesi çıkmayan bir caz grubu vardı. İstanbul’un en kalabalık yollarından birisinde caz grubu dahil 30 eylemci filan toplanabilmişti. Ve ben yine sirk hayvanı gibi hissediyordum kendimi. Bu kadar haklıyken bu kadar her bakımdan cılız eylemlerde yadırganmak hep içime sıkıntılar bastırmıştır. Caz mırıltıları eşliğinde 30 kişiye konuşan ve yoldan geçenleri bile dinleyiciye çeviremeyen, yanındakinin dikkatini...

Devamı…

Sevme, içme ve tembellik dışında; Tembellik edelim her şeyde*

Yetişkinle çocuk didişir. Sonradan buna muhtelif isimler takılır. Aspirin kadar çocuk neden yetişkinlerle çatışır? Kocaman anne babası (bıraktım medeni bir iletişimi) neden durumu idare dahi edemez? Temel cevap şurada aranabilir: Yetişkinlerin çok işi vardır. Aslında çocuğuna daha fazla vakit ayıracaktır. Ama işte, işi vardır. Çalışması gerekmektedir. İşi yokken bile işi vardır. GSM’ini kurcalar, gazete okur, TV seyreder. Bütün gün çalışmış, nelere nelere katlanmıştır. İki gram kafa dağıtmak için yapıyordur bunları. O her ne yapıyorsa işi olduğu için yapıyordur. Hem de çocuğu için yapıyordur. Çocuk ise sempatik ama henüz işe yaramaz bir insan adayıdır. Yetişkinler ise çalışan mühim insanlardır. Onların hep...

Devamı…