Advertisement

Yazar: Funda Demir

Oyun sokakta oynanır!

Kabul edelim, hayat herkes için zor, bahaneler ise hepimiz için var. Şehir hayatının zorluklarına değinen bir nutuk çekmeyeceğim, şu yazıyı okuyan kaç kişi bir bağ evinde yaşıyor, geniş bir terastan yemyeşil bahçeleri, Hes’lerin bulaşamadığı dereleri seyrediyor, kaç kişinin evinin bahçesi, bahçesinde tavukları, o tavukları kovalayan çocukları var? Hayallerimiz kadar yaşadığımız dünya da benzerlikler gösteriyor. Güzel, demek ki anlaşabiliyoruz. Bahaneler bulmaktan vazgeçin büyükler! Oyun sokakta, parkta oynanır! Ağzımdaki baklaya gelince; bir ‘anne bebek festivali’ düşünün. Bebek bekleyen ve yeni bebek sahibi olan aileleri bir araya getirerek; hamilelik, bebek bakımı, bebek sağlığı ve beslenmesi gibi konularda bilgilendirerek, yarışma ve aktivitelerle de...

Devamı…

Saçlarını dağıtırsın, rüzgârlara bırakırsın…

Bacaksız’ın kitaplığında bu hafta okul öncesi çocukların, çocuklar kadar onları büyük bir dertten kurtaracağını düşündüğüm için anne babaların da severek okuyacağını düşündüğüm bir kitabı tanıtacağım… Çocuklu aileler ha deyince evden çıkamaz, neden? Ufaklık mızmızlanır, giyinmek istemez. Kış günü şortla sokağa çıkmak ister, kahvaltısını bitirmez. Hadi bunları geçtiniz diyelim hele ki Rapunzel misali bir kızınız varsa saçlarını tarayıp düzeltene kadar ter içinde kalırsınız. Tüm bu ev olimpiyatlarını yaşarken aslında çok eğleniyorsunuzdur, biliyorum… Ama ben yine de  işinizi kolaylaştırabileğini düşündüğüm bir kitaptan bahsedeceğim. Herkes tembellik yapma hakkına sahiptir. İdil de öyle… Saçları birbirine karışmış bu şirin mi şirin küçük hanım o...

Devamı…

"Enee, seviyorum kız seni!"

Yıllar önce devlet tiyatrolarında sahnelenen bir oyun seyretmiştim. Arturo Ui’nin Önlenebilir Tırmanışı. Mükemmel bir oyundu. 1941 yılında Bertolt Brecht tarafından yazılan eserde, I. Dünya Savaşı’nın ardından, büyük şirketlerin çıkar savaşında oyuna gelerek suçlu durumuna düşen ve yargılanan bir belediye başkanının, kendini aklamak için çete lideri Arturo Ui ile işbirliği yapması ve bunun sonucunda Arturo Ui’nin hızla gelişen büyümesi, bir sömürü çarkı oluşturması ve karanlık işlerin karanlık ilişkilerle bir ülkenin kaderini nasıl değiştirebildiği anlatılıyordu. Bugüne kadar izlediğim en iyi oyunlardan biriydi. Brecht bu oyunu yazarken Hitler’in iktidar öyküsünden esinlenmişti. Aradan geçen yetmiş bir yılın ardından bu oyunu Anna Jarvis’in masumane...

Devamı…

Bulutların musluğu var!

Bu hafta sizi bir prensle tanıştıracağım. Bu aralar ortalara çıkmayan, derin uykulara dalan ve sanırım bir süre daha uyanamayarak kendini çok özletecek bir prensle…  Bizim tanışmamız tamamen tesadüf. Yeni çıkan kitapları kurcalarken, Küçük Kara Balık‘ın hemen yanında gördüm “Ben buradayım, beni de gör!” diye haykıran ve kapağıyla kendine hayran bırakan bu kitabı; Yağmurcu Prens‘i… Eve gider gitmez neymiş ne değilmiş inceleyip siparişimi verdim ve alır almaz bir çırpıda okudum. Yağmurcu Prens, Andersen Ödüllü İtalyan yazar Gianni Rodari tarafından kaleme alınmış. Çocuk kitaplarıyla haşır neşir olanlar bu ismi Gökyüzünden Gelen Pasta, Bir Telefonluk Masallar ve Düş Kurma Kuralları‘ndan hatırlayacaktır. Yağmurcu...

Devamı…

Meraklısına La Fontaine Masalları

Masallarda kalmıştık değil mi? Madem yine bayram ertesi, yine masallardan devam edelim. Ne dersiniz? La Fontaine Masalları / Orhan Veli Bu hafta çoğumuzun bildiği ama belki de unuttuğu La Fontaine Masalları‘nı hatırlatmak istedim. Biz büyükler mevsim bahar oldu mu çayıra çimene yayılıp Orhan Veli‘den dizeler okumaya bayılırız değil mi? Bence bu Bacaksız’ın da hoşuna gidecek, hattâ hiç kuşkum yok. Hayat bilgisi kitabımın ardından yıllar sonra yeniden karşılaştığım La Fontaine Masalları‘nın beni ne kadar heyecanlandırdığını bilemezsiniz. Orhan Veli, öyle güzel bir Türkçeyle çevirmiş ki, onca yılın ardından sanki daha dün okumuşçasına hatırladım bildiğim masalları. Bilmediğim de çokmuş, öğrendim. 17. yüzyıldan...

Devamı…

23 Nisan'dan Ermeni Masalları'na…

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın hemen ertesinde kaleme aldığım bu ilk yazıyla birlikte, bütün çocukların; “çocuk” olabildiği, şiddetten, tacizden, yoksulluktan ve savaşlardan uzak kaldığı günler diliyorum ki her gün bayram olsun Bacaksız’a… Senede bir gün, özel olarak seçilmiş bir okuldan yine özel olarak seçilmiş bir çocuğu meclis koltuğuna oturtarak şen kahkahalar patlatan bütün siyasetçilere sesleniyorum: Bir kere de bizim mahallelerden, bizim okullardan bir öğrenci seçin ya, ne olur? Ne yalan söyleyeyim. Ben çocukken bu duruma çok özenirdim. Okulda hem inek denebilecek derecede başarılı, hem başını yerden kaldırmayacak kadar saygılı!!! Öğretmenlerin parmakla gösterdiği bir ana kuzusu, bir o...

Devamı…

"Aslanyürekli Kardeşler"iz, hepimiz…

Bu yazı Hrant Dink’in anısına kaleme alındı… Bu hafta kendisini en az Tomris Uyar kadar kıskandığım ve “Pippi Uzunçorap” adlı kitabıyla dünyanın en ünlü çocuk edebiyatçıları arasına ismini yazdıran İsveçli yazar Astrid Lingren‘in en sevdiğim kitabından, Aslanyürekli Kardeşler‘den söz etmek istiyorum… Çocukluk ve gençlik yıllarında küçük küçük hikâyeler kaleme alan Lingren, genç yaşta iki çocuk sahibi olunca kendisini evine ve çocuklarına adayarak yazmaktan uzaklaşmış, ama çocuklarına öyküler uydurmaktan asla vazgeçmemiş. Önceleri kitap çıkarmayı aklının ucundan dahi geçirmediğini belirten Astrid Lingren, 1944 yılında kızı Karin için uydurduğu öyküleri Britt-Mari’nin Sırları adlı kitapta bir araya getirdi. Ardından “Pippi Uzunçorap” ile birlikte kısa sürede büyük bir okur kitlesi kazanan yazar...

Devamı…

Sevinçli bir röportaj

Bacaksız Sohbetleri’nin bu haftaki konuğu, sevgili Sevinç Erbulak ve dünyalar tatlısı kızı Kavin… Sevinç Erbulak benim Süper Baba dönemiyle tanıdığım ve yıllar sonra teknolojinin nimetlerinden faydalanarak sosyal medya aracılığıyla takip etmeye çalıştığım şahane, şapşahene kadın. Artık rahmetli Altan Erbulak’tan mı yoksa sevgili annesi Füsun Erbulak’tan mı geçmiş bilmem, ama müthiş bir enerji var Sevinç’te. Sanırım Kavin’e de bulaştırmışlar. Kuşaktan kuşağa içimizi ısıtıyor, yüzümüze kocaman umut dolu bir gülümseme yerleştiriyor bu aile. Söyleşi fikrine düşünmeden “evet” diyen sevgili Sevinç Erbulak ve canım Kavin’e sonsuz teşekkürler… Hem, zaten bu söyleşiyi de ben yapmış sayılmam. Sadece aracı oldum diyelim. Sevinç sordu, Kavin...

Devamı…

Defne ve Hayal Merdiveni'yle göklere tırmanıyoruz

Geçen hafta yağmur yağacak demiştim ben size, değil mi? O halde beklemeye devam, ha gayret, gökkuşağını görmemize az kaldı! TRT’nin tören eşliğinde açılıp kapandığı yıllardı. Her sabah ve akşam rap, rap, rap askerler yürür, ben saklanırdım. Asker abiler televizyonumuzun içinden beni görüp, ayağa kalkıp İstiklal Marşı’nı söylemediğimi ve (o zamanlar söyleyemeyecek kadar küçüktüm, hoş ne söylendiğini de anlamıyordum) koltukların arkasına saklandığımı fark ederlerse ne yapardım acabayı düşünürdüm. Beni annemle babamdan ayırırlar mıydı? Asker korkmak demekti. Ama Hulusi Kentmen sağolsun, polisi sevdirdi. Pos bıyıklarıyla, babacan tavırlarıyla hep haklının, ezilenin yanında oldu yıllarca. Askerden korkulur, polis sevilirdi demek ki o yaşımda....

Devamı…

Bacaksızın Kitaplığı 3: Karşı Kıyıdan Gelen Kaplan, nerede kaldın?

Geçtiğimiz hafta, çiçek açan akasya ağaçlarına aldanıp bahar geldi, pencereleri açalım gülelim, coşalım, eğlenelim derken neler oldu bir bilseniz, belki siz de mahallenin geri kalanı gibi saklanacak yer arardınız, kimbilir… Bacaksız Bahri’nin yaşadığı Fesleğen Sokağın üstüne kocaman, kapkara bir bulut musallat oldu. Bir görseniz, korkudan kimsecikler başını pencereden dışarı uzatmak istemiyor bu günlerde. Çıt yok… Bahri hariç… Bakın, şuracıkta oturduğu kaldırımda yağacak yağmuru bekliyor. Biriken sularda yüzdürmek için kağıttan gemiler yapıyor. Tamam, kabul, bazen kulaklarını tıkasa da geçen hafta “Kırmızı Şemsiyeli Adam” la tanıştığından beri artık daha az korkuyor gök gürültüsünden. Bütün bacaksızlar gibi biliyor Bahri, öyle bir yağmur...

Devamı…